Ay Vakti'de bu ay Yahya Kemal ve kar var
90. Sayısıyla sekizinci yaşını dolduran Ay Vakti dergisinin Mart sayısı çıktı.

Derginin bu sayısında Saadettin Öktem, Nurettin Durman, Necmettin Evci, Eyüp Azlal, Muhammed Nur Doğan, Alim Yıldız, Selami Şimşek, Naz Ferniba, Oğuz Elbaş, Necla Ceylan, Adem Turan, Yunus Emre Tozal, Ayşegül Tulû, Şeref Akbaba, Yeprem Türk, İsmail Bingöl, Lokman Traş, Bülent Gündoğan, Yavuz Ertürk, Behçet Yani, Hayati Koca, Üzeyir Süğümlü, Coşkun Ege ve Şiraze imzalarını görüyoruz.
Giriş yazısında Elif duruşların sükût çığlıklarını işitmeye, fehmetmeye davet eden Ay Vakti “Tamam, işte şimdi, durmanın tam zamanı. Durup bakmalı sizin tarafa doğru. Şehir orada, siz o şehrin içinde, yan komşu kilim silkelerken balkondan, bahçede bir kedi aranırken, çiçeğe durmak üzere olan ağaçlar rüzgârı dolamış da boynuna üşürken... Durmalı ve az biraz çiziktirmeli yüzeysel ancak; eskiz... Aylardan Mart olunca, Haşim tavrıyla bakmak zarureti üzerimizde olanca şiddetiyle... Lâkin;
Hayır, bu hâl uzun süremez, sen yakındasın;
Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın. ¹
Demeli ve hayata dair ne varsa okumalı yeniden...” Girişiyle sis içinde kaybolan bizleri yeniden kendimizi bulmaya çağırıyor.
Ay Vakti ekibi bu sayısını Yahya Kemal ve Kar ağırlıklı bir sayı hazırlamış. Eyüp Azlal, Yahya Kemal’in Şairleri başlıklı denemesinde, Fransız sembolistlerin yapıtlarına yakınlık duyan Yahya Kemal’in 'Gerçi Hugo'yu iyi anlıyordum, gerçi Gautier'yi ve De Banville'i iyi anlıyordum, gerçi Baudelaire ve Verlaine'i sıtmalı bir ibtilâ ile seviyordum, gerçi şahsî şairliğin en son numuneleri olan Maeterlinck, Verhaeren gibi şiirleri yakından biliyordum, lâkin zevkim, bütün bu şairlere nispetle çok geri sayılan Jose Maria de Heredia'nın şiiri üzerinde durmuştu'² söylediğini belirtir. Ardından “Bu dönem Parnas ve sembolist deruni musikisi ile karşı karşıya kaldı. Fransız şairler Ronsard, Du Bellay’den başlayarak Andre Chenier’den en yeni sembolist şairlere kadar şiir zevkini olgunlaştırdı. Ayrıca bunlardan Klasik Yunan şiirinin doğrudan doğruya Fransızcaya kabul ettiğini inceler. Bu durum bir süre sonra Yahya Kemal’de şöyle bir değişikliğe sebep oldu. Yıllarca Arap ve Acem şiirinin etkisinde kalan Türk şiirinin bu esirlerden kurtularak Latin ve Yunan edebi terbiyesine bağlamak idi” tespitinde bulunur.
Necmettin Evci “Ona Göre Öksüzlük Köksüzlüktü” adlı denemesinde Tanpınar’ın 'O kaçış kapıları arayan değil eve dönen adamdır' tespitinden yola çıkarak Yahya Kemal’i tarif eder: “O belki ileri düzeyde bir fikir adamı değildi ama ruhu bin küsur yıllık tarihin özlemiyle yanıp tutuşan bir gönül, aşk ve vecd adamıydı. O'na göre bugünümüzü tarihimizle, tarihimizi de günümüzle yaşamak gerekmektedir. Geçmiş ve gelecek birbirinden kopuk süreçler değildir, olmamalıdır. Bu kopukluk ancak kesif bir ruh bulanıklığıyla, şiddetli zihin kaymasıyla mümkün olabilir. O zaman da ışığı, aydınlığı ve aşkı sönmüş idealsiz bir yaşam sürersiniz. Zamanın aydın geçinenleri işte böyle çürümüş ruhların sahibi olarak milli şuuru yükseltecek aşk ve kudretten yoksundur. Yahya Kemal bu hassasiyeti bütün bir hayatının aksına yerleştirmiş bir şairdir. Aziz İstanbul'unda anlattığı bir anısı bile bu hassasiyetinin ölçüsünü ve dönemin aydınlarının duygu ve düşünce fukaralığını anlatmaya yeter.”
Saadettin Öktem Yahya Kemal’i kadim medeniyetimizin, İslam Medeniyeti’nin Osmanlı yorumcu şairi olarak görür ve İstanbul imgesi üzerinde durur:
“Onu tavsif etmek için kullanılan İstanbul imgesi ise bu yorumun son beş yüz yılda tecelli ve temerküz ettiği şehirdir. Kadim medeniyetimizin özü ve ruhu bu şehirde son yüzyıldaki bütün örselemelere rağmen hâlâ yaşamakta ve gözlemlenebilmektedir. Şairin üç tane büyük şiiri olan “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”, “Kocamustafapaşa” ve “Selimnâme” kadim medeniyetimizi hülasa eyler.”
İstanbul’un Yahya Kemal için öz ve özgün medeniyetimizin simgesel şehri olduğunu belirtirken Saadettin Öktem, Yahya Kemal’in gayp yoluna tasavvufla ulaştığını belirtir:
“Yahya Kemal’in Osmanlı medeniyet yorumu üzerindeki son durağı gayb âlemine giden yolu gösteren tasavvuftur. Bu vadideki şiirlerinde o, dış dünyadan olabildiğince soyutlanış bir âleme doğru yelken açar. Fert ve nizamı âlem, Musiki, vatan ve tarih, hatta İstanbul üzerlerinde gereği kadar durulduktan sonra artık geride kalmışlardır. Şimdi Yahya Kemal tek başına kaderle yüzleşmekte ve varlığın değişmez sorularıyla baş başa bulunmaktadır. “Mehlika Sultan”, “Baki’nin Gazelini Taştir”, “Söyler” ve “Hazan Gazeli” bu deruni macerada onun gönlüne akseden ve bu dünyaya ait olmayan parıltılardır. Tasavvuf sahasında Yahya Kemal’in yorumunu aşağıdaki beyit ile hülasa ederek konuyu sonlandırmayı seçiyoruz.
Ehl-i akl anlamaz efsus lisan-ı dilden
Zanneder âşık-ı divane muamma söyler
Yahya Kemal’in şiirleri elbette bu aldıklarımızla sınırlı değildir, lakin biz onun şiir dünyasından o coşkun ve engin ummandan kendi ihatamız ölçüsünde ve nasibimiz kadarını aldık. Diğer bir deyişle o çeşmeden destimizin alabildiği kadarıyla nasibdâr olmaya çalıştık.”
Kar: Dua Toplayan Berfinler
Yahya Kemal’in “Kar Musikileri” adlı şiiri Ay Vakti’nin sayfalarında okuyabilirsiniz.
Şeref Akbaba “Otuz Yıl Sonra Açılan Sandık” isimli denemesinde karın yağmasıyla hayatın akışına bırakıyor cümlelerini: Göl yerinde her zaman su bulunur. Su varsa ihya vardır, su varsa yeniden vücud bulacaktır her şey. Zemzem... Onun hakikatle olan ilintisini bir anlatsam ya da siz bir gidip görseniz. Anlatmak istediğim o zaten… Sıkıntı bizdeki, içimizdeki yabancılaşma, hayranlık…”
Ay Vakti’nin genç yazarlarından Yunus Emre Tozal “Dualarına Kar Yağan Çocuk” adlı denemesinde “Sizin hiç dualarınıza kar yağdı mı?...” diye soruyor ve küçükken kar yağdığında şahit olduğu duygularını şu cümlelerle ifade ediyor: “Kar yağar, sıcak çorbalarımızı içerek, karın bizlere getirdiği tadına doyulmaz muhabbetiyle yüreğimizdeki kara noktaları; günahları temizlemeye çaba gösterirdik Büyüklerimiz yatmadan önce pencereden bakarak yaptıkları sesli dualarında, yüreklerimize kar yağmasını dilerdi. Biz çocuk olsak da anlardık yüreğimize kar yağmanın ne olduğunu...”
Ay Vakti’nin diğer bir genç yazarı Ayşegül Tulû “Aşka Yağan Kar” isimli denemesinde, karı dokundukları yeri beyaza çalan birer dua olarak ifade edip ilahi aşka adanmayı sükûta erdiriyor: “Güneşe takılmıştı incelerden ince bir tane, onun cemali parlak gelmişti. İnanmıştı sihirli masala, kanmıştı bu geçici varlığa. Bakakalmış kaptırmıştı gönlünü batıp gidene. Lakin dayanamamıştı, bir raksı eritmişti yüreğini, yağmur olmuş, gözlere düşmüştü. Leyla’dan Mevla’ya geçmişti belki de. Aşkıydı sebep, ezeli bedene ebedi canın sığmaması. Cemali müşahede bedel ödemekti.”
Ay Vakti 90. sayısında, Necla Ceylan’ın şair ve eğitimci “Oğuz Elbaş ile Sanal Müze” üzerine yaptığı güzel bir söyleşi özgün sayfasında yerini almış.
Ayrıca Nurettin Durman’ın “Ama Şu Kuş aklımdan Çıkmadı” adlı denemesini, Adem Turan’ın “Bahar Düşleri –
Selami Şimşek’in “Günahkâr Bir Boyun Büker ki” başlıklı şiiri, Yavuz Ertürk’ün “Ağır Kara” başlıklı şiiri, Yeprem Türk’ün “Sevgiliye Son Sağnak” başlıklı şiiri, Muhammet Nur Doğan’ın Fuzuli’nin Mersiye-i İmam Hüseyn’ini serbest nazımla söyleyişi şiir okuyucularını bekliyor.