Deniz Gezmiş’in parkası özenle saklanıyor
Halit Çelenk evdeki birçok belgeyi Ankara Barosu Müzesi’ne götürmüş. Deniz Gezmiş’in parkası ise özenle saklanıyor. Kızları bunun bir “fetiş”e dönüşmesinden hoşlanmıyorlar
Türay Köse'nin röportajı
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın avukatı, idam gecelerinin tanığı Halit Çelenk’i 6 Mayıs günü “üç fidan”ın yanına uğurladık. Şimdi Bahçelievler’deki evinde acı var, hüzün var. Şekibe Çelenk’in “çocuklar” diye andığı “3 fidan” evin her yanında; duvarlarda “çocukların” ve Che’nin fotoğrafları ile Picasso’nun Guernica’sının bir kopyası var. “Hayat yoldaşı”nı yitiren Şekibe Çelenk hüzünlü. “Babaları, avukatları ve dava arkadaşları”nı yitiren kızları kimya mühendisi Serpil Güvenç ile tıp profesörü Ferda Özyurda da annelerinin yanında. Halit Çelenk evdeki birçok belgeyi Ankara Barosu Müzesi’ne götürmüş. Deniz Gezmiş’in parkası ise özenle saklanıyor. Ferda Özyurda ile Serpil Güvenç bunun bir “fetiş”e dönüşmesinden hoşlanmıyorlar, ancak foto muhabirimizi kırmayan Şekibe Çelenk parka ile birlikte fotoğraf çektiriyor...
Şekibe Çelenk ve kızları ile Halit Çelenk’i, yıllardır genç kuşaklara “aktardığı” o acı tanıklığı ve bunun ev ortamına yansımasını konuştuk.
- Halit Çelenk’in bir 6 Mayıs günü toprağa verilmesi çok anlamlı oldu... Bunu nasıl yorumladınız?
Şekibe Çelenk: O çocukları o kadar çok seviyormuş ki, kendi gideceği günü aynı tarihe denk getirdi.
Ferda Özyurda: Anneme, hazırlan 6 Mayıs’ta seninle Karşıyaka’ya gideceğiz, diyordu. Her gün günü ve saati soruyordu. Çarşamba, perşembe bana kahvaltı verirsiniz ama cuma için garanti veremem, diyordu. Cuma 6 Mayıs’a geliyordu. Bu 6 Mayıs’a gideceğim, dedi ve naaşıyla katıldı.
Serpil Güvenç: Denizlerin yanına gitmek üzere bir kurgulama var gibiydi sanki. Babamın Onlarla birlikte gününü saptadığını düşünüyorum...
- Halit Çelenk ömrü boyunca bir büyük acı tanıklığı taşıdı, aktardı. Bu tanıklık sizin anılarınızda nasıl yer etti?
Şekibe Çelenk: Hiç unutmam. Çocuklar idam edileceği gün haber gönderdiler, Halit Abi yanımızda olsun.. diye. “Ben nasıl dayanırım” dedi, çocukların da arzusunu kıramadığı için gitti. O geceden sonra 3 ay ne uyudu, ne yemek yedi, ne eve girdi ... Deniz asılırken Halit’e diyor ki; Şekibe Ablama çok selam söyle, bize çok emeği geçti helal etsin, diye. Emeğim geçti de neye yaradı, hiçbir şeye yaramadı… Duruşmalar devam ediyor, çocukların üçünün de babası sağ. Her duruşmaya birlikte giderdik, yanımda otururlardı. Bir seferinde mahkeme başkanı duruşmaya 10 dakika ara veriyorum dediğinde dışarı çıktık, birkaç dakika nefes aldık, içeriye giriyoruz. Çocuklar yerlerinde oturuyor. Deniz çok canlı, hareketli bir çocuktu. Yerinden ayağa fırladı, bana “Ablam” diye bağırdı. Ben de şöyle döndüm, çocuğa gülümsedim. Arkamdan gelen asker elindeki silahın dipçiğiyle “yürü...” diye sırtıma bir vurdu, 3.5 ay bütün sırtım çürük içinde kaldı. Çocuğa sadece gülümsedim. O alçak Demirel’in sözünü unutmam. “O günün şartları” diyor. Meclis’te oylamalar sırasında da 3’e 3 diye bağırıyorlardı. Zannedersiniz ki, Menderesler’i Denizler astırdı. Onlar asıldığında Deniz 6 yaşındaydı.
Ferda Özyurda: Bu tanıklığı bir görev gibi bugüne kadar taşıdı. İdam gecesi eve geldiği gün bütün olanlar avukat Mükerrem Erdoğan’la birlikte kâğıda geçirildi. Onların mücadele bayrağını taşıdı. Sanki ölüm günüyle de bunu ölümsüzleştirdi gibi geliyor.
Şekibe Çelenk, Deniz Gezmiş'in parkası ile... Fotoğraf: Necati Savaş |
Serpil Güvenç: Gece yarım gibi geldiler, babamı aldılar. Annem cebine sakinleşsin diye bellergal koydu ama kullanmaya fırsat bulamamış, Ulucanlar’da üst araması sırasında ilaca el koymuşlar. İdam Gecesi Anıları kitabında o gecenin ayrıntıları var. O gecenin bizim bildiğimiz bölümü, babamın gidişi ve eve geri dönmesi. Eve geri döndüklerinde saçlar bembeyazdı, anımsadığım kadarıyla yüzü yeşil-beyaz bir renk almıştı. Mükerrem Erdoğan içeri girer girmez balkona koştu, orada ağlamaya başladı. Şu masanın üzerinde bir yeşil daktilosu vardır babamın, onunla yazar yazılarını, savunmaları; bana “hemen kâğıdı tak, birkaç kopya ekle, Mükerrem’i de çağırın oradan, hemen gelsin” dedi. Mükerrem Erdoğan geldi, bildiğim kadarıyla önceden aralarında konuşmuşlar daha önce de, sen birinci cümleyi, ben ikinci cümleyi ezberleyelim, aman dikkat edelim, daha sonra birbirimizi doğrulayalım diye... Ben daktiloda olayları ve son sözleri yazdım. Sonra Ferda da elyazısıyla yazmış, sanırım tekrar ona da yazdırmış. Henüz hafızada tazeyken bunların yazılması ve doğru olarak tarihe geçmesi gerekir diye düşündüğünü sanıyorum. Bittikten sonra Mükerrem yine balkona kaçtı, babam da yatak odasına gitti, uzun süre hiç çıkmadı oradan. İlk 3 ay hiç uyku uyumadı. O güne dek babam gece 22.30’da uyuyan, sabah 06.30’da kalkan, jimnastiğini yapan, kahvaltısına oturan bir insandı. Saat gibi işleyen bir düzeni vardı. Son sözlere gelecek olursak, 141, 142. maddeler 1991’e dek varlığını sürdürdüğü için “İdam Gecesi Anıları”nın ilk baskılarda bazı son sözler tam yazılamadı. Örneğin, “Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi...” gibi ... Bunlar suç, söyleyemezsiniz. İlk baskılarda kitaba girmedi fakat el altından herkese dağıtıldı, herkes biliyordu. Geçenlerde Bora (Gezmiş) ile konuşuyorduk. “Hatırlıyor musun, dedi, biz öğleden sonra (idamların olduğu günün ertesi) sizin eve geldik, öğleden sonra babamlar da eve geldiler, Şekibe Abla bize çorba yaptı, sen duvara koydun o yazıları, biz oradan yazdık” dedi. Bunu ben hatırlamıyordum. Ben koymuşum, onlar da yazmışlar ve dağıtılmış. Önemli olan o son sözlerdi ve Denizlerin o dik duruşlarının bilinmesiydi.
Ferda Özyurda: Onların eylemlerinden dolayı verilmiş bir karar değil bu. Babam her zaman bunu söyledi; o bir siyasi bir davada verilen bir ceza. Düşüncelerinden dolayı idam edildiler. Yoksa yaptıkları eylem hiçbir zaman 146/1’in içinde değildir. Babam onların düşüncelerinden de hiç ödün vermeden bir savunma yürüttü.
- Avukat kadar bilgili görünüyorsunuz bu süreç hakkında...
Ferda Özyurda: Evet, biz de o sürecin içindeydik.
Serpil Güvenç: Bu evde bir sürü savunma yapıldı. Artık ezberlemişiz bazı şeyleri. Bir televizyon programında Denizlerin davası tartışılırken ben de telefonla katıldım. Davanın yasal yönünü, iki Askeri Yargıtay üyesinin karşıoy gerekçelerini, avukatların yaptıkları savunmadaki bazı önemli vurguları kısaca anlatmaya çalıştım. Bunun üzerine, programı yöneten kişi, “Hukukçusunuz herhalde” dedi. Yok, ben hukukçu değilim dedim ama artık alaylı hukukçu gibi olmuştuk.
İNANCINI KAYBETMEDİ
- Serpil Hanım cenaze töreninde “Babamı, yoldaşımı, avukatımı kaybettim” dediniz. Bir baba-evlat ilişkisi için ne kadar zengin bir paylaşımı yansıtıyor bu sözler. Babanızla hiç görüş ayrılığı, kuşak çatışması yaşamadınız mı?
Serpil Güvenç: Babamla elbette çok çatışmalarımız oldu ama dava arkadaşlığı başka bir şey. Ben 12 Mart’ta içeri düştüğümde, kontrgerillada sorgulandım, davanın savcısı Baki Tuğ da ifademi aldı. Bana sordular, “Atatürkçü müsün, Marksist Leninist misin” diye. Marksist-Leninistim, dedim. Mahkemeye çıktık, tutuklandık. Yıldırım Bölge’de görüşmeye geldiğinde babamdan ilk defa ciddi bir azar yedim. “Sen bu evde hiç mi duymadın, bu ifadenin 141. maddenin “manevi unsur”u olduğunu! Hiç mi farkında değilsin, nasıl söylersin bunu” diye... Dava arkadaşlığı, savunmanlık, baba... Ben üçünü de kaybettim...
Ferda Özyurda: Onun kızı olmaktan onur duyuyorum. Biz çocukluğumuzdan itibaren böyle bir ortamda yaşadık. Düşünsel anlamda bir çatışmamız olmadı, paylaştığımız bir süreçti.
- Referandum sürecinde 12 Eylülcülerden hesap sorulması söylemi çok kullanıldı. Bunun gerçekleşebileceğine inanıyor musunuz?
Serpil Güvenç: Ezilenlerin yanında yer alan bir iktidar döneminde hesap sorulabilir. Bugün kötü günler yaşıyoruz. Ama bu umutsuzluk anlamına gelmiyor.. Babam hep şöyle söylerdi: Paris komünü 70 küsur gün sürdü, Spartaküs hareketi bir hafta sürdü, ama Sovyetler birliği 70 küsur yıl sürdü. Dolayısıyla yeniden bir toplumsal dönüşüm olup da emekçiler iktidar olduğu zaman yüzlerce yıl sürecek, inancımı kaybetmem için hiçbir neden yok, derdi. Babam hiç inancını kaybetmedi.
ÖNCE İNSAN...
- Siz o günlerde kaç yaşındasınız? Sizin için de bu tanıklığın travmatik bir yanı olmadı mı?
Serpil Güvenç: 20’li yaşlardayız. Bunların hepsi bizim arkadaşımız, biz 68’liyiz. Ben Dev-Genç’liyim. Deniz benden bir yaş büyük galiba. Bir insan öldü diye üzülüyorsunuz, bir de arkadaşınızı yitirmişsiniz. Ama şu var, hiçbir şekilde geriye dönüp bakmadık. Onları fetişe dönüştürmek, yaslarını tutmak, hayır... O günden bu yana toplumsal mücadelenin içinde olan herkes aslında Denizlerin bayrağını taşıyor. Babam binlerce dava baktı, kendisi de sanık oldu. Bir tanesi, 1988 yılında ve babam 67 yaşında. Bir gece geldiler Muzaffer İlhan Erdost’la birlikte alıp götürdüler. Abece dergisinde yazdığı bir yazı nedeniyle. Yazıyı okuduğunuzda şunu görüyorsunuz: Hukukun bir üstyapı kurumu olarak nasıl egemenlere hizmet ettiğini, o hukukun nasıl bir sınıf hukuku olduğunu anlatıyor. İnsan hakları denen kavramın aslında ezilen sınıfların haklarından ibaret olduğunu ve sınıflı toplumlarda egemen sınıf olan burjuvazinin emekçilere, ezilenlere karşı “demokrasi”yi yani ezilenlerin haklarını gaspettiğini söylüyor. Bunları söylediği için babamı 142. maddeyi ihlalden gözaltına aldılar. Savunmasında da, “Söylediklerimden geri adım atmıyorum” diyor. İnançlı bir adam, bilimsel sosyalizme ve insanlığın gelecek güzel günlerine inanıyor.
Ferda Özyurda: Duygusal olarak bunu yaşıyorsunuz. Biz bunu bundan sonra da yaşayacağız. Artık sadece Denizler için de değil... Bunu bir mücadele azmi ve inancıyla besleyerek dik duracağız babam gibi.. Bunun dışında babamın başka bir siyasi mücadelesi de var. 141, 142. maddenin kalkması bu mücadele sayesindedir bence. Server Tanilli onun için “dar günlerin dostu, kürsüsüz üniversite hocası” diyor, Bahri Savcı onu “yenilmeyenlerin tanığı” olarak tanımlıyor. Hukuk mücadelesi onun için insancıl hukuk kavramına dayanır, insan haklarını önceleyen bir hukuk felsefesidir. Hukukçu için de “Önce insan sonra hukukçu olmak gerek” der.