Müslüm'e paramparçayı ben söylettim

Müzik Pazarlamacısı Süha Yavuz, Müslüm Gürses'in aslında bir Şebnem Ferah parçası söyleceğini ama olmayınca Teoman'ın Paramparça adlı şarkısını söylediğini açıkladı ve "Yaşamım boyunca solcu oldum" dedi.

Müslüm'e paramparçayı ben söylettim
Müslüm'e paramparçayı ben söylettim
GİRİŞ 23.07.2010 15:25 GÜNCELLEME 23.07.2010 15:25
Bu Habere 7 Yorum Yapılmış

Yaşar İliksiz'in röportajı

Transborders Project Albümünden hareketle, projenin yapımcısı Süha Yavuz, yapımcı Faik kestek ve Albüme sesiyle hayat veren ünlü sanatçı Aynur Haşhaş'la bir araya gelince yaptığımız söyleşiyi sizlere aktaracağımı belirtmiştim...  Doğal olarak, "insan Süha Yavuz'u öyle bir ortamda yakalamışken bunları mı sorar?" diyenler de olacaktır. En kolayı oydu... Ama ünlü menajerin sadece tek boyutlu yaşam sürmediğini göstermek bana göre doğru olandı. Yine de satır aralarında yeterince magazin malzemesi bulunan  söyleşi aslında çok daha sosyolojik ve felsefik derilikli olmaya meyilliydi.  Hem konuşmayı projeden uzaklaştırlamak, hem de önemli gördüğüm ayrıntılardan dolayı daha sonra geniş zamanda söyleşmek amacıyla frenlemek zorunda kaldım... Fazla söze gerek yok, işte Süha Yavuz ile gerçekleştirdiğimiz "sıradışı" söyleşi: 

>Önce Projenin yapımcısı Süha Bey’i tanıyalım. Kimdir, bu projeyi nasıl ve niçin üretmiştir?

> Ben müzik pazarlamacısıyım. Kendimi hiç yapımcı olarak görmedim. Üniversite’de bile özellikle marketing kısmını seçtim. ODTÜ’yü bitirdikten sonra pek çok uluslararası şirkette pazarlama yöneticiliği yaptım. Philips’te üst düzey yöneticilik yaparken Poligram’a geçtim ki bana göre dünyanın en büyük katalog şirketidir. Dünyaca ünlü çok sayıda marka şirketlerinde yöneticilik yaptıktan sonra kendi işimi yapmaya başladım. Milyonlarca adet albüm satan çok sayıda işe imza attık…  İçlerinde keyif aldığımız projeler de oldu. Gelip geçici pop işler de…  Pop müzik adı üstünde pazarlamaya dayalı, günü birlik, bugün var yarın yok müzik. Pop Müzik parçaları ilk kez dinlendiğinde garipsenir. Parçanın klibi ekranda 20 kere çevrilip, radyolarda tekrar tekrar dinletildiğinde beğenilmeye başlanır.  Zamanla medya tarafından herkese ezberletilir.  Zamanla da beğeni kazanırlar. Yani medyanın gücü beğeni kriterlerinizin önüne geçer.  Arabanın atların önüne geçmesi diyoruz biz buna. Çok yaptık, gördük!

kullan
"Şimdi herkes Müslüm benim parçamı da okusun ister ama acaba şimdi o okur mu?"

Müzik pazarlamacığının en keyifli yönü farklı projeler üretebilmektir.  Mesela Müslüm Gürses’e Teoman’ın Paramparça parçasını söyleten benim. Benim projemdi o. O  güne kadar Müslüm Gürses hep belli mekanlarda, belli kişilere şarkı söylerdi.  Ama o projeden sonra daha başka mekânlarda, farklı insanlara türkü söyledi, şarkı söyledi. Başka tarzda albüm yapıldı. Başka başka insanlar Müslüm Gürses’i sevdi.

"MÜSLÜM GÜRSES ASLINDA ŞEBNEM FERAH OKUYACAKTI"

> Müslüm Gürses’in eski hayranları onu ellerinden aldığınız için sizi taşlamadılar mı?

Müslüm yine aynı Müslüm değişmedi ki! Müslüm’ü eskiden dinleyenler yine dinliyorlar. Belki Müslüm eski hali ile kalsa bugün onlar da bu kadar beğeni ile izlemezlerdi. Müslüm’ün altyapısını o eski haliyle bıraksaydık belki de kendi tarzını tekrar ede ede tüketilemez hale gelip yok olacaktı. Kullanılmayan kas nasıl küçülüyorsa o da küçülecekti. Müslüm şimdi pazularını daha fazla geliştirdi. Başka şekle girdi ama hâlâ eski Müslüm. Belki gömleğinin kolları kısaldı falan ama yeni nesil onu öyle seviyor. Öte yandan olaya sadece Müslüm diye bakamazsınız ki Müslüm’ün ışıkçısı var, setçisi var, makyajcısı var, osu var busu var… Müslüm bir fabrika yani. Müslüm markasının ömrü uzadı, kapsama alanı genişledi, dolayısıyla Müslüm fabrikasında çalışan herkes ekmek yemeye devam ediyor… Beni neden taşlasınlar ki? Yeni Müslüm’ü dinlesinler, bir baksınlar, beğenmeyecekler mi? Ondan sonra taşlıyorlarsa da taşlasınlar, ne diyeyim yani! Paramparça diyorum! (Gülüyor).

Aslında Müslüm’e o zaman ilk olarak Şebnem Ferah’ın ‘’Deli Kızım Uyan’’ parçasını söyletmek istedim. Ama Şebnem Ferah bunu kabul etmedi.  O kabul etmeyince ben de Teoman’a teklif götürdüm. Teoman ‘’Ben o odama bayılırım’ dedi.  Tabi, o zaman Müslüm henüz Coca Cola reklamına çıkmış, Akbank reklamlarında oynamış Müslüm değildi. Gülhane’de herkesin dinlerken birbirini jiletlediği Müslüm Baba’ydı. Teoman’ın işte o müslüm için ‘’Ben o adama bayılırım. Süper yorumcu’’ demişti. Üstelik yeni patlamış, kendisi için son derece değerli bir parça olan paramparça şarkısını verdi.  Şebnem’in vermeye razı olmadığı parça ise 7-8 senelikti. Teoman gözü kapalı daha 3 ay önce çıkardığı albümdeki parçayı verdi, ‘’okusun’ dedi. İkisini bir araya getirdik okudular. Ondan sonra Müslüm markası değerine değer kattı. E, Teoman’a da o marka başka bir platform verdi, ayrı bir değer kattı. Şimdi herkes Müslüm benim parçamı da okusun ister ama acaba şimdi o okur mu?

BEN TÜRKÜLERİ ÇOK SEVİYORUM

>Anladığım kadarıyla meslek icabı müziğin türünü pek önemsemiyorsunuz. Piyasada neyin tutacağının hesaplarını yapıyorsunuz.

"Hayal ediyorum; Aynur türkülerini Türkçe söylerken, altta Japoncası yazacak, dinleyen hem müziğe hem sözlere kapılacak… Uzun soluklu bir projenin ilk taşı bu."
kullan

>İşim bu! Ama ben özelikle türküleri çok seviyorum. Faik’in firması da tam anlamıyla türkü membaı… Bu açıdan muhabbetimiz oldukça iyi. Türkü albümleri de yaptık. Örneğin üç tane İbrahim Tatlıses albümü yaptık. Onun repertuar çalışmalarını da yaptık. Fakat başarılarımızın hepsi sınırlar içinde kaldı.  Yapılan işleri sınırların ötesine geçirme şansımız olmadı. İşte bu projeyi gerçekleştirmemizin nedeni de artık sınır ötesine de adım atabilmek, sınırları geçen evrensel duygulara hitap eden Türkü eksenli bir albüm çıkartabilmekti.

İstedim ki evrensel bazda herkesin tat alabileceği, benim mesleğimin diliyle ifade edersek, tüketebileceği bir ürün olsun. Öte yandan sahnelenebilsin. İnsanlar bunun görsel yanının da tat alabilsinler. Barkoda müzik dönerken, Aynur’un türküsü dönerken, sözler gösterildiği ülke dilinde aşağıda yazsın. Projeyi ilk kez Japonya’da sahneleyeceğiz İnşallah.

 Hayal ediyorum; Aynur türkülerini Türkçe söylerken, altta Japoncası yazacak, dinleyen hem müziğe hem sözlere kapılacak… Uzun soluklu bir projenin ilk taşı bu. Başarılı olacağına da çok inanıyorum. İnşallah ondan sonra yine böyle küçük hacimli, bir yerden bir yere kolayca gidebilecek birkaç kişilik ekiplerden kurulu projeler de gerçekleştireceğiz. Aynur bizim bu anlamda sınır ötesinde ses getirmesini ve beğenilmesini beklediğimiz ilk sesimiz olacak.

"TÜRK ŞAPKASI İLE BU PİYASA GİREMEZSİNİZ"

> Peki, istisnalar dışında Türk sanatçılarının dışarıda genelde talep görmemesi, sınırların ötesine geçememesi neden kaynaklanıyor?

>Tamamen derdimizi anlatamamamızdan kaynaklanıyor. Özellikle pop işler yaptığımız zaman sanatçılar ve menajerleri istiyorlar ki yurt dışında tanınalım. Ülkemizden yabancı sanatçıların başarısına bakarak diyorlar ki “Nasıl onlar burada tanınıyorsa, biz de yurtdışına gidelim, orada da tanınalım.”  Fakat bu diyarlar söz ülkesi olduğu için müzik o ülke ölçütlerinde yetersiz kalıyor.

Zaten ciddi bir ön yargı da var. Teklif götürdüğünüz zaman adamlar diyor ki, “Sen kafanda Türk şapkası ile bu piyasaya giremezsin. Bırakın pop albümünü, çok iyi bir rock albümü bile ondaki ön yargıyı kırmıyor.  Tabi oradaki yönetici de sonuçta ürünü pazarlayacağı toplumun temsilcisi. Bu ön yargıyı kırmak çok zor! Benim felsefem akıntının üstüne gitmekte direnmektense, kendini akıntının akışına bırakmak yönünde.  Akıntıya karşı çansınız yoksa imkânsızı denemek yerine, akıntıdan yararlanıp, yol alarak kendi gücünüzü göstermenin zamanını beklemek gerekir. Müzikte de bu böyle.

Şimdi böyle bir fırsat doğduğuna inanıyorum. Şimdi ben bizim toprağımızın türkülerini uluslararası festivallerde başka ülkelerin insanlarına dinletmek istiyorum. Bir Japon’a dinletmek istiyorum, bir Brezilyalıya dinletmek istiyorum. İstiyorum ki bizim türkülerimiz onların da yüreklerini titretsin. Onlar bir yandan bizim türkülerimizi dinlerken bir yandan sözlerinin tercümesini okusun.

"Japon lirikleri beni nasıl etkiliyorsa bizimkiler de onları etkiler. Üstelik bizim türkülerimizin sözleri gibi lirik çok fazla görmedim. O lirikleri aktardığımız zaman insanların kalbine rahatlıkla geçebileceğine inanıyorum"
kullan

Mesela ben Japonların şiirlerini çok seviyorum. Ama o şiirin gücünü ancak Japon melodilerinin içinde dinlediğiniz zaman hissedebiliyorsunuz. Sözlerini de okuduğunuz zaman, zekâ ürünü olduğunu anlıyorsunuz. O duyguların benim tarafımdan hissedilmesi mucize gibi bir şey. Orada hiç görmediğim bir bitkinin üstüne konmuş hiç görmediğim bir kuşun duygusunu buradaki hayatıma uygulayabiliyorum. Japon lirikleri beni nasıl etkiliyorsa bizimkiler de onları etkiler. Üstelik bizim türkülerimizin sözleri gibi lirik çok fazla görmedim. O lirikleri aktardığımız zaman insanların kalbine rahatlıkla geçebileceğine inanıyorum.

ALBÜM SAHNELENEBİLİR BİR PROJE

>Bu albüm o inancın ürünü mü?

> Elbette.  Türkülerimizi otantik hali ile okutup, modern alt yapı besleyelim, içinde geleneksel tınılar da olsun istedik. Proje kafamda şekillendiğinde, önde türküleri okuyan iyi bir solist, arkasında yarı playback dediğimiz alt yapı ve iki üç kişilik sahne performansını sağlayacak destek güç düşünmüştük. Yani ekibi ile birlikte toplam 5-6 kişilik, rahatlıkla uçabilir ekip oluşsun diye düşünmüştük. O ekibi ben Güney Amerika’daki bir festivale göndereyim, orada sahne alsın. Bu coğrafyanın tanıtımını yapsın. 

Düşünün ta Japonya’dan, Güney Amerika’dan kalkıp ülkemize geliyorlar, sahne performanslarını rahatlıkla sergileyebiliyorlar. Biz de rahatlıkla gidip orada kendi performansımızı sergileyebiliriz.

Sahnelenebilir bir proje bu albüm.  Tabi ki kaliteli, duygulandırıcı, coşkulu, farklı ama klasik tatları da ihtiva eden müzik severlere albümü ulaştırıp, dinlettirmeyi amaçlıyoruz ama hedefimiz en baştan sadece albüm üretmek değildi. Çünkü milyonlarca albüm satılması imkânsız artık. Bu gerçeği görüyorum.

İNTERNETTE PAYLAŞIMA KARŞI DEĞİLİM

kullan
"Bu arada yurtdışında Meleklerin Dansı, dervişler gibi sergiler açan ünlü fotoğraf sanatçısı Mehmet Günyeli’ye dinlettik parçaları. O da çok etkilendi ve albümde fotoğraflarını kullanmamıza izin verdi. Hatta bu albümle sergileri evlendirelim ben de sergilerimde bu müzikleri kullanayım” dedi.

Aslında eskiden daha çok albüm on milyonlarca kişiye ulaşıyor ve eskisinden daha fazla kişi tarafından dinleniyor. Yani eskiden tüketildiğinden fazla albüm tüketimi var, müzik parçası tüketimi var. Mesela ben bir albümden 10 milyon adet satıyordum bu ülkede tek başıma. Aynı repertuarı bugünün koşullarında bassam, dijital paylaşım vs. ile birlikte bu çok rahat 30 milyona çıkar. Çünkü tüketim artmış durumda. Müzik tüketimi ciddi anlamda arttı. Ama paylaşım yöntemlerinin gelişiminden dolayı artık eskisi kadar para kazanılamıyor bu işten.  Yapacak bir şey yok. Paylaşıma karşı değilim ben. İnsanlar ne kadar çok paylaşırsa o kadar çok tanıtım oluyor. Sanıtçı o kadar ünleniyorn. Ünlenince de sahne ansları artıyon... Paylaşsın insanlar bunu, niye paylaşmalarına mani olayım ki! Buna kızanlar hâlâ alsüm satarak para kazanacağını sanma noktasında kalanlar.

Artık albüm satarak eskisi kadar para kazanmak mümkün değil. Proje bunun bilincinde olarak planlandı. Sadece müziği satarak, dağıtarak değil, sahneleyince de para kazanabilme şansını doğuracak.

Para kazanmak için yaptığım başka pop işler de var. O işlerin menajerliğinden, başka yan ticari kazançlarından para kazanmayı amaçlıyorum.

Ama projeyi hayata geçirirken ticari amaç gütmedim.  Hiç birimiz gütmedik! Gerçekten sadece sevdiğimiz bir şey yapalım ve bu bize model olsun istedik. Bundan sonra gelecek geliştirilebilecek projelere örnek olacak güzel bir yapım oluşturalım istedik.

AYNUR'UN TÜRKÜLERİ OĞUZ7UN TÜYLERİNİ DİKEN DİKEN ETTİ

>Proje için aradığınız iyi ses olarak neden Aynur’u seçtiniz?

>  Ben projeyi Faik’e anlattım. Nasıl bir ses olabileceğini düşündük. Solistin doğaçlama okuyacak kabiliyette birisi olması gerektiğinde fikir birliği yaptık. Bu tarz türkü okumak hakikaten farklıdır. Mesela askerlik nedeniyle bulunduğun Şırnak’ta dağın üstüne otururken, elini kulağına atarak tek başına gayet güzel türkü söyleyen insanlar vardı. Onların tadında ve doğaçlığında okuyacak yetenekli seslerdendi Aynur. Ona “kayanın üstüne oturup, dağda kendi kendine türkü söyleyen insanlar gibi yalın söyle sen türkülerini, biz onun etrafını doldururuz” ricasında bulunduk. Aklına yattı, hoşuna gitti çok da kolay okudu. Küçücük bir mekânda zorlanmadan okudu, kaydetti. Biz onu aldık, türküyü ve müziği bilen ama okunanlarla ilgisi olmayan, prodüktör arkadaşa getirdik ve “sen bunu dinle bakalım, etrafını doldurup, dolduramayacağını da düşün” dedik. İki gün sonra beni aradı. Heyecan içinde “ağabey tüylerim diken diken oldu! Ne kadar güzel sözleri ve icrası” dedi. Aynur projedeki görevini tamamlamıştı. İş artık diğer arkadaştaydı. Bu arada yurtdışında Meleklerin Dansı, dervişler gibi sergiler açan ünlü fotoğraf sanatçısı Mehmet Günyeli’ye dinlettik parçaları. O da çok etkilendi ve albümde fotoğraflarını kullanmamıza izin verdi. Hatta bu albümle sergileri evlendirelim ben de sergilerimde bu müzikleri kullanayım” dedi. Sergilerinde artık bu albümün müziklerini kullanıyor…

> O zaman 1 taşla 3-5 kuş birden vurmuşsunuz!

> Böyle farklı yapımlar çok üretilmiyor bizde. Bu farklı bir proje. Projeye emeği geçenlerin ortalaşa oluşturdukları bir yapımı değil. Her aşamasını alanının başka bir ustasının ürettiği türden bir yapım! Ben sadece işlerinde usta isimleri koordine ettim.  Böyle bir şey yapılabileceğine inanmasaydım hiç kolları sıvamazdım.  Benim projenin sanat yönüne hiçbir dâhilim yok, repertuar seçimi tamamen Aynur’a ait. Kendi içinden geldiği gibi okudu parçalarını seçti. Sonraki aşamalar da anlattığım gibi doğal sürecinde gelişti. Ben pazarlamacı olduğum için işin pazarlama yönüne kafa yoruyorum. En başta dedim ya müzik pazarlamacısıyım!

KAPİTALİST OLDUĞUMU NEREDEN ÇIKARTTINIZ?

"Marketing diye bir şey var. Marx pazarlamayı reddetmiyor ki! Adamın söylediği baştan aşağı bu! Yani Kapitali okuduğunuz zaman aslında Marx’ın pazarlamacılığı anlattığını görebilirsiniz"
kullan

>Kasetin adı “Sınır Ötesi”. İki ayrı espri kastettiğini düşünmüştüm. Birincisi ülke sınırları ikincisi insan ruhunun sınırları. Ama şimdi aşılmış üçüncü bir sınır algılıyorum. Dostluğumuz ve samimiyetimizden dolayı iyi bilirim ki Faik bey, bu alemde tanıdığım en harbi ve namuslu sosyalistlerden. Aynur tanıdığım kadarıyla hümanisttir ve aşkın bir yapıya sahiptir. Ama albümün üçüncü ayağında bir kapitalist görüyorum ki bu yönüyle de başka bir sınırın ötesine geçilmiş oluyor…

> Kapitalist olduğumu nereden hükmettiniz?

> Kendinizi pazarlamacı olarak tanımlamanız yeterli değil mi? Öte yandan kapitalimin dev markalarında üst düzey görevler alabilecek kadar piyasa şartlarına hakimsiniz…

> Pazarlamacı olmam kapitalist olmamı gerektirmiyor ki! Tamam, görev yaptığım markalar kapitalist devlerdir ama aynı zamanda büyük birer değerdirler. Markalar tıpkı ürün gibi birer değerdir, bunu tartışırız.  Marketing diye bir şey var. Marx pazarlamayı reddetmiyor ki! Adamın söylediği baştan aşağı bu! Yani Kapitali okuduğunuz zaman aslında Marx’ın pazarlamacılığı anlattığını görebilirsiniz. Bir mal ürettiğiniz zaman onu ihtiyacınız olan bir ürüne dönüştürmeniz lazım ki hayatınızı sürdürebilesiniz. Bunu yapamazsak monoton tek düze, birbirinin aynı sıkıcı hayatlar yaşarız.  İnsanların ruhlarını rahatlatabilmek için, hayatlarına renk getirmek için değişik tüketim araçlarına ulaşmaları şart. Üretimi baltalayan yılgınlığı bıkkınlığı aşmak için, değişiklikler, yenilikler gerekir. İnsanın içindeki, ruhundaki açlığı doyurursanız, toplumsal açlıkların önüne geçebilirsiniz.

>Olaya sizin açınızdan bakmaya çalıştığım zaman, anladığım kadarıyla Marks da bir marka!

>  Tabii ki!

SOYVETLER BİRLİĞİNDE TELİF YOKTU AMA...

>Faik Amca, Sosyalizm ruhu bu çıkarıma onay verir mi? Sosyalizm ahlakı bunu kaldırır mı?

Faik Kestek: İçinde bulunduğunuz koşullar malum. Bugün ürettiğiniz her emek ürününü, içinde bulunduğunuz üretim tüketim ilişkilerine göre insanlara ulaştırabilirsiniz. Kendi dâhilinde oluşmuş yapı içerisinde bunu insanlara sunamıyorsunuz. Süha’nın söyleşinin başından beri bahsettiği yapıtların nasıl, hangi kanallarla üretildiği ortada… Çalgıcısına, stüdyosuna velhasıl hemen her aşamada bir sürü kanala bu üretim-tüketim ilişkileri içerisinde şekillenmiş koşullara göre ödeme yapmak gerekiyor.

"Mesela senin buraya gelmeni sağlayan bu söyleşiden yola çıkalım. Sen bunu hangi kanallarla insanlara ileteceksin? Hangi araçları kullanacaksın? Kullandığın araçlar bizim kullandığımız araçlardan farklı araçlar değil. Alternatifi bir pozisyon veya ulaştırma vasıtasını nasıl sağlayabilirsin? Denemeye kalksan bile önün tıkanır. Yapamazsın!"
kullan

Mesela Sovyetler Birliği sisteminde telif yoktu ama o sistem sanatçılara bedava üretim yapabilecekleri stüdyolar kurmuştu. Üretilen eserlere halkın ücretsiz ulaşabileceği kanallar sağlamış, araçlar temin etmişti. İnsanlar ürettiklerini insanlara rahatlıkla ulaştırıyorlardı. Devlet sanatçılara asgari geçim düzeyinde hayatını rahatlıkla sürdürmesini sağlayacak koşulları temin ediyordu. Şimdi, Süha’nın açısından, benim açımdan, Aynur’un açısından baktığında böyle bir pozisyon Türkiye’de yaratılabilir mi? Senin dışındaki dünyayı değiştirerek yaratılır! Ama bunu başaramıyorsan böyle bir üretim sisteminde hangi kanalları kullanabileceğin bellidir. Mesela senin buraya gelmeni sağlayan bu söyleşiden yola çıkalım. Sen bunu hangi kanallarla insanlara ileteceksin? Hangi araçları kullanacaksın? Kullandığın araçlar bizim kullandığımız araçlardan farklı araçlar değil. Alternatifi bir pozisyon veya ulaştırma vasıtasını nasıl sağlayabilirsin? Denemeye kalksan bile önün tıkanır. Yapamazsın!

"YAŞAMIM BOYUNCA SOL GÖRÜŞE SAHİP OLDUM"

Süha Yavuz: Yaşamım boyunca sol görüşe sahip oldum ama çalıştığım şirketlere bakarsan hepsi emperyalist. Uluslararası dev şirketler… Bunların hepsi devletlerinin ideolojilerini temsil eden, kraliçelerinin, krallarının armasını taşıyan şirketlerdir. Yani öyle sırada anonim şirketler falan değiller. Bunların misyonları da belli, görevleri de belli vs. Kendi markanızı oluşturmanız lazım onlar uluslararası pazarlarda rakip olabilmek için. Ben bir zaman yerli bir grubun içerisinde de çalıştım.  Kendi markamızı oluşturalım diye dünyanın her tarafını dolaştık. Elektrik süpürgesi yapacağız, en uygun Pazar neresi olabilir diye her yere gittik. Sanırım 1997 yılıydı Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gittik. Siyahlar yönetime geldiği için beyazlar oradan kaçıyorlardı. Mandela yönetimi ele geçirdikten sonra beyazların hepsi sermayesini Yeni Zelenda’ya götürdü. Biz de fırsattan istifade oraya yerli markayla gittik. Çok etkili de olduk. Tabii daha sonra ambargo kalktı ve diğer markalar da pazara geri döndü. Rekabet kızıştı. Biz oraya üretici güç olarak gitmenin avantacıyla ayakta kalabildik. Yani Türkiye’de çok ciddi bir elektrik motoru üretim potansiyeli vardı, o potansiyeli oraya da götürdük. 1.5 ay sonra 60 tane Afrikalı işçi çalıştırıyorduk, yerel destekler aldık. Afrika’daki ilk küçük ev aletleri üretimini biz yaptık. Ondan sonra oradan başka ülkelere sıçraya şıçraya pek çok ülkeye kendi markanızı götürebilirsiniz. Bu durum ülkemize de kazanç sağlıyor.  Buradaki bilgi birikiminin karşılığını alıyorsunuz bir anlamda. Bu da bir değer. Orada ürettiğiniz marka da bir değer. Ben bu konuyu her zaman her yerde tartıştım. Yine de tartışırım. Marka üretim tüketim zincirin içindeki çelişkilerinin veya savaşlarının veya her ne derseniz onun, değer verilmesi gereken, saygı duyulması icap eden emek birikimidir. Tabi markanın iyi yönetiliyor olması lazım, hedeflerinin olması lazım. Ben bunu yaşayarak öğrendim. Yani dolayısıyla Transporter Project’e döndüğümüz zaman sınırlar ötesine geçerken, kitapta yazan şeyin dışına çıkmıyoruz. Pazarlamacılık iyi bir meslektir. Üretilen emeğin karşılığını bulmasına sebep olur.

> Bu güne kadar aldığı olumlu, varsa olumsuz tepkiler ışığında albümün geleceğini nasıl görüyorsunuz?

>Uzun bir yol bu. Tüm dünyaya göstermek, elden geldiğince fazla ülke insanlarına dinletmek  istiyorum bunu. Bu benim nazarımda küçük çaplı bir proje. Devamı gelecek, benzerlerini doğuracak bir proje. Bundan sonrakinde Aynur Haşhaş yerine başkası da olabilir. Herkes olabilir, bambaşka bir isim de olabilir. Nasıl Kardeş Türküler bugün çıkıyor açık havada kalabalıklara hitap edebiliyorsa, biz de onlarla birlikte aynı türküleri söyleyebiliyorsak, bu proje de bir gün aynı şekilde kalabalık kitlelere hitap edebilecektir. Kardeş Türküler de öyle bir proje. Olmuş, oluşmuş kendi içinde büyümüş, şahane bir proje yani 4/4 lük. Bu ona göre küçük, ekibi kolay taşınabilir bir proje. Çünkü ekonomik imkanlar kısıtlı. Kültü bakanımız sağ olsun her zaman manevi desteği arkamızda!  Ne zaman  destek istesek manevi desteğini esirgemiyor. Ama o desteğin de bize yararı olmuyor. Bandrolden alınan paralar sektöre geri dönmüyor. Albüm çıkartıyoruz, bürokratik işlemlerin albüm çıkartmaktan fazla masrafı var! Dosya hazırla para, o para, bu para. Falan… Alınan paralar sektöre dönse neyse de sektöre de dönmüyor. ’’Biz böyle bir proje yaptık, uçuralım, götürelim, başka ülkelerde sahneleyelim’’ diyoruz cevap belli, ‘’Efendim manevi destek veririz...’’ Transporter Project de arkasında manevi destek olan bir proje yani. Kısıtlı imkânlarla Türk Müziğinin dünyaya açılış projesi…

> Albümdeki parçaları Aynur Hanımın seçtiğini söylediniz ama hiç yönlendirmeniz ya da tavsiyeniz olmadı mı?

>Hayır, hiç olmadı. Öyle bir müzikal alt yapım yok benim. Ben sadece müzik pazarlamacısıyım. Öyle doğdum, öyle devam edeceğim... Bütün parçaların seçimini Aynur Haşhaş yaptı. Onun seçtiği parçaların üzerine diğer arkadaşlar kendi müzik yeteneklerini icra etti.

YURT DIŞINDA TANINAN SANATÇI SAYIMIZIN ARTMASI GEREKİYOR

> Proje bir gün sahneye çıktığı zaman Aynur’un yanında kimleri göreceğiz? Kimlerin albümde emeği geçti?

"Sabahat’ın yanında neden Aynur da olmasın! Güzel proje. Ben iki tane japona dinlettim onlar da çok beğendiler! (Gülüşme) Bu geyik de hep yapılır bizim piyasada ama vaziyet böyle!"
kullan

> Herkesin katkısı oldu. Oğuz Çetiner en çok emeği geçen isimler arasında. Oğuz yeni nesil bir prodoktör. Aranjör demeyeceğim kendisine, prodoktördür. Çünkü Aynur nasıl sesiyle parçalara ruhunu verdiyse, Aynur’un sesinin dışındaki müzik ruhunu o belirledi. O besteledi. Aslında çok bilinen Türkülerden oluşuyor gibi görünse de, tüm eserler özgün besteler.  Dolayısı ile Oğuz mutlaka olacaktır olacaktır.  Mutlaka dans olmalı, sahne şovunu gerçekleştirecek isimler olması lazım. Yani sonuçta küçük bir uçağın bir koltuk sırasını işgal edebilecek kadar küçük bir ekip olacak. Sayı az olunca uçmaları, uzaklara gitmeleri daha kolay. Uçsunlar gitsinler. İzlanda’ya gitsinler. Bir sürü Dünya festivali var, bizim hangi sanatçımız katılıyor? Kimsenin haberi yok. Bir gazeteyi açtım geçen gün mesela Fillandiya’da Caz Festivali varmış. Giden gitmiş. Resimlere bakıyorum, insanlar oturmuş sandalyeye caz dinliyorlar. Bizim bir sürü caz’cımız var. Niye orada yoklar? Aynur bu proje ile orada olmaya da talip…

> Bildiğim kadarıyla Anadolu’nun türkülerini icra ederek bir tek Sabahat Akkiraz gidebiliyor o tür festivallere. Hatta işin trajikomik yönü dünya Sabahat Akkiraz’ı alkışlarken, bizim ülkemizde insanların yüzde 90’ı aşan oranı hâlâ öyle bir ses olduğunun farkında değildi.

> Çoğalması lazım bizim çabamız o. Sabahat’ın yanında neden Aynur da olmasın! Güzel proje. Ben iki tane japona dinlettim onlar da çok beğendiler! (Gülüşme) Bu geyik de hep yapılır bizim piyasada ama vaziyet böyle!

> O zaman izninle ben pazarlamacıyla söyleşiyi burada kesip, biraz da pazarlanacak malzemeyle söyleşeyim. (Gülüşme)

Söylemişimizin Aynur Haşhaş ağırlık ikinci bölümünü ilerleyen saatlerde size sunacağız....

(Haber 7)

YORUMLAR 7
  • Mürsel DEDEOĞLU 14 yıl önce Şikayet Et
    çok uzun...Mürsel DEDEOĞLU. söyleşi çok uzun konusu çok basit değersiz...okumak ciddi bir zaman kaybı olur..başlıktan ne olduğu belli zaten....asıl meseleye gelirsek,malum parçaya tuvalette bile tahammül edemiyorum nednse....:))
    Cevapla
  • Haluk 14 yıl önce Şikayet Et
    Bu röportaj ın haber değeri!. Dünya sadece siyasetten ibaret değilyiyeceğiz, içeceğiz, okuyacağız, yazacağız, tatile gideceğiz, müzik dinleyeceğiz, yapacağız (Becerebilen), spor yapacağız. Herkes gücü yettiğince insan onuru ve haysiyeti sınırlarını aşmadan bir meşgale ile uğraşabilir. İşte bu röportajda da bu veriliyor. Kendi yorumumuda ekliyeyim Müslüm babayı dinlemeyi hiç sevemedim ama PARAMPARÇA cep telefonumda ara sıra dinlerim hakkatten güzel yorumlamış Teoman dan iyi söylüyor. (Bana göre)
    Cevapla
  • yılmaz demir 14 yıl önce Şikayet Et
    sabahat akkiraz. bir türkü sevdalısı ve yorumcusuyum sanırım reperturlarda dinlemediğim türkü yok. mutlaka her türkü okuyucumuz yorumuyla söyler mesela ben sabahat akkirazın ses rengini sevmiyorum
    Cevapla
  • Yusuf Alioğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    orkun. bu ve benzeri haberler okumak istiyorsan vaktinde de var belliki git doğan medyalamasının sitelerinde bolca oku
    Cevapla
  • Ork Hun 14 yıl önce Şikayet Et
    haber 7 yorumcuları. yav sabah akşam tayyip haberi mi görmek zorundayız? neyini beğenmediniz, misler gibin röportaj. sonuna kadar okudum. müzik de bu dünyanın bir parçası ve bunun hangi kanallardan ne şekilde pazarlandığını anlamaya çalıştım bu röportajla. okumayın kardeşim beğenmiyorsanız. bu ne faşizmdir ya. sizin istemediğiniz haber yayınlanmayacak mı? allah allah
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
NATO Genel Sekreteri ABD'den sonra Türkiye'de! Gündem savaş
GENAR Araştırma'dan son seçim anketi! Hangi parti önde