Atatürk'e suikasti Mehmet Akif önlemiş

Mehmet Akif'in oğlunun babasını anlatttığı eserde Mustafa Kemal Atatürk'e karşı planlanan suikastlerden birisinin Mehmet Akif'in sayesinde fark edildiği belirtiliyor...

Atatürk'e suikasti Mehmet Akif önlemiş
Atatürk'e suikasti Mehmet Akif önlemiş
GİRİŞ 13.10.2010 11:52 GÜNCELLEME 13.10.2010 11:52

Ali Görkem Userin röportajı

Yusuf Turan Günaydın ile yapılan söyleşi...

> İsterseniz evvela Mehmet Âkif’e olan ilginizden başlayalım. Daha önce de Mehmet Âkif’in Mektupları (Ebabil Yayınları, 2009)’nı yayına hazırlamıştınız. Âkif’e yönelik bu özel ilgi ve gayretinizin temelinde hangi saikler var?

> Öncelikle babamın ısrarlı Safahat okumalarının en önemli saik olduğunu söylemeliyim. İlkokul yıllarımda babamın matbaaya gelen dostlarına, özellikle gençlere Safahat’tan bıkmadan usanmadan, sayfalarca okuduğunu görüyor ve tabii ki bu ısrarı dikkatimi çekiyordu. Lise yıllarına geldiğimde babam artık bu kez evde kardeşimi ve beni karşısına oturtarak –diğer bazı kitapların yanı sıra– yine sayfalarca Safahat okumaya başlamıştı. O ısrarla okur, biz merakla dinler ve metinde geçen, mânâsını bilmediğimiz onlarca kelimeyi cümlenin gelişinden yola çıkarak çözmeye çalışırdık. Anlamadığımız kelimelere rağmen metinden süzülen etkileyici hava, bizi o dünyanın içine çekerdi.

Bu okumaların Mehmet Âkif’e ilgiyi kamçılaması sanırım çok doğaldır. Babam Safahat’ın –o zamanlar tek bir yayınevi tarafından basılan– bir nüshasını (İnkılâp ve Aka, 11. baskı, 1977) kendi elleriyle ciltlemişti ve matbaada bir bölmede Ali Fikri Yavuz’un Kur’ân Meâli ile birlikte muhafaza ediyor, bu iki kitabı kitaplıktakilerden ayırıyordu. ‘Vasiyetini yazmayacağını, bize vasiyetinin Safahat olduğunu’ söylemesi de (bunu sıkça hatırlatırdı) Âkif’i gözümüzde daha da ayrıcalıklı kılıyordu elbette.

kullan

29 Ekim-7 Kasım arasında düzenlenecek TÜYAP Kitap Fauarı 10. salonda okurlarını bekleyen Ayraç'ın Ekim 2010 Tarihli 12, sayısında yer alan yazılar ve yazarlar şunlar:

Gül Turanlı - Avrupalı Olmayan Öteki: Yersiz Yurtsuz Bir Kimlik Arkasındaki Sürgün

Feridun Andaç - Yaşamak / Yazmak İçin Bir Neden

İbrahim Tenekeci - Şeref Bilsel ve Şiiri

Ali Ömer Akbulut - Özge bir diyardan şen kahkahalar

Dosya: “Yeni Metinler”

* Keşfedilecek uçsuz bucaksız bir alan: “Yeni Metinler”

Abdullah Yavuz Altun - Diderot yaşasaydı Wikipedia’da yazar mıydı?

Yunus Emre Tozal - Zorunlu Eğitime Veda: Bilginin Aracısızlaştırılması

Söyleşi - Ali Akay

Hüseyin Köse - Kamusal Tartışma Arenasının Yeni Aktörleri:“İnternet Haber Siteleri” ve Diğer “Açık Yayıncılık” Türlerinin İfade Ettikleri

Furkan Arık - Vedat Çakmak - Gelişimin Hızı ve Matbaanın E-Geleceği

Enver Gülşen -  Mantıku’t Tayr, Stalker Ve İnsandaki Bitmeyen Marifet Arayışı

Kemal Suskun -  Oyuncu Yazarın Penceresinden: Kurgu ve Gerçek

Cenk Ç. Özkömür - Sevgi’yi yazmak da sevmek kadar zor olsa gerek

Emre Demir -  Borges edebiyattır!

Suavi Kemal Yazgıç - Âdemin Kanadı

Aydın Hız - İslam Toplumları Tarihi 

Ayhan Demir - Türk Edebiyatının Balkan Boyutu: Varayım Gideyim Urumeli’ne

İhsan Tevfik - Boşnak Türküsü: İnsanın İçini Dağlayan Boşnak Türküleri

Samet Altıntaş - Velosipet ile bir Cevelan

Asena Meriç - “… Bir Sonbahar Çiçeği Kadar Solmaya Hazır…”

Funda Edeş - 12 Online Dersem Çık Offline Dersem Çıkma

Ahmet Bozkurt - Varoluşçu Tiyatroda Başkası’nın Zamanına Geçiş: Gizli Oturum

Halit Ayarcı - İtiraf Edeyim: Ben Zaten Tiyatrodan Hazzetmiyordum

Sefa Şengül - Fûzulî Divanının Mana Okyanusunda Tevhid Girizgâh 

Vitrin

www.ayracdergi.org

Lise yıllarımdan beri Safahat dönüp dönüp gözden geçirdiğim bir metin oldu. Üniversiteyi kazanıp Ankara’ya gelince kitapçılarda, sahaflarda Âkif’le ilgili ne bulursam edinmeye çalıştım. Okuma yoluyla edinilen birikim sanırım ilk kez Kültür dergisinin Âkif Özel Sayısıyla dışavurdu. Buradaki yazım Türkiye Yazarlar Birliği çevresinin dikkatini çekmiş. Bu vesileyle TYB çatısı altında her yıl Âkif’in ölüm yıldönümünde düzenlenen bilgi şölenlerine katkıda bulundum. TYB’nin bu faaliyetinin Âkif’e duyduğum ilgiyi tabir caizse ‘düzene kavuşturan’ bir etkisi oldu. Âkif hakkında belli bir disiplin içinde çalışmalar gerçekleştirmem yolunda motive edici bir etkisi oldu. Arkadaş çevremden birçok kişiyle ve bu arada Osman Özbahçe’yle paylaştığımız bu ilgi –Özbahçe’nin de itmesiyle– mektuplarını toplama çabasını gündeme getirdi.

Bu noktada vurgulamalıyım ki, sadece Safahat okumaları, Âkif’i bütünüyle kavramak için yeterli değildir. Hece dergisinin Âkif Özel Sayısına bir bibliyografya hazırlamaya başlayınca ağırlıklı olarak Safahat okumalarına dayalı ve hakkında yazılmış –genellikle benzer şeyler söyleyen– birkaç eserden edinilen Âkif algısında birtakım eksiklikler, bağlantısızlıklar olduğunu fark ettim. Arada bazı boşluklar vardı. Bu boşlukları doldurma çabamın ilk halkası Âkif’in mektuplarını derleme çabası oldu. Emin Âkif’in hâtıralarıyla –doğrusunu söylemek gerekirse– ilk kez bu bibliyografya sayesinde bağlantı kurabilmiştim: Metnin Millî Kütüphaneden fotokopisini aldım; okudum ve okuttum. Yapmak isteyip de yapamadıklarım da dâhil olmak üzere yapmayı planladıklarım aslında söz ettiğim boşlukları doldurma çabasının sonucudur.

> Yakın dostlarının yazdıklarına ilaveten oğlu Emin Âkif’in bu hatıraları ile Mehmet Âkif’in gölgede kalan kimi özellikleri gün ışığına kavuşuyor. Oğlunun çizdiği Mehmet Âkif resminde sizin önemli bulduğunuz noktalar nelerdir?

> Belki ‘gölgede kalan kimi özellikler hakkında şöyle böyle herkesin duyduğu, bildiği hususları daha bir belirginleştiriyor’ demek daha doğru olur. Oğlu, bir karakter âbidesi olarak babası hakkında daha önce söylenenleri tam anlamıyla destekleyen şeyler söylüyor elbette. Fakat aynı zamanda Âkif’in başka kaynaklarda çok rastlamadığımız evlât babası, aile reisi, baba dostu ve Osmanlı-Türk kültürünün yetiştirdiği bir insan olarak portresi hakkında çok önemli ipuçları, hatta ipucu da değil düpedüz somut veriler sunuyor.

Emin Âkif’in hâtıraları ayrıca Âkif biyografisine, başka kaynaklarda kolayca rastlanmayan kronolojik ayrıntılar ekliyor. Bu biyografik-kronolojik ayrıntılar Âkif’i yakından tanımak, dünyasına nüfuz edebilmek açısından çok önemlidir. Yani bu ayrıntıları çok önemsiyorum. Safahat okumalarıyla sınırlı bir Âkif algısında mevcut boşlukları bu ayrıntılar dolduruyor. Benim için önemli bir husus da Hâtıraların, Âkif’in mektuplarını destekleyen, bütünleyen bir metin olmasıdır. Elbette mektuplar da hâtırat metnini besleyici özelliklere sahip. İki metin ilgi çekici bir şekilde birbirini tamamlıyor. Birinde muğlâk kalan bir nokta diğerinde açıklığa kavuşuyor. Peş peşe çalıştığım iki metin olarak Mektuplar ve Hâtırat aslında bir bütün teşkil ediyor.

> Âkif’in çocukları hakkındaki kaynak yetersizliğini ve bu bağlamda yakın dostu Hasan Basri Çantay’ın Âkifname’sinde Âkif’in ana-babasından söz edildiği halde çocuklarına hiç değinilmemesini neye bağlıyor ve bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

> Merhum Çantay’ın Âkifnâme’si ilk bakışta sadece bir vefa borcunu yerine getirmek için derlenmiş bir metin izlenimi veriyor. Kitapta Çantay’ın kendi cümlelerinden çok çeşitli Âkif dostlarının yazıları yer alıyor. Gerçi ilk kez bu kitapta yer alan metinler de var. Kitabın önemli bir talihsizliği de hazırlandıktan hemen sonra değil, oldukça uzun sayılabilecek bir zaman sonra (1966) yayınlanma imkânına kavuşmuş olmasıdır. Turan Karataş, kitapta Âkif hakkındaki hâtırat ‘kırıntı’larını TYB’nin bir sempozyumuna sunduğu bildiride (M. A. Ersoy Bilgi Şöleni-3, s. 187-191) etraflıca değerlendirdiği için bu noktaya fazla girmek istemiyorum.

Hasan Basri Çantay, Âkif’in ailesini anlatırken çocuklarından değil daha çok ana-babasından söz ediyor; bu anlaşılabilir bir şeydir. Kızları evlidir ve her biri çoluk-çocuk sahibidir. Yani onlar emin ellerdedir zaten. İki oğuldan küçüğü münzevî mizacı doğrultusunda mütevazı bir hayatı tercih etmiştir. Burada da bir sorun yok… Emin Âkif ise askerliği esnasında yaşadığı ve hayatını büyük ölçüde etkileyen olaydan sonra –söylemeye teeddüb ediyorum ama belki de– ‘varlığından utanılan’ biridir. Doğrusu bu husus çok yürek burkucu. Kaynaklar büyük oranda sükûtu tercih ettiğine göre biz de öyle yapalım. 

> Emin Âkif küçüklüğünden itibaren babasına çok yakın durmuş, ona yoldaşlık etmiş. Aile Kastamonu’ya geldikten sonra da Emin’in annesi ve kardeşleriyle Kastamonu’da değil Ankara’da babasının yanında kalmak istemesi aralarındaki yakınlığın somut kanıtı. Mehmet Âkif’in hayatının da zorluklar içinde geçtiğini hatırlarsak, Emin Âkif’in trajedisini de babasına yakınlığıyla açıklayabilir miyiz?

> Sanmıyorum. Emin Âkif’in hayatı Mehmed Âkif’in hayatına göre daha trajiktir sanırım. Bunda Emin Âkif’in mizacının büyük rol oynadığı kanaati hakim bende. Özellikle babasının Mısır yıllarında eğitimiyle yakından ilgilendiği ve ‘iyi yetişmiş’ bir Emin Âkif var karşımızda. Altını tekrar çizmek isterim: İyi yetişmiş bir gençtir Emin Âkif. Ama fazlasıyla saf görünüyor. Hapisten kaçması için –belki de birtakım odaklar tarafından organize edilen– arkadaşının telkinlerine kapılmakta herhangi bir ‘direnç’ gösterdiğini sanmıyorum. Hesabîlikten son derece uzak mizacı, arkadaşa sonsuz güven doğuruyor ve hayatını sonuna dek etkileyecek bu kaçışın nelere mal olacağını kestiremiyor.

> Şüphesiz kitapta Emin Âkif’in babasına dair anlattığı en ilginç olaylardan biri de İngiliz casusu Hintli Mustafa Sağîr’i Âkif’in fark ederek yakalatması ve böylece Mustafa Kemal’e düzenleyeceği suikasta mani olmasıdır. Bunun dışında Âkif’in Mustafa Kemal ile ilgili düşünceleri ve ilişkisi konusunda bilgi ve malzeme var mı kaynaklarda?

> Kaynakların bu hususta çok da fazla bir bilgi, daha doğrusu belge sunma ihtimali yok gibidir. Âkif’in Hintli Sağîr’e gelen kuşkulu mektupları fark edip dolaylı da olsa suikast planına engel olmaktan dolayı nefsine bir pay çıkartmadığından eminim. Ölümünden on iki yıl sonra oğlunun bu olayı anlatması sadece bir ihkak-ı hak duygusuyla gerçekleşmiş olmalıdır. Zaten suikast olayını kamuoyuna mal eden odak –Hatıraların Giriş’inde de anlattığımız gibi– ana malzemenin (şüpheli mektubun) biyokimya laboratuarına kim tarafından gönderildiği hususunu muğlâk bırakıyor.

Bilinen birkaç şeyin dışında Âkif’in Mustafa Kemal ile ilgili düşünceleri ve ilişkisi konusunda ise belgelere dayalı bir bilginin ortaya çıkması ancak sürpriz olur. Ama mümkündür elbette.

> Yeniden büyük resme, Âkif’e dair çalışma ve kaynaklara dönersek, mektuplardan sonra oğlu Emin’in babasına dair hatıralarını sundunuz Âkif severlere. Başka bir araştırmacının Âkif’in ailesine yazdığı mektuplarını yayına hazırladığını da biliyoruz. Bu ve benzeri, Âkif’e dair araştırmaların seyri açısından neler düşünüyorsunuz? Atlanan, ihmal edilen çalışma ve yöntemler var mı tespit edebileceğiniz?

Âkif çalışmalarının seyrinin gittikçe ivme kazandığı ve kazanacağı düşüncesindeyim. Özel sayılar, TYB’nin artık gelenekselleşmiş sayılabilecek Âkif Bilgi Şölenleri ve yeni yayınlar, bu hususta daha söyleyecek, yazacak ve yayınlayacak çok şey olduğunun göstergesidir.

Âkif’in bizim toparladıklarımız dışında daha hiç yayınlanmamış birçok mektubu olduğunu biliyoruz. Yanlış bilmiyorsam bunlar Yusuf Çağlar arşivinde ve İsmail Kara tarafından yayınlayacak. Rüyan Soydan arşivinde bulunan yayımlanmamış bir mektubunu Mektuplar kitabına almıştım. M. Said Hatiboğlu arşivindeki mektuba ulaşamamıştım. Cemal Kutay’ın ‘evinde çıkan mevzi bir yangında yok olduğunu’ iddia ettiği mektupları da araştırmak gerekir.

Âkif’le ilgili sempozyumların artışı da görünür bir durumdur artık. TYB, Safahat’ın altı kitabının her birini bir sempozyum konusu yapsa daha yedi yıl konu sıkıntısı çekmez.

Kanaatimce Âkif’le ilgili olarak en ihmal ettiğimiz çalışma alanı Mısır’daki hayatıdır. Bu alanla ilgili olarak Ertuğrul Düzdağ’ın çalışmasında toplanan ve sürekli tekrar edilen hususlarla yetiniyoruz hep. Oysa bu alanda asıl Mısır’a giderek çalışmak gerekiyor. Mısır’a gitmek ve orada Âkif’ten kalan bütün izleri takip edip bulmak gerekir. Ülkemizde yaygın tecessüs eksikliği, var olan kırıntılarla yetinme tembelliği Âkif’le ilgili olarak en çok bu alanda kendini gösteriyor. İyi Arapça bilen biri veya birileri –belli bir süre– vaktini ve emeğini bu hususa vakfederek Mısır’da Âkif’le ilgili gazete haber ve yazılarını (hakkında yazılanları), görüştüğü konuştuğu dostlarından hayatta kalanların anlatacaklarını, hatta ders verdiği üniversitenin arşivinde Âkif’le ilgili belgeleri ve daha birçok ayrıntıyı günışığına çıkartmalıydı şimdiye kadar. Mısır’ın Âkif’in Türkiye’ye dönüşü sonrasındaki yapılanma sürecinde orada barınamadığını düşündüğüm Abbas Halim Paşa ailesiyle bilhassa görüşülmelidir. Âkif’in mektup yazdığı şahsiyetlerden Emine Abbas Halim Hanımefendi hakkında ne kadar bilgimiz var? Bu aileden Âkif’le ilgili hatıraları olan herkesle nehir söyleşiler yapılabilirdi.

kullan

Bu hususta oldukça geç kalındığını düşünüyorum. Çünkü söz konusu şahsiyetlerin çoğu büyük ihtimalle hayatta değil. Ancak dönemin süreli yayınları dikkatle taranabilir ve birtakım arşiv belgeleri günışığına çıkartılabilir belki.

Bir de Âkif hakkında zamanında çok yazmış, ama yazdıkları süreli yayınlarda kalmış yazarlar var. Bunlara Hece’de yayınlanan “Âkif Kaynakça”sının girişinde dikkat çekmiştim. Geçen aylarda bir sohbet esnasında Mustafa Özçelik Bey, bir yayınevinin Âkif’le ilgili kitaplaştıracak metinler aradığını söyleyince bunlardan söz ettim. Anladığım kadarıyla yazarak söz etmek pek dikkat çekici olmuyor. Bunun için şifahî olarak vurgulamakta fayda vardır. Şimdi burada da tekrarlamak istiyorum:

Ali Ekrem Bolayır’ın Sebilü’r-Reşâd’dan derlenen Âkif’le ilgili yazılar toplamı (Haz. A. – N. Abdulkerimoğlu, Mehmed Âkif Ersoy Hakkında Yazılanlar, t.siz) içinde kaybolan Safahat değerlendirmeleri müstakil bir kitap olarak yayınlanmalı ve literatüre Bolayır’ın adıyla girmelidir. Yine tespit edebildiğim ve Hece’deki Kaynakça’da gösterdiğim kadarıyla M. Raif Ogan, Hayreddin Karan, Adnan Aşkın, Nurettin Artam, Cemal Oğuz Öcal ve Mehmet Önder’in yazı dizileri kitaplaştırılması gecikmiş toplamlardır. Aslında Mehmet Kaplan’ın Âkif’le ilgili yazdığı ve yayınlanmış kitaplarına girmiş çok sayıda yazısı da bir araya getirilip görünür kılınsa fena olmaz.

Bir de işin tercüme ayağı var. Âkif’in başta Safahat’ı olmak üzere diğer yazdıklarının veya bunlardan bir seçmenin özellikle Arapça, Farsça ve Balkan dillerine tercüme edilmesi gerekir. Bildiğim kadarıyla –meselâ Arapçada– Safahat’ın Gölgeler bölümünün Arapça tercümesinden başka bu alanda dişe dokunur pek bir şey yok.

Son olarak benim Hece’de hazırladığımı çok çok aşan olabildiğince eksiksiz bir Âkif Bibliyografyası hazırlanmalıdır. Bu bir ekip işiyse de Dücane Cündioğlu’nun böyle bir çalışmanın hazırlıklarını yıllardır yürüttüğünü kendisinden duymuştum. Acaba çalışması ne âlemdedir?

> Emin Âkif’in hatıralarında dikkati en çok çeken bir diğer durum da Mehmet Âkif’in Milli Mücadele’nin faal bir üyesi olarak elinden gelen tüm gayreti göstermesidir. Peki resmî tarihin kaynakları bu konuya nasıl yaklaşmaktadır?

> Bu hususla pek ilgilenmedim. Okuduklarımdan edindiğim izlenim resmî tarihin Âkif’in Millî Mücadele’deki rolünü dikkate almadığıdır.

> Siz hayli arşiv tozu yutmuş bir edebiyat araştırmacısısınız. Bu tarz ilgileri olan gençlere öneri ve uyarılarınız nelerdir?

> Gençler için öncelikle bitmez tükenmez bir tecessüs diliyorum. Gerçi bu dilemekle olmaz. Çoğu zaman kendiliğinden ve sınırlı ölçülerde vuku bulabilecek bir şeydir bu. Gençler öncelikle kitapların yanı sıra süreli yayınların farkında olmalıdır. Bu farkındalık yılmak bilmeden süreli yayın sayfası karıştırmayı gerektirir. Yani sabır ve sebat. Ve elbette bu ‘karıştırma’ sonucunda devşirdiklerini kamuoyuyla paylaşmalıdırlar. Tecessüs kanatlarını Türkiye’yle bağlantılı dış coğrafyalara açmaları da son derece gereklidir.

Bir önemli husus da üç-beş kaynakla yetinerek, -daha fazlasına ulaşmak mümkün ve gerekliyken- kendilerinden önce gerçekleştirilmiş önemli-önemsiz her şeyi görmeden çalışmalarına son noktayı koymamalarıdır. Bu arada bu hususu nefsime de hatırlatırım.

Uzun bir süredir hakkında söylenen–yazılanlar tekrarlana tekrarlana fikrî bir donukluk oluşmuş düşünce alanlarında yeni canlanmalar kaydetmek için mevcutla yetinmemeleri gerekir. Gençler mevcudun hem daha fazlasını istemelidir, hem de bu alanda yılmaz bir gayret içinde olmalıdır.

***

Babam Mehmet Akif

Safahat Şairini Oğlundan Dinleyiniz

Ali Görkem Userin

Geçtiğimiz yıl Mehmet Âkif’in Mektupları’nı (Ebabil Yayınları, 2009) yayına hazırlayan Yusuf Turan Günaydın Âkif külliyatına bir katkı daha yaparak oğlu Emin Âkif Ersoy’un babasına dair hatıralarını içeren Babam Mehmet Âkif – İstiklâl Harbi Hatıraları’nı (Kurtuba Yayınları, Ağustos 2010) kitaplaştırdı. Emin Âkif’in henüz 12-13 yaşlarında olduğu dönemde babasıyla birlikte yaşadıklarını anlattığı bu eser Mehmet Âkif’in özellikle İstiklal Harbi ve Milli Mücadele dönemindeki gayretlerini merkeze almaktadır. Buna ilaveten İstiklal Marşı şairinin aile reisliği, çocuklarıyla ilişkileri ve pek bilinmeyen şahsî özellikleri de Emin Âkif’in hatıralarında yer almaktadır.

Mehmet Âkif’in, işgal altındaki İstanbul’da olduğu günlerden itibaren, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’ye fikren katıldığı ve bu hareketi sadece İttihatçılık olarak değil mühim bir memleket meselesi olarak değerlendirmekten yana olduğu farklı kaynaklarda ifade edilmiştir. Âkif’in Millî Mücadele’ye verdiği desteğin farklı boyutları olduğu muhakkak. Bu desteğin içinde Sebilûrreşad’da yazdıkları ve Anadolu’ya geçerek çeşitli şehirlerde yaptığı görüşmeler ve vaazları önde gelir. Sebilûrreşad’da yazdıkları Mustafa Kemal’in de takdirini kazanmış, Mustafa Kemal bu bağlamda “Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilûrreşad’ın büyük himmeti oldu”ğunu açıkça ifade etmiştir. Fakat Emin Âkif’in hatıraları Mehmet Âkif’in desteğinin bundan ibaret olmadığını gösteriyor, bu konuda ilave birçok bilgi veriyor. Süleyman Nazif’in “Allah’ın şehitleri olduğu gibi şairleri de vardır” sözü Mehmet Âkif’in farklı alanlardaki gayretlerini çok güzel ifade etmektedir.

Emin Âkif’in bu kitapta bir araya getirilen hatıraları ilk olarak 12 Şubat 1948 ile 10 Haziran 1948 tarihleri arasında, haftalık Millet gazetesinde on beş bölüm halinde tefrika edilmiştir. Tefrika edilen bu metinlerin gazetenin “sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden” zat olan tarihçi Cemal Kutay (1909-5 Şubat 2006) tarafından yazıya aktarıldığı yaygın bir kanaattir. Yusuf Turan Günaydın, Emin Âkif’in bu hatıralarına ilaveten Nusret Safa Coşkun’un yine Emin Âkif’ten bilgi alarak hazırladığı ve 25 Aralık 1947 tarihli Memleket gazetesinde çıkan yazısını, Kenan Akın’ın Emin Âkif’i ziyaretinin notlarını içeren ve 24 Şubat 1966 tarihli Tercüman’da yayımlanan yazısını, Mehmet Âkif’in ortanca kızı Feride Akçor ve damadı Muhittin Akçor’la Burhan Bozgeyik tarafından 1978’de gerçekleştirilen ve Köprü dergisinde yayımlanan mülakatı ve Refi Cevad Ulunay ve Çetin Altan’ın Emin Âkif’e dair köşe yazılarını kitaba almış. Böylelikle bir yandan Mehmet Âkif’in özellikle oğlu Emin’in gözündeki resmi ve duruşu ortaya konulurken, öbür yandan Emin Âkif’e dair birçok mesele de vuzuha kavuşmaktadır.

Millet gazetesinin “Safahat Şairini oğlundan dinleyiniz…” üst başlığıyla sunduğu Emin Âkif’in hatıraları Mehmet Âkif’in Kurtuluş Savaşı’na katılmak için İstanbul’dan Anadolu’ya doğru yola çıkmasıyla başlamakta ve özetle, yollarda yaşadıkları, ailesi hakkında bazı anekdotlar ve Ankara’da yaşadıklarını içermektedir. Fakat bunların, o günlerde 12-13 yaşlarında olan Emin Âkif’in zihnindeki hatıralardan hareketle kaydedildiğini unutmamak lazım. Yeri gelmişken belirtelim, Emin Âkif’le babası Mehmet Âkif’in arası oldukça yakındır. Bunun, Mehmet Âkif’in Anadolu’ya giderken yanına ailesinden sadece Emin Âkif’i alması dışında da birçok kanıtı vardır. Ailenin İstanbul’da kalan üyeleri Kastamonu’ya gelip yerleştiğinde Emin Âkif’in de burada annesi ve kardeşleriyle kalması gerekir. Fakat babasından ayrı kalmaya dayanamayan Emin Âkif birkaç gün sonra Şefik Kolaylı ile Ankara’ya, babasının yanına gelir.

Mehmet Âkif’in Milli Mücadele ve Kuvayi Milliye hakkındaki fikrî tesirleri yakın çevresinden başlayıp ilk kez gördüğü kişilere ve camilerde, medreselerde, meydanlarda seslendiği kalabalıklara kadar uzanıyordu. Eskişehir’de evinde birkaç gün konakladıkları Osman Beyin “aslen Tatar ve gayet sofu olan” kayınpederini “bu harbin bir cihat hem de çok kıymetli bir gaza olduğuna” ikna etmesi ile geniş halk kitlelerine seslendiği konuşmaları arasında hiçbir fark yoktur. İkisinde de gayesi tektir, o da insanların Milli Mücadele’ye destek vermelerini sağlamaktır. Gittiği şehirlerin ve görüştüğü insanların şartlarına göre talepleri şekillenir. Örneğin sahillerinde İtalyan askerlerinin yüzdüğü Antalya’da Kuvayi Milliye’ye silah ve cephane temin edebilmek için varsıl kişilerle birebir görüşmeler yapar. Yine burada, teorik arka planını daha önceden oluşturdukları bir silahlı direniş teşkilatını uygulamaya geçirmişlerdir. Bu da göstermektedir ki, söz konusu olan Milli Mücadele olduğunda Mehmet Âkif sanatçı kimliğini bırakıp bir dava ve eylem adamı gibi hareket etmektedir. Başka bir deyişle sanatını ve eserini perçinleyen bir duruşu ve hayatı ortaya koymaktadır.

Kuşkusuz Emin Âkif’in babası Mehmet Âkif’e dair anlattıkları arasında İstiklal Marşı şairinin kişisel özellikleri ve karakterine dair ipuçları da ciddi bir yer işgal etmektedir. Emin Âkif’e göre “Safahat şairinin en büyük kusurlarından biri de hislerini gizleyememesidir, kırıldığı zaman imkânı yok belli eder, kaşları gayri ihtiyarî çatılır, geniş alnı gerilir.” Aynı şekilde sevindiğinde mutluluğunu gizleyememesi ve gözlerinin içinin gülmesi de Mehmet Âkif’in karakteristik özelliklerindendir. Yine nezaket de onun temel vasıflarındandır. Üstelik sadece dostlarına değil “mütemadiyen saçmalayan edebiyat hastalarına” karşı dahi daima naziktir. Yine temizliğe özen göstermesi, üstelik “nazarı dikkati celbedecek” denli temiz olması, yaz-kış soğuk su ile duş alması, sporcu bir tarza sahip olması ve uzun mesafeleri yürüyerek katetmesi de Âkif’in pek bilinmeyen özelliklerindendir.

Mehmet Âkif’in Ankara’da olduğu dönemde yaşadığı en ilginç olaylardan biri de Mustafa Sağîr vakasıdır. Mustafa Sağîr isimli Hint asıllı İngiliz casusu Milli Mücadeleyi destekleyen tavırlarıyla Mehmet Âkif’le yakın bir ilişki kurmuştur. Âkif’in, Taceddin Mahallesi’ndeki evinde birçok defalar misafir ettiği bu zat Safahat şairinin adresini kullanarak haberleşmektedir. Hadisenin devamını Emin Âkif’ten dinleyelim: “Lâkin Mustafa Sağîr namile Hindistan’dan, İstanbul’dan, hattâ Mısır’dan babamın adresine o kadar çok mektuplar, koca koca zarflar geliyordu ki, peder şüphelenmeğe başladı. Hiç unutmam, İstanbul’dan Mustafa Sağîr’e gelen büyük bir zarfın bir ucu kazara yırtıldı. Zarfın muntazaman katlanmış sahifelerce muhteviyatı gözüküyordu. İkimizin de nazarı dikkatini çeken şey mazrufun yazıdan âri olması oldu. Babam artık dayanamadı. Zarfı yırtarak açtı. Satırsız büyük eseri cedit kâğıtları bomboştu. Yalnız bu kâğıtları katlayan bir tabakada üç dört satırlık bir yazı vardı. İstanbul’da havaların yağmurlu gittiğinden bahsediyor, Mustafa Sağîr’e muvaffakiyetler temenni ediyordu.” Emin Âkif’ten bir kısmını naklettiğimiz bu mühim hadisenin nihayetinde Mehmet Âkif, Mustafa Sağîr’i açığa çıkartmış ve Mustafa Kemal’e düzenlenecek suikasta mani olmuştur. Verdiği ifadede daha önce Afgan Kralı’nı suikast düzenleyerek öldürdüğünü ve Mustafa Kemal’i öldürmek için Ankara’ya geldiğini ifade eden Sağîr bu kez görevini “muvaffakiyetle” tamamlayamamış ve birkaç gün sonra da idam edilmiştir. Bu olay da Milli Mücadele döneminde Mehmet Âkif’in kritik rolünü ve mühim misyonunu bir başka açıdan somutlaştırmaktadır.

Mehmet Âkif’in işgal günlerindeki bitimsiz gayreti biraz da çektiği azaptan kaynaklanmaktadır. Yurdun çeşitli yerlerinden gelen işgal haberleri ve düşmanın zulüm ve iğrençliğinin sınır tanımazlığı karşısında büyük şairin çilesi iyice katlanır. Bursa’da Yunanlıların yaptıkları zulüm şairi adeta feryada sürükler. Emin Âkif’in ifadesiyle: “Yunanlıların vatandaşlarımıza yaptıkları hakaretlere, mülevves çizmeler altında çiğnenen mabetlerimizin haline için için yanıyor, cidden müteellim oluyordu. Mehmet Âkif’i yazarken ağlar bir vaziyette hem de bol gözyaşları dökerek derin hıçkırarak ağlar bir halde çok gördüm.” İşgal günlerinde böylesine azap çeken Mehmet Âkif’in Büyük Taarruz başlayınca ordunun hemen ardından yollara düşmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Milletin tüm fertleriyle dâhil olduğu, gece gündüz gayret gösterdiği bu mücadeleye destek için yazılar yazıp, nutuklar, vaazlar veren büyük şair düşmanın geri çekildiği haberiyle adeta kendinden geçer. Yanına Emin’i de alan Mehmet Âkif Ankara’dan Eskişehir’e ve oradan da Afyon’a geçer, muharebe meydanlarını adım adım dolaşır. Bilecik’e geldiklerinde baba-oğul henüz söndürülemeyen yangınlara kovalarla su taşırlar.

1947 Aralık’ında Nusret Safa Coşkun, kendisiyle yaptığı mülakatta Emin Âkif’e Mehmet Âkif’in, çocuklarına ne bıraktığını sorar. Emin Âkif’in cevabı aynı zamanda İstiklal Marşı şairinin milletine bıraktıklarını veciz bir şekilde ifade etmektedir: “Muhteşem bir isim ve gurur. Başka hiçbir şey bırakamazdı. Çünkü bırakılacak hiçbir şeyi yoktu.” Emin Âkif’in Babam Mehmet Âkif – İstiklâl Harbi Hatıraları’nı bu cevaba düşülmüş zengin bir dipnot olarak okumak İstiklal Marşı şairine karşı boynumuzun borcudur.

(Ayraç Dergisinin bayilerde satılmakta olan Ekim 2010 tarihli 12. sayısından alıntılanmıştır)

 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Suriye'de Türkiye'yi bekleyen Rusya faktörü
Romanya'da skandal tezahürat! Kosova sahadan çekildi