Funda ve Kenanların isim annesi Kerime Nadir
Kerime Nadir'i okur çok sevmiş, kitapları satış rekorları kırmış, yazdığı gazeteler tiraj kazanmış ama edebiyatçılarımız onu hep küçümsemişti. Oysa bugün Türkiye'de çok sayıda Funda, Kenan ve Nalân adı olmasının sebebi de o...
İ. Şevket Erkoç'un röportajı
Onun için ne "Türkiye'nin Barbara Cartland"ı diyebiliriz ne de "Beyaz Dizi" yazarı. Çünkü Kerime Nadir, kolay okunan aşk romanları yazmış olsa da fettan kadınları ve duygusal erkekleri ile hep benzerlerinden ayrıldı. Ancak romanlarının bu tür özelliklerine ve satış rekorları kırıp gazeteleri peşinden koşturmasına rağmen meslektaşları onu hep küçümsedi. Eleştiri tarihimiz ondan "piyasa romancısı" deyip kurtuldu.
Doğan Kitap Kerime Nadir'in romanlarını bir kez daha okunabilsin diye iade-i itibarda bulunur gibi yayınlıyor. Hem de her yerde, her zaman okunulabilsin diye cep boyda ve Kerime Nadir romanları üzerine yazılar yazan Selim İleri'nin özsözü ile... Bugün pek çok kişinin Nalan, Kenan ve Funda ismi taşımasına neden olan yazır Selim İleri ile konuştuk:
> Kerime Nadir çok satmış, okunmuş, telifiyle geçinmiş bir kadın yazar olmasına rağmen edebiyat tarihi içinde kendine yer edinemedi. Neden?
> Türk edebiyatı Kerime Nadir'i pek içinde barındırmak istememiş. Mesela hayatta olduğu dönemde yazılmış, eleştiri yazılarında ya da kitaplarda fazla yer bulamamış hatta birçoğunda hiç yer alamamıştır. Yer aldığında da piyasa romancısı olarak tanımlanmıştır. Bu sadece Kerime Nadir'in de başına gelmiyor. Muazzez Tahsin, Esat Mahmut Karakurt içinde geçerli bunlar.
> Edebiyat dünyasının onu yok sayması, görmezden gelmesi Kerime Nadir'i nasıl etkilemiş?
> Herhalde çok fazla üzmemiş ki yazmaya ve okuruyla buluşmaya devam etmiş... 1960'lann sonuna kadar da popüler kültürün içerisinde kitapları çok iyi okunmuş biri. Dikkatinizi çekerim sadece "satmış değil", aynı zamanda da "çok iyi okunmuş..." Bence bunu ayırmak gerek çünkü bugün çok satan birçok kitabın çok okunduğu şüphe götürür. Oysa Kerime Nadir sattığı kadar okunan da bir yazardır. Mesela Kerime Nadir'in roman kahramanlarının isimleri, anne babalar tarafından doğan bebeklerine verilirdi. Hıçkırık’ın Nalan ve Kenan’ı özellikle 1930’lu yıllarda pek çok subay çocuğunun adı olmuştu. Çünkü bu romanın kahramanı deniz subayıydı. Sonra Funda ismi... Kerime Nadir bu ismi haşarı bir erkek çocuk için kullanmıştır. Oysa bu isim o zamana dek Türkçe'de kullanılmamıştı. Okurları bu ismi çok beğenmiş ama ses uyumundan ötürü kız çocuklara uygun bulmuşlardı ki kızlara bu isim verilmeye başlandı. Nitekim bugün de ortalıkta birçok Funda var.
GAZETELERE TİRAJ ALDIRIRDI
> Romanları gazetelerde tefrika ediliyor değil mi?
> Evet, çünkü ciddi tirajlar aldırıyor. Zaten bunu anılarından da öğreniyoruz. Romanları tefrika edildiğinde bir gazeteden diğerine okur taşıyacak kadar okunan bir yazar. Üst üste siparişler aldığı için de disiplinli olmak zorunda. Çünkü bir gazete bitiyor, diğeri başlıyordu. "Şu gazeteye, şu tarihte, şu romanı yetiştirmem gerekir" diyecek kadar profesyonel bir yazardı. Bu kadar profesyonel bir başka yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar'dı sanırım. Ama işte gazeteler peşinde, halk peşinde ama meslektaşları küçümsüyor. Bu açıdan bakarsak, Türkiye'nin okuma yazma tarihinde bugün bunu yakalayabilecek çok yazarımız var mıdır, pek sanmıyorum. Tabii bu yetiştirme telaşında dişe dokunmayan romanlar da yazmış. Zaten kendisi de bunu anılarında söylüyor. İşte "filanca dergiyi de kırmayayım ya da evin tamiratı için yazdım" diye... Ama önemli kitapları da vardır ve yabana atılmamalıdır.
> Hal böyle olunca eserleri bol bol sinemaya da uyarlanıyor...
> Sinemamız kitle sineması olmaya başladığı vakit, en önemli kaynaklarından bir tanesi de Kerime Nadir’di. Filmi çekilmemiş bir ya da iki romanı ya var ya yoktur. Ayrıca bazı romanları defalarca filme çekilmiştir. Mesela "Hıçkırık", sonra "Samanyolu..." Şimdi yine diziye uyarlandı. Şu da çok ilginç, her defasında bu filmler ya da diziler hep Kerime Nadir'in ismini kullanılarak çekiliyor. Yani önemli olan oradaki konu değil, Kerime Nadir'in adı.
> Bir yazar toplumu bu kadar derinden etkiliyorsa demek ki sadece melodram yazarı değil. Muhakkak bir yerlere dokunmuş olmalı. Bu durumda edebiyat dünyası onu niye küçümsüyor?
> Edebi bulmadıklarından... İddiaları bu. Oysa bugün romanlarını okuduğunuzda "anlatma sanatı" dediğimiz tahkiye sanatında çok başarılı eserler verdiğini görürüz. Sonra Türkçeyi çok doğru kullandığını da... Ama işte ele aldığı konular verem ya da aşk gibi "oyalayıcı" konular olunca küçümsenmiş... Yani büyük meselelere, ideallere yer vermediği için... Oysa Kerime Nadir'in veremi, yazdığı yıllarda Türkiye'de çok ciddi bir verem meselesi vardır. Bunu yabana atmamak lazım.. Ayrıca çok da ilginç bir yazar. Mesela, 1950'li yıllarda kanserin başladığım fark edip veremden kansere geçiş yapar.
> Trendleri kestiriyor yani? Bu çok ciddi bir öngörü ve bakış açısı değü mi?
> Kesinlikle. Böylece "Hıçkırık"taki verem, "Posta Güvercini"nde kansere dönüşür ve kadın ızdıraplar içinde ölür. Nedense bunlar kimsenin ilgisini çekmiyor. Oysa bu herkesçe kabul gören Batılı bir yazar, Susan Sontag tararından ele alındı: "Bir Metafor Olarak Hastalık" Sontag bu kitabında dünya tarihinde hastalığın nasıl ele alındığına yer vermişti. Ama biz ne yazık ki bunları göremiyoruz. Sonra konuları sadece melodramla sınırlı değildir. Mesela "Günah Bende mi?" kitabında II. Dünya Savaşı'ndaki koyu milliyetçiliği, faşizanlığı ele alır. Rus mezaliminden kurtulmuş bir adamın bir Türk'ün kendi ızdıraplarını anlattığı bir kitaptır ama bu arada bütün o Rusya'daki komünizme de karşı çıkan bir kitaptır. Aynı zamanda aşın milliyetçiliğin de getireceği tehlikelere işaret etmiş bir kitaptır yani zannedildiği gibi siyasetten habersiz bir insan değildi, Kerime Nadir. Son dönem romanlarında da aşın muhafazakâr dindarlığa karşı itirazları olmuştu.
> Çok da üretken bir yazar, bildiğim kadarıyla 30'un üzerinde romanı var. Üstelik o dönemde bugünkü gibi yazmayı kolaylaştıran bilgisayar da yok... Bunu nasıl başarmış?
> Unutmamak gerekir ki o dönemin yazarlarının hemen hepsinde bu özellik var. Hüseyin Rahmi'yi düşünün, yazdıklarım... Kerime Nadir bunu nasıl başardı? Anılarında kursun kalemle, san defterlere tek nüsha yazdığım görüyoruz. Hatta romanlarından bir tanesi kaybolur ve bin bir güçlükle bulunur. Ama sanıyorum ileri yıllarda daktiloya geçti çünkü daktilo başında göründüğü fotoğrafları vardır.
> Kahramanlarının ortak bir özelliği var mı?
> Var tabii... Çok ilginç ki kadın kahramanları biraz haindir. Mesela Nalân bile başlangıçta Kenan'a karşı haindir. Erkekler daha munis, romantik, duyguludur. Çok daha fazla acı çekerler. Bunun tipik örneği de "Samanyolu"ndaki kahramanıdır. Roman baştan sona onun ızdırabı üzerine kuruludur. Kerime Nadir'in kadınları delişmen, hoppa ve kendini seven erkeği anlamayan, kendini sevmeyen erkeğe kapılıp giden kişilerdir
> Kerime Nadir çok satmış, okunmuş, telifiyle geçinmiş bir kadın yazar olmasına rağmen edebiyat tarihi içinde kendine yer edinemedi. Neden?
> Türk edebiyatı Kerime Nadir'i pek içinde barındırmak istememiş. Mesela hayatta olduğu dönemde yazılmış, eleştiri yazılarında ya da kitaplarda fazla yer bulamamış hatta birçoğunda hiç yer alamamıştır. Yer aldığında da piyasa romancısı olarak tanımlanmıştır. Bu sadece Kerime Nadir'in de başına gelmiyor. Muazzez Tahsin, Esat Mahmut Karakurt içinde geçerli bunlar.
> Edebiyat dünyasının onu yok sayması, görmezden gelmesi Kerime Nadir'i nasıl etkilemiş?
> Herhalde çok fazla üzmemiş ki yazmaya ve okuruyla buluşmaya devam etmiş... 1960'lann sonuna kadar da popüler kültürün içerisinde kitapları çok iyi okunmuş biri. Dikkatinizi çekerim sadece "satmış değil", aynı zamanda da "çok iyi okunmuş..." Bence bunu ayırmak gerek çünkü bugün çok satan birçok kitabın çok okunduğu şüphe götürür. Oysa Kerime Nadir sattığı kadar okunan da bir yazardır. Mesela Kerime Nadir'in roman kahramanlarının isimleri, anne babalar tarafından doğan bebeklerine verilirdi. Hıçkırık’ın Nalan ve Kenan’ı özellikle 1930’lu yıllarda pek çok subay çocuğunun adı olmuştu. Çünkü bu romanın kahramanı deniz subayıydı. Sonra Funda ismi... Kerime Nadir bu ismi haşarı bir erkek çocuk için kullanmıştır. Oysa bu isim o zamana dek Türkçe'de kullanılmamıştı. Okurları bu ismi çok beğenmiş ama ses uyumundan ötürü kız çocuklara uygun bulmuşlardı ki kızlara bu isim verilmeye başlandı. Nitekim bugün de ortalıkta birçok Funda var.
GAZETELERE TİRAJ ALDIRIRDI
> Romanları gazetelerde tefrika ediliyor değil mi?
> Evet, çünkü ciddi tirajlar aldırıyor. Zaten bunu anılarından da öğreniyoruz. Romanları tefrika edildiğinde bir gazeteden diğerine okur taşıyacak kadar okunan bir yazar. Üst üste siparişler aldığı için de disiplinli olmak zorunda. Çünkü bir gazete bitiyor, diğeri başlıyordu. "Şu gazeteye, şu tarihte, şu romanı yetiştirmem gerekir" diyecek kadar profesyonel bir yazardı. Bu kadar profesyonel bir başka yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar'dı sanırım. Ama işte gazeteler peşinde, halk peşinde ama meslektaşları küçümsüyor. Bu açıdan bakarsak, Türkiye'nin okuma yazma tarihinde bugün bunu yakalayabilecek çok yazarımız var mıdır, pek sanmıyorum. Tabii bu yetiştirme telaşında dişe dokunmayan romanlar da yazmış. Zaten kendisi de bunu anılarında söylüyor. İşte "filanca dergiyi de kırmayayım ya da evin tamiratı için yazdım" diye... Ama önemli kitapları da vardır ve yabana atılmamalıdır.
> Hal böyle olunca eserleri bol bol sinemaya da uyarlanıyor...
> Sinemamız kitle sineması olmaya başladığı vakit, en önemli kaynaklarından bir tanesi de Kerime Nadir’di. Filmi çekilmemiş bir ya da iki romanı ya var ya yoktur. Ayrıca bazı romanları defalarca filme çekilmiştir. Mesela "Hıçkırık", sonra "Samanyolu..." Şimdi yine diziye uyarlandı. Şu da çok ilginç, her defasında bu filmler ya da diziler hep Kerime Nadir'in ismini kullanılarak çekiliyor. Yani önemli olan oradaki konu değil, Kerime Nadir'in adı.
> Bir yazar toplumu bu kadar derinden etkiliyorsa demek ki sadece melodram yazarı değil. Muhakkak bir yerlere dokunmuş olmalı. Bu durumda edebiyat dünyası onu niye küçümsüyor?
> Edebi bulmadıklarından... İddiaları bu. Oysa bugün romanlarını okuduğunuzda "anlatma sanatı" dediğimiz tahkiye sanatında çok başarılı eserler verdiğini görürüz. Sonra Türkçeyi çok doğru kullandığını da... Ama işte ele aldığı konular verem ya da aşk gibi "oyalayıcı" konular olunca küçümsenmiş... Yani büyük meselelere, ideallere yer vermediği için... Oysa Kerime Nadir'in veremi, yazdığı yıllarda Türkiye'de çok ciddi bir verem meselesi vardır. Bunu yabana atmamak lazım.. Ayrıca çok da ilginç bir yazar. Mesela, 1950'li yıllarda kanserin başladığım fark edip veremden kansere geçiş yapar.
> Trendleri kestiriyor yani? Bu çok ciddi bir öngörü ve bakış açısı değü mi?
> Kesinlikle. Böylece "Hıçkrnk"taki verem, "Posta Güvercininde kansere dönüşür ve kadın ızdıraplar içinde ölür. Nedense bunlar kimsenin ilgisini çekmiyor. Oysa bu herkesçe kabul gören Batılı bir yazar, Susan Sontag tararından ele alındı: "Bir Metafor Olarak Hastalık" Sontag bu kitabında dünya tarihinde hastalığın nasıl ele alındığına yer vermişti. Ama biz ne yazık ki bunları göremiyoruz. Sonra konuları sadece melodramla sınırlı değildir. Mesela "Günah Bende mi?" kitabında II. Dünya Savaşı'ndaki koyu milliyetçiliği, faşizanlığı ele alır. Rus mezaliminden kurtulmuş bir adamın bir Türk'ün kendi ızdıraplarını anlattığı bir kitaptır ama bu arada bütün o Rusya'daki komünizme de karşı çıkan bir kitaptır. Aynı zamanda aşın milliyetçiliğin de getireceği tehlikelere işaret etmiş bir kitaptır yani zannedildiği gibi siyasetten habersiz bir insan değildi, Kerime Nadir. Son dönem romanlarında da aşın muhafazakâr dindarlığa karşı itirazları olmuştu.
> Çok da üretken bir yazar, bildiğim kadarıyla 30'un üzerinde romanı var. Üstelik o dönemde bugünkü gibi yazmayı kolaylaştıran bilgisayar da yok... Bunu nasıl başarmış?
> Unutmamak gerekir ki o dönemin yazarlarının hemen hepsinde bu özellik var. Hüseyin Rahmi'yi düşünün, yazdıklarım... Kerime Nadir bunu nasıl başardı? Anılarında kursun kalemle, san defterlere tek nüsha yazdığım görüyoruz. Hatta romanlarından bir tanesi kaybolur ve bin bir güçlükle bulunur. Ama sanıyorum ileri yıllarda daktiloya geçti çünkü daktilo başında göründüğü fotoğrafları vardır.
> Kahramanlarının ortak bir özelliği var mı?
> Var tabii... Çok ilginç ki kadın kahramanları biraz haindir. Mesela Nalân bile başlangıçta Kenan'a karşı haindir. Erkekler daha munis, romantik, duyguludur. Çok daha fazla acı çekerler. Bunun tipik örneği de "Samanyolu"ndaki kahramanıdır. Roman baştan sona onun ızdırabı üzerine kuruludur. Kerime Nadir'in kadınları delişmen, hoppa ve kendini seven erkeği anlamayan, kendini sevmeyen erkeğe kapılıp giden kişilerdir.
(Vatan Kitap ekinin son sayısından alıntılanmıştır...)
Kerime Nadir'in tüm eserlerini görmek için bu linki kullanabilirsiniz