Camii mi doğru yoksa camisi mi?
Yaşayan Türkçe'de en çok tartışılan dil bilgisi kuralı: Cami sözcüğü, camii, camiin, camie biçiminde mi yoksa camisi, caminin, camiye şeklinde mi yazılmalı? İşte doğrusu:
İstanbul Fatih Camisi avlusunda hilafetçi Hizb-ut Tahrir örgütü üyelerince düzenlenen gösteri, eylül ayı başlarında gazetelerin haber sütunlarında yer aldı ve köşe yazarlarınca irdelendi.
O günler Side’de dinlencedeydim. Zar zor bulabildiğim –bazen de bulamadığım– Cumhuriyet gazetesi başta olmak üzere Hürriyet, Milliyet, Radikal gibi gazetelerde olayla ilgili, hem de aynı sayfadaki haber ve köşe yazılarında, bir sözcüğün değişik yazılışları dikkat çekiciydi: cami-camii-camisi; camiin-caminin; camie-camiye...
“Cami” sözcüğünün bu değişik çekimli yazılışları zaman zaman tartışma konusu olur. Sözcüğü dileyen dilediği gibi kullanır; fakat “sözcüğün doğrusu camii, camiin, camie biçiminde yazılandır; camisi, caminin, camiye yazılışları yanlıştır” diye üstten üstten ve de baskılı tartışmalara girmek de bir başka yanlış.
Prof. Dr. Talat Tekin, yıllar önce bakın ne demiş:
“Bu sorun, bilindiği gibi, eski dilden, Osmanlıcadan kaynaklanan bir sorun, başka bir deyişle, cami, bayi, mevki, terfi, sanayi, irtica vb. gibi sonu ayın’lı Arapça kökenli sözcüklerin Türkçede eklenme durumunda nasıl söylenmeleri gerektiği sorunudur. Ayın, Arapçadan bir ünsüz olduğu için bununla biten sözcükler, Türkçede bu ses söylenmediği halde, ünsüz ile biten sözcükler gibi işlem görürdü. Medrese öğrenimi görmüş olan mutlu azınlık, yalnız yazıda görülen bu ayın’ın hakkını vererek camii, camie, camiin der ve bu söyleyişleri doğru sayar, öğrenim görmemiş geniş halk yığınları ise bunları ünlü ile biten Türkçe sözcükler gibi çekime sokar, yani camisi, camiyi, camiye, caminin diye söylerdi. Bu söyleyişler Osmanlı okumuşuna göre galat, yani yanlış, okumamış halk yığınlarına göre ise doğruydu.
“Yazı devriminden sonra bu gibi sözcüklerdeki ayın’lar, doğal olarak yazıda da görünmez olduğu için camisi, camiyi, camiye, caminin söyleyişleri aydınlar arasında da yaygınlaştı ve işte ondan sonra Osmanlıca yanlısı aydınlar ile Türkçe yanlısı aydınlar bu konuyu tartışmaya başladılar.
TARTIŞMA YENİ DEĞİL
“Aslında bu tartışmalar hiç de yeni değildir. Bunlar en azından Dil Devrimi yıllarına kadar gider. Öz Türkçe’ci Ataç, 1940’lı yıllarda camisi, camiyi, camiye, caminin söyleyişlerini, haklı olarak, doğru sayar ve bunları savunurdu...” (Prof. Dr. Talat Tekin, “Camii Değil, Camisi...” Cumhuriyet, 16.04.1997).
Evet, Türk Dili ve Edebiyatı Profesörü Sayın Tekin’in görüşü bu. Onun görüşüne karşı çıkan Osmanlıca yanlısı yazarlar da var. Ancak, tarafsız bir bilim adamı, uzun yıllar Türk dili üzerindeki çalışmalarıyla “Türk dilinin en önemli yabancı uzmanı” olarak ünlenen, Türkiye Bilimler Akademisi’nin onur üyesi Avusturyalı Türkolog Andreas Tietze (Viyana 1914-29.12.2003) de, “Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı” adlı yapıtındaki tanımıyla Sayın Tekin’den yanadır:
“cami (İslam ibadethanesi) < Ar. cami’ (ümmeti toplayan bina) Cum’a günü halk câmi’deyiken... (Ferec, 1451). Arapça kelimenin son ünsüzü ayn Türkçe’de bugün telaffuz edilmediği halde mevcudiyeti fasih dilde silinmiyor, ms.: Fatih Camiişerifinde cemaati ayaklandırmak için... (S. M. Alus, 1944). Fakat halk konuşmasında onun izleri çoktan kaybolmuştur. Ben, dün İstanbolda... Sultan Ahmed Câmi’ini (transkripsiyonda camisini) dahi seyr etdim. (C. C. Carbognano, 1794)
“Kelime sonundaki ayn ve hemze Türkçede telaffuz edilmediği halde, kelimeye bir ek takıldığı zaman bugünkü standart Türkiye Türkçesinde kelime sonunda sanki bir harf varmış gibi eki ona göre koyuyor ve yazıda bir kesme konduruluyor, ms. cami’i yahut menşe’i. Fakat halk dilinde ve gittikçe umumi konuşma dilinde çok kullanılan kelimelerde bu kaide ihmal edilmiş ve unutulmuştur. Yukarıda gösterdiğimiz misalden bu gelişimin çok eskiden başladığı belli olur. Başka misaller: ...otobüslerin de ikinci mevkisi var (Fürüzan, 1981). Adamı şikayet edip terfisine neden oluyor (İ. Aral, 1997).”
DOĞRUSU BUDUR DEMEK YANLIŞ
Sözcüğü camie, camii, camiin... biçiminde yazanlar “Efendim, aslı budur!” diye direnirler. Hangi aslı, Arapçası mı? Bir sözcüğün aslı ya da doğrusu, alındığı dildeki kullanılış biçimidir. Türkçenin “Osmanlıca” diye adlandırılmasına; Arapça ve Farsçadan alınan sözcüklerin o dillerin kurallarıyla benimsenmesine karşı çıkan Ali Suavi (1839-1878) “Yabancı dillerden sözcük alınabilir; ama dilimizin kurallarına uyarlanarak kullanılır” demiyor muydu?
Dilimizin bir özelliği vardır: Ek bile olsa, iki sesli harf yanyana gelmez; araya ya “n, s, ş, y” sessizlerinden biri girer, ya da sesliler
den biri düşer. Kullandığımız sözcüklerde iki sesli harf yanyana geliyorsa o sözcük, doğu ya da batı, dış kaynaklıdır: aile, şiir, fiil ya da aksesuar, kooperatif, meteoroloji, nüans gibi...
Yıl 1963. Prof. Dr. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (1889-1978) ile bir seminerden çıktık, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin önünden Sıhhiye meydanına doğru yürüyoruz. Konuşma arasında adını niçin “İsmayıl” yazdığını sordum. Durdu, bana döndü, kızacak sandım. “Sen” dedi, “köyde bulundun mu hiç? Anadolu köylüsü Arapça sözcükleri Türkçe seslendirir, İsmail demez, ‘a’ ile ‘i’ arasına bir ‘y’ koyarak kaynaştırır ve İsmayıl der. Kızımın adı Fadime’dir; Türk köylüsü Fatma demez. Arabın Hatice’si bizim köyde Hatçe’dir” demişti.
Bizim gırtlak veya geniz yapımız da bu ayın harfini sesletmeye elverişli değildir. O nedenle, camie, camii, camiin... yazanlara sorsanız:
“Nereye gidiyorsun?”
“Camiye.”
“Namazı hangi camide kılıyorsun?”
“Kocatepe Camisinde.” yanıtını verirler.
İŞ CAMİ SÖZCÜĞÜNE GELİNCE MUHAFAZAKARLIK!
İşlerine geldiğinde “Halkın gündelik diline girmiş yabancı sözcükler Türkçedir” diyen Ziya Gökalp’in arkasına sığınanlar, cami sözcüğüne gelince halkın konuştuğu gibi konuşurlar da niye halkın yazdığı gibi yazmazlar?..
Dili, dilciler değil, halk yapar; kullana kullana pekiştirir. Dilcinin görevi halkın pekiştirdiği dili kurallaştırmaktır. Çünkü dil kurallardan değil, kurallar dilden çıkar.
Sayın Tekin’in sözünü ettiği “Osmanlı aydınları”na özenen bir yazar 1766 yılındaki İstanbul depremini anlatırken “bir çok caminin kubbesi yıkıldı” dedikten iki satır sonra “Bayezid ve Fatih camiilerinin kubbeleri çöktü”; kimi, camiide..., her camiinin imamı..., camii ile kilise... gibi yanlış yazmaktan kurtulamaz. Kimi de –aynı özentiyle– Bolu Dağı tüneli dolayısıyla konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan’a “Türkiye’yi 4 temel üzerine inşaa ediyoruz... İnşaa ederken...” dedirtmekten kendisini alamaz.
Bu yanlış, hatta komik örnekler çoğaltılabilir. Bu duruma düşmektense halkın doğru ve temiz dilini örnek almak daha uygun olmaz mı?..•
Orhan Velidedeoğlu / Bütün Dünya Dergisi Kasım 2005