Kayıp bir Atatürk belgeseli daha var
Sansüre uğrayan "Türkiye'nin Kalbi Ankara" adlı Cumhuriyet Belgeseli büyük ilgi görürken Yazar Beşir Ayvazoğlu, arvişlerde unutulmuş bir filmi daha hatırlattı
Beşir Ayvazoğlu'nun köşe yazısı
Cumhuriyet'in onuncu yılı kutlamalarında kullanılmak üzere Sovyetler Birliği'nden iki sinemacıya, Sergey Yutkoviç ve Lev Oskaroviç Arnstam'a modern Türkiye'yi tanıtacak bir film ısmarlanmış.
Türkiye'nin Kalbi Ankara" adını taşıyan ve 1934 yılında tamamlanan bu propaganda filmi o tarihte sinemalarda gösterilmiş olmalıdır. Ancak 1969 yılında TRT tarafından yayımlanırken genel müdür Adnan Öztrak'ın müdahalesiyle yarıda kesilip yasaklanmış. Bu film şu günlerde Cumhurbaşkanlığı sitesinde ve oradan alan birçok internet sitesinde yayımlanıyor. Seyretmeyi denedim, fakat sık sık kesildiği için sonunu bir türlü getiremedim. Bu yüzden film hakkında sarih bir fikir beyan etmekte zorlanıyorum; fakat o yılların Türkiye'si ve Ankara'sını yansıtan 'çarpıcı' fotoğraflar göreceğinizi söyleyebilirim.
"Türkiye'nin Kalbi Ankara", Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Millî Mücadele yıllarında kurulan dostluğun 1930'ların başlarında devam ettiğini gösterse de, ilişkiler artık eski sıcaklıkta değildi. Filmin çekildiği tarih, yani 1934, aynı zamanda Türk-Sovyet dostluğunun zayıflamaya başladığı tarihtir. Nitekim o tarihlerde Atatürk'ün, Lenin'e benzetilmekten son derece rahatsız olduğu kayıtlara geçmiştir. Söz konusu filmle ilgili haberler, bana birkaç yıl önce okuduğum Atatürk'ün Bilinmeyen Hatıraları* adlı kitapta anlatılan bir hadiseyi hatırlattı.
Kitabın yazarı, Münir Hayri Egeli, 1922 yılında Sorbon Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü'nü bitirmiş. Talebeliği sırasında Paris Türk Haberler Bürosu'nu kurup yönetmiş. Dönüşünde çeşitli okullarda öğretmenlik, yöneticilik, ayrıca Millî Temsil Akademisi ve Güzel Sanatlar Müdürlüğü yapmış. Daha sonra sinema konusunda ihtisas yapması için Almanya ve Rusya'ya gönderilmiş, hatta bu arada Atatürk'ü anlattığı bir de belgesel çekmiş. Kısacası, Egeli, 1930'larda öğretmenlikten roman, piyes ve libretto yazarlığına -Özsoy operasının librettosunu o yazmıştır-, rejisörlükten heykeltıraşlığa kadar birçok alanda faaliyet gösteren ve zaman zaman Atatürk'ün sofrasına kabul edilen ilgi çekici bir sanatçıdır. Anlattığı hadiseye gelince: Sinema eğitimi için gittiği Rusya'dan döndüğü günlerde İktisat Vekâleti tarafından Ankara'da bir küçük sanatlar sergisi hazırlığı yapılmaktadır. Ondan da İktisat Vekili Celâl Bey (Bayar) tarafından büyük ve hareketli bir Atatürk heykeli istenir. Heykelin tamamlandığı günlerde, birileri Atatürk'e Münir Hayri'nin yaptığı heykelin Lenin'e benzediğini söylerler. Niyetleri bir taşla iki kuş vurmak, yani hem İktisat Vekili'ni, hem de Münir Hayri'yi gözden düşürmektir. Atatürk söylenenlere inanmaz ve güvendiği birkaç kişiyi heykeli görmeleri için gönderir. Ne var ki onlar da muhtemelen birilerinin telkinleriyle heykeli Lenin'e benzetiverirler. Serginin açılışına gelen Atatürk'ün öfkeyle sorduğu ilk soru şudur: "Nerede o heykel?"
Olup bitenlerden haberdar edilmediği için neye uğradığını şaşıran Egeli, o gün Atatürk'le aralarında geçen konuşmayı uzun uzun anlatıyor. Sonuç: Heykeli yaptığı gibi yıkması emredilmiş, ertesi gün Parti'de yönettiği sanat ve propaganda servisi lağvedildiği gibi, Maarif Vekâleti'ndeki görevine de son verilip Gaziantep Lisesi Fransızca öğretmenliğine tayin edilmiştir.
Egeli, Gaziantep'e gitmediğini, esasen gitmesinin de istenmediğini, nitekim iki ay kadar sonra telefonla Köşk'e davet edildiğini ve her zamankinin aksine köşkün külüstür bir arabasıyla Çankaya'ya götürüldüğünü anlatıyor. O akşam, Köşk'teki davetlilerden hiçbiri kendisine iltifat etmek şöyle dursun, selâm bile vermemişlerdir. Nihayet sofraya geçilir ve Atatürk, Egeli'ye tam karşısındaki yeri gösterir. Suçunun ne olduğunu henüz bilmeyen Egeli, kendisine gösterilen yerin 'netameli' olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"Sofrada bir hayli zaman geçti. Bana mütemadiyen içiriyorlardı. Mamafih ben su içmişten farksızdım. Yalnız sırtımdan terler fışkırıyordu. Bir aralık yerimden kalktım. Kırmızı ipekli koltuğun arkası terden sırılsıklam olmuştu. Atatürk bir oraya, bir de bana baktı. Vasfi Raşit Sevig'in 'Sen suçunu biliyor musun? Yaptığın heykeli Lenin'e benzetmişler. Atatürk'e 'Bir eşeklik ettim' deyiver, elini öp!' dediğini rüya gibi hatırlayarak yerime döndüğüm zaman..."
Egeli bundan sonra Atatürk tarafından adamakıllı sorgulandığını ve sonunda oturduğu sandalyeye çıkıp Rusya'da gördüğü Lenin heykelleri gibi vaziyet almasının emredildiğini söylüyor. Gerisini kendisinden dinleyelim:
"Hemen ayağa kalktım, 'Siz büyük bir adamsınız, ben nâçiz bir insanım, sizin büyüklüğünüze, sofranıza çağırdığınız bir insanı bu hâle düşürmek yakışır mı?' diyecektim. O benim isyan edeceğimi anlayınca son derece yumuşak bir sesle, 'İsterseniz çıkmadan anlatın', dedi. Benim de cesaretim toplandı. 'Paşam, dedim, heykel bir insanı methetmek için yapılır. Ama herkes sizi anladığı gibi methedebilir. Kimi dehanızı, kimi kravatınızı, kimi de kunduranızı metheder. Ben de sayenizde heykeltıraş oldum. Eğer sizi ifade ederken bir hatam oldu ise bunu suiniyetime değil, eşekliğime veriniz.' Atatürk hiddet sanılacak bir şiddetle masaya vurdu: 'İşte bunu kabul edemem, diye bağırdı. Bu sofrada iki kişi eşek değilse, biri sen, biri de benim!'"
Münir Hayri, bu hadisenin hangi tarihte cereyan ettiğini kaydetmemiş. Ancak Celâl Bayar, 1932-1937 tarihleri arasında İktisat Vekilliği yaptığına göre, bu iki tarih arasında, muhtemelen 1934'ten sonra olsa gerek!
Unutmadan: Münir Hayri Egeli'nin Atatürk belgeseli bir yerlerde muhafaza ediliyor olmalı. Bence Cumhurbaşkanlığı sitesinde "Türkiye'nin Kalbi Ankara" gibi, onun da yer almasında fayda vardır.
* Eski Bir Atatürkçü (Münir Hayri Egeli), Atatürk'ün Bilinmeyen Hâtıraları, Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kağıtçılık A.Ş., İstanbul 1954, s. 88-92.
(Zaman)
-
polat_43 16 yıl önce Şikayet Etsonuna kadar. sonuna kadar atamızı seviyoruz sevmeyenlerde geldikleri gibi gidecekler bugün bu topraklarda yaşıyorsak atatürke ve silah arkadaşlarına borçluyuzBeğen
-
fevzi demirci 16 yıl önce Şikayet Et1938`den beri. adamlar, atatürkün köşkünü perili köşke çevirmişler. halkın iktidarıyla bir karanlık kuytu izbe köşeye daha güneş vurdu.Beğen
-
mustafa kara 16 yıl önce Şikayet Etkeşke. ondan sonraki yöneticilerde ondan daha da fazla içseydide onun tırnağı olabilselerdi.aatürk iktidar olmak için abd ye gidenlerden değildir.19 mayısta samsuna çıkmıştır.ayrıca o dönemde milleti bir arada tutmak için birazda ditatörlük lazım gelir.Beğen
-
mustafa ciğer 16 yıl önce Şikayet Etdiktatör rejimlerin dikdatör yöneticileri. satır aralarını iyi okumak lazım...adamcağızı bir heykelden dolayı içirip içirip maymuna döndürmüşler.sonrada güya taltif etmişler...bilinmeyen dönemin daha ne rezaletleri var acaba...Beğen
-
ismail ka 16 yıl önce Şikayet EtDaha neler var acaba?. Merak ediyorum Atatürkçü geçinenler bu filmleri izliyorlarmıdır. Kesin ergenekoncular bu filmlerin yüzüne bile bakmamıştır. Hepsi Atatürkçü ya güya.Beğen