Radyoda Türk Müziği yasağının sırrı
2 Kasım 1934'ten 6 Eylül 1936'ya kadar Türkiye Radyosunda Türk Müziğinin icra edilmesi yasaklanmıştı. Yasağın dayanağı, gerekçesi ve iddiaları hayli ilginç:
Akademisyenlik ve aynı zamanda sanatçılık meziyetlerine sahip ödüllü yazar Tamer Kütükçü tarafından kaleme alınan Radyoculuk Geleneğimiz ve Türk Musikisi kitabı Türkiye'de radyoculuğun doğuşundan günümüze kadar yaşanan tarihi gelişmeleri ve radyo yayınları ile Türk Müziği arasındaki ilişkileri gözler önüne seriyor.
Ötüken Neşriyat yanı olan kitapta Türkiye'deki ilk radyo yanından devlet radyolarınıngelişimini etkileyen ve günümüzdeki özel radyoların içinde bulunduğu sorunlara kadar pek çok konuyu oldukça hassas inceleme ve kaynakları tek tek zikredilerek mümkün olabildiğince açılımlı olaraköğrenmek mümkün. Özellikle mesleği radyo ve müzikle ilgili olan herkesin göz atmasında yararlı olan kitabın yakın tarih araştırmaları yapanlara da katkısı olacağı muhakkak.
Sunuç hariç 5 bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Türkiye'de radyoculuğun doğuşu ve ilk İstanbul Radyosu deneyimi (1927-1938), ikinci bölümünde "Efsanevi" Ankara Radyosu (1938-1949), Üçüncü bölümünde "kazanımlarla" ve "kayıplarla" Yeni İstanbul Radyosu (1949 -1964), Dördüncü Bölümünde 1964 yılından günümüze dek Musiki, toplumsal çalkantılar arasında yorgun TRT Kurumu içindeki Türk Radyoları anlatılıyor.
Kitabın son bölümü ise 1990 yılından günümüze dek Türkiye'de özel radyoculuk ve Türk Musikisi ilişkileri konusunu ele alıyor...
Türkiye'de hangi yıllara hangi radyonun damgasını vurduğu radyoculuk tarihi öyküsünü okurken, arka plandaki siyasi, insani ve mekanik ilişkileri de kimi zaman şaşırarak öğrenme buluyor okur.
Örneğin kitapta; Türkiye Radyolarında bir dönem Türk Musikisinin icrasının yasaklanması bakın nasıl işleniyor:
2 Kasım 1934'e gelindiğinde, bütün sorunlar yetmezmiş gibi, Türk müziği çok daha büyük bir "darbe" ile karşılaşacak ve Radyo'dan Türk müziği yayını kaldırılacaktı.
Hakkında pek çok spekülasyon bulunan bu yasak, 6 Eylül 1936'ya kadar sürecek ve kuşkusuz bu süre içinde Radyo, Türk müziğinin gelişimine katkıda bulunmak şöyle dursun, bilakis unutturulmasına (daha kötüsü, yozlaşmış bir örneğinin doğmasına) vesile olacaktı.
Neydi bu yasaklamanın ardında yatan itkiler, koşullar ve nedenler?
En yaygın söylem, Eyüp Musiki Derneği'nin bir gün, diğer Batı müziği topluluklarının da yer aldığı bir etkinlikte konser vermesi ve son derece pespaye kıyafetler içinde bu konsere çıkılması neticesinde Atatürk'ün bir an için sinirlenerek çağdaş bir ulusla böyle bir musiki icra ve sunuş anlayışının bağdaşmayacağı düşüncesini beyan etmek suretiyle o dakika "kaldırın!" emrini vermesidir.
Bu, hiç kuşku yok, hiçbir açıdan tatmin edici bir açıklama değildir. Anlık bir öfkeyle bir hükümet/devlet liderinin -ki o denli ince düşünülerek dayanakları oluşturulmuş bir siyasal duruşun- böyle radikal bir karar almış olması inandırıcılıktan çok ama çok uzaktır.
Hatta bu savı geçerli bulanlar, ne denli oynak ve tekinsiz bir zeminde durduklarının farkında olmayarak -ki bu gerçekten çok düşündürücüdür- aslında "kaldırın!" emrinin o anki müzik topluluğuna yönelik olarak, "topluluğun sahneden bertaraf edilmesi" anlamında kullanıldığını, ancak yanlış anlaşılarak "müziğin tüm neşriyattan, dolayısıyla radyodan da kaldırılması" biçiminde algılandığını ve bu surede tatbik edildiğini ileri sürmektedirler.
Gerçekten de, tatmin olunması bir yana, ciddiye alınması dahi güç derecede "saçma" ve "komik" bir savdır bu. Eğer böyle bir yanlış anlaşılma söz konusu ise, sonradan Atatürk, sözlerinin yanlış anlaşıldığını ortaya koyarak duruma müdahale etme gereği görmemiş midir? Bu yanlış anlamanın fark edilmesi için iki yıla yakın bir sürenin geçmesi mi gerekmiştir? Bu tezi geçerli görmek, aslında, başta Atatürk olmak üzere, konunun tüm muhataplarını "aptal" yerine koyan, dolaylı olarak yapılmış bir hakareti kabul etmek demektir.
Nitekim sonradan yapılan araştırmalar, bu "komedinin" bir başka gülünçlüğünü daha ortaya çıkarmıştır:
Öyle ki, Sarayburnu'nda gerçekleşen söz konusu Eyüp Musiki Derneği Fasıl Heyeti konserinin 1928'de gerçekleştiği tespit edilmiştir.
Şu halde arada altı senelik bir fark mevzubahistir. Radyo, eğer Atatürk'ün bu olay üzerine ve o tarihte söylediği sözü esas alarak Türk musikisini yasaklama yoluna gitmişse, ihtar olarak kabul ettiği sözü tatbik için niçin altı sene beklemiştir?
Şurası çok açık ki, Radyo'dan musikinin tasfiyesi için ileri sürülen bu "hikâye", hiçbir biçimde olayın açıklanmasına ışık tutmamaktadır.
Söz konusu yaklaşımın belki tek gerçekliği, Radyo'nun, hakikaten de Atatürk'ün bir sözü üzerine, yani bir anlamda (doğrudan bir direktifle değil de) telkinle, böyle bir yasağı uygulamaya koymuş olmasıdır.
Atatürk 1 Kasım 1934'te 4. Yasama Yılı açış konuşmasının bir yerinde "Bu gün dinletmeğe yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal; ince duygulan, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları, bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak; bu güzeyde (sayede), Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir." sözlerine yer verir.
"Gelgelelim, Atatürk'ün sözleri ilk olarak, Kültür İşleri Bakanlığı yerine, İçişleri Bakanlığı'nı harekete geçirir. Muammer Sun'un birinci ağızdan aktardığına göre, Matbuat Umum (Basm-Yayın Genel) Müdürü Vedat Nedim Tör, vakit yitirmeden Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya'yı ziyaret eder ve "Paşa bunu söylediğine göre herhalde Alaturka'nın yasak edilmesini istiyor. Yaparsanız hoşuna gider" der. Böylelikle de zincirin ucu Radyo'ya kadar ulaşır ve Türk musikisi yayınları durdurulur.
Bununla beraber yasağın ardındaki "öykü", gerçekte çok daha uzun solukludur.
Ziya Gökalp'in 1924 tarihli "Milli Musiki" başlıklı makalesinde ortaya koyduğu fikirler biliniyordu.
Gökalp'e göre, Arap, İran ve Bizans karışımı olan "Divan müziği" bizim musikimiz sayılamazdı. Modern Türk toplumunun musikisi, Orta Asya ezgi motiflerinin korunduğu halk musikisinin, Batılı armoni anlayışıyla modernize edilmesi neticesinde ancak temin edilebilirdi.
Şurası açık ki, Gökalp burada yeni ulusun musiki haritasını çizmekle kalmıyor, aslında aynı zamanda bu haritada yer alamayacak olanların tasfiyesini de telkin etmiş oluyordu. Nitekim bu makaleden iki yıl sonra, 1926'da Darülelhan'da Türk musikisi bölümünün kapatılması ve Türk musikisi eğitiminin yasaklanması, tesadüf değildi.
1933'e gelindiğinde, ikinci bir dalga gözlendi.
Yeşilhilal (Yeşilay) Cemiyeti, "içkiyi özendirdiği gerekçesiyle" incesaz musikisinin gazinolardan kaldırılması yönünde bir propaganda faaliyeti başlattı. Bunu, Nadir Nadi ve Falih Rıfkı Atay'ın aynı bağlam ve yönelimdeki hararetli yazılan takip edecekti. Bu yazılarda ileri sürülen temel argüman, klasik dönem musikisinin nitelikli eserleri haiz olsa bile bugünün dinleyicisine hitap edemeyecek ölçüde eskimiş olduğu, günün Türk musikisi eserlerinin ise bir kaliteden yoksunluğu, şu halde Radyo'da bir saat elli dakikalık yayın süresini nitelikli eserlerle doldurmanın mümkün olmadığı, bu nedenlerle de söz konusu musiki türünün tümden yayından kaldırılmasının yerinde olacağıydı.
Dönemin ateşli polemikleri içinde ve kanonik söylemleri ekseninde meşrulaştığı için olsa gerek, o yıllar itibariyle saygın gazetelerde neşrolunabilen bu savlar, bugünden bakıldığında hakikaten oldukça tuhaf ve irrasyonel görünmektedir. Gerçekten de nitelikli eser sayısına ilişkin bir sorun mevzubahisse (ki bu ayrıca tartışmaya çok açıktır), bunun çözümü bu mu olmalıdır?
Her şeyin ardındaki esas gerekçe, aslında hayli açık görünmektedir. Ulus yapılanması içinde, kozmopolit karakterli ve üstelik bir önceki siyasal sistemi -Osmanlı İmparatorluğu'nu- hatırlatan klasik Osmanlı-Türk musikisine bu yeni ulus yapısı içinde yer yoktur. Bir kültürel dönüşe / kınlmaya / miras reddine mani olabilecek ve istenilmeyen bir sürerliliği temin edebilecek (en azından böyle bir potansiyeli barındıran) bu musiki, özde çok sevilse bile feda edilmelidir. Nitekim de bu yapılmıştır.
Peki, yasaklanmaya iki yıl sonra niçin ve hangi yollardan geçilerek son verildi? Siyasal irade, bu yasaklama ile düştüğü yanılgının farkına mı varmış ve bu yoldan geri dönmüştü? Bu, kuşkusuz, bir ihtimaldi.
Öte yandan, belki bu yasaklama daha da uzun sürecekti Bülent Aksoy'a göre, aslında biraz da "halktan" gördüğü tepki nedeniyle bundan vazgeçilmişti.
Nitekim yasağın sonlandırılması da, -yine yasaklanması noktasında benzer bir "söylem garipliği" içinde- fiili olarak, "Atatürk'ün Savonara yatında bir akşam yasaktan haberi olmadığını söyleyip fasıl dinlemeyi istemesi üzerine" gerçekleşmiştir...
(Haber 7)
-
ahmet uçar 12 yıl önce Şikayet EtBAŞKA. neleri yasakladı da işte ..... işte diyoruz onyıllardır, dilimizi ısırıyor, ağzımıza çakıl taşı dolduruyor, 3 maymunu oynuyoruz mecburen. ama bu günlerde bitecek biiznillah...Beğen Toplam 6 beğeni
-
ABDULLAH KULOGLU 12 yıl önce Şikayet EtCHP 1923-1950 ARASINDA RESMEN DİKTATÖRLÜK KURMUŞ. ''1945 yazı başlarına, yani İkinci Dünya Harbi'nin garp demokrasileri tarafından kazanılmasına kadar geçen devri yaşamış olanlarımız hatırlar ki, o devirde Türkiye'de hükümet adamlarının icraatını tenkit etmek, hususiyle din hürriyeti ve laiklik gibi tekelleşmiş mevzuları ele almak adeta intihar etmek demekti.'' Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik,sf.19. Başkomutanlığa bağlı İstiklal Mahkemelerinin keyfiliği; Ali Çetinkaya (Kel Ali)’ nın Ankara mahkemesinde 2470 kişiyi, Cellat Kara Ali’nin Tanin gazetesine verdiği röportajda 6128 kişi astığını söylemesi gibi dehşet zamanları... 1930'lu yıllar, Cumhuriyet Halk Fırkası tek parti iktidarının tek tip insan inşasının temellendirilmeye çalıştığı yıllardır. 1932 yılında toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi, bu çabanın Türk Tarih Tezi olarak resmîleştirildiğini gösterir. Bu resmîleştirmede Türkiye'de entelektüel faaliyetler belirli bir kanona bağlandı sadece edebiyat değil, mimarî ve müzik de Kemalistleştirildi.Beğen Toplam 5 beğeni
-
RAMAZAN 12 yıl önce Şikayet Etsonuç ne peki.... ne anlamamız gerekiyor bu yazıdan ben onu anlamadım...Beğen Toplam 4 beğeni
-
nef arkeder 12 yıl önce Şikayet EtYANLIŞ DA DEĞİL HANİ SN.HACI MURAT !!. ,işte o yüzdendir ki sen ve çobanın oyu akp ye çağdaş insanın oyları chp ye.Beğen Toplam 2 beğeni
-
hacı murat 12 yıl önce Şikayet EtDemirelin Düşünce Tarzı..... Demirelin klasik müzik konserini hınca hınç dolduran kitleyi gösterip İşte çağdaş Türkiye dediği günleri unutmadık. Klasik müzik dinlemeyi çağdaşlık gibi gören zihniyetin kafa yapısından şüphe etmek gerekir. Bilinç altına çağdaşlığın, kültürlü olmanın klasik müzik dinlemeyle olacağı yerleştirildi yıllardır. İşte o sebeptendir ki bu zihniyet kendi oyunu dağdaki çobanın oyundan farklı gördü.Beğen Toplam 10 beğeni