İşte Bilgin'in 21 Mayıs 2005 tarihinde Evrensel'e verdiği röportaj:
Belçim Bilgin, genç yaşına rağmen dünyanın en prestijli sinema festivallerinden olan Cannes Film Festivali'nde boy gösteren bir Kürt kızı. Çünkü Bilgin; Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan Kürt filmi “Sıfır Kilometre”nin kadın başrol oyuncusu. Kendine son derece güvenen tavırlarıyla dikkat çeken bu neşeli Kürt kızı, bunu ailesinden aldığı eğitime bağlıyor. Çünkü klamlarla büyüdüğünü söyleyen Belçim Bilgin, Şeyh Said'in ailesinden geliyor.
Belçim Bilgin'le sinema rüyalarının gerçeğe dönüştüğü mavi bir Cannes gecesinde yaşamını, Sıfır Kilometre'yi, festivali ve sinema rüyasını konuştuk. Elbette “Sıfır Kilometrenin” irdelediği Kürtlerin acılarını da.
Önce bize kendinizi tanıtır mısınız?
1983'te Ankara'da doğdum. 1999'da liseyi bitirdikten sonra 2001'de Hacettepe Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi Bölümü'nü kazanarak üniversiteye başladım. İkinci sınıfta iken böyle bir film projesi çıktı. Bilgi belge istediğim bir bölüm olmadığı için beni tatmin etmiyordu. Küçüklüğümden beri sanata karşı bir eğilimim var ama muhafazakar bir aileden geliyorum. Bu yüzden sanata karşı yönelimim babam tarafından önceleri bastırıldı diyebilirim. Okul hayatım boyunca hep oyunculukla ilgilendim, amatör tiyatrolarda oynadım.
Küçüklüğünde sorduklarında ne olmak isterdiniz? Küçüklüğümde de her zaman oyuncu olmak isterdim. Üç yaşında da bana ne olmak istiyorsun diye sorduklarında oyuncu olmak istiyorum dediğimi söyleyebilirim.
Profesyonel olarak sinema nasıl başladı? Bir arkadaşım aracılığıyla
Yılmaz Erdoğan 'la tanıştım. Yazın BKM'ye gittim, o zaman bana müsait bir oyun olmadığını ama benim oyuncu potansiyelim olduğunu söylediler. Aradan iki hafta geçti Hiner'in oyuncu seçimine davet edildim. İlk filmimin bir Kürt filmi olması benim sinema rüyamı gerçekleştirdi diyebilirim.
Aileniz nasıl karşıladı? Her şey çok hızlı başladığı için önce çok tedirgin oldular. İşte sinemadır, okuldur bütün bunlar birlikte nasıl olacak, nasıl bir film olacak, gibi tartışmaların ve ikna çalışmalarının ardından sonunda kabul ettiler. Onlar da beni zapt edemeyeceklerini bir şekilde anladılar. Ben eninde sonunda oyunculuk yapacaktım. Tabii ki bu filmin bir Kürt filmi olması ve Kürdistan'da çekiliyor olması ailem için ve benim için onur verici bir şey. Bu yüzden beni desteklediler.
Filmin Kürt filmi olması ve Kürdistan'da çekiliyor olması sizin için neden bu kadar önemliydi? Kimliğimizin etkisinden tabii ki. Ben Türkiye'de yaşayan bir Kürt olarak, böyle bir filmde oynayarak orada yaşanan şeylerin dünyaya, Türkiye'ye aktarılmasında bir rol oynadıysam bu beni çok mutlu ediyor. Bu filmin hikayesinin gerçek yaşamdan alınması, Irak Kürdistanı'nda yaşayan insanların acılarını anlatıyor olması benim ve ailem için yeterli sebepti. Tabii ki bunun yanında Kürt değerleri ile büyümüş olmam yeterince etkili. Zaten sanatı temaları evrenselleştiren bir unsur olarak görüyorum.
Kürt değerleri derken neyi kastediyorsunuz? Şeyh Said benim babamın dedesi, daha doğrusu dedesinin büyük abisi. Ordan gelen bir misyona sahibiz. Anne tarafımdan ise tam olarak yaşayageldikleri, bütün örf ve adetleri ile yaşadıkları tam bir aşiret kültürü aldım. Hayal kırıklığı yaşayan insanların hikayelerini dinledim. Hayal kırıklığı yaşayan insanlar derken Kürtleri kastediyorum.
Orada insanlar bize evlerini kapılarını açtılar, inanılmaz cömertce karşıladılar bizi. Bu çok duygulandırıcı bir şeydi. Ama bazen küçük çocuklar görüyordum anatomik bozuklukları olduğunu düşündüğüm ama sonra onların Saddam'ın attığı kimyasal bombalardan dolayı, genetik etkenlerden dolayı öyle olduklarını öğrendim. Kürtler hayal kırıklığı yaşamışlar çünkü hiçbir zaman birlik olmamışlar ve bence Kürtlerin en büyük sorunları da bu zaten.
Filme seçildiğinizi duyduğunuzda neler hissettiniz? Tabii ki çok sevindim. Bir de söylemeden geçemeyeceğim sadece filmde yer alacağım için değil Irak Kürdistanı'na gideceğim için de çok sevindim. İnanılmaz bir duyguydu. Çünkü biz Türkiye'de çok fazla duymuyoruz, birçok şeyden
haberimiz olmuyor. Ama orda yaşanan çok büyük acılar verilen çok büyük bir mücadele oldu. Artık yavaş yavaş her şey değişiyordu ve ben de tam böyle bir süreçte gittim. Bu da benim için inanılmaz bir duyguydu. Dediğim gibi filmin orda çekiliyor olması da ailemin izin vermesinde çok etkili oldu.
Sıfır Kilometre ile Eko ve Selma ile nasıl bir ilişki kurdunuz kendi dünyanızda? Tabii ki Nazmi çok iyi bir oyuncu olduğu için onun yanında, zaman zaman acaba ben yapamayacak mıyım, rolün içine nasıl girerim diye bir sürü çelişki yaşadım. İlk günlerde biraz zorlandım. Sonra kör bir çocuğu olan çok güzel ve kocası tarafından çok sevilen, birazcık narsist yanı da olan Selma olmaya çalıştım. İşte Selma bunu nasıl düşünür, şunu nasıl hisseder diye kendime sürekli sordum. Selma biraz kendine de güveni olan, yaşlı babasını bırakmak istemeyen bir kadın.
En çok zorlandığınız sahne hangisiydi? Sinir krizi geçirdiğim sahne benim için çok zordu zaten 16 kez çekildi. Ama artık geriye dönüş yoktu o saatten sonra beni atamazdı Hiner Salem.
Savaşın acılarını Kürt trajedisini yakından yaşayan bir Kürt annesi olan Selma'yı düşünürken, oynarken neler hissediyordunuz?
Selma çok güçlü bir kadın aslında. Güçlü her şeyi kendi içinde yaşayan ama bunun yanında elindekilerle mutlu da olan bir kadın. Kocası sürekli gidelim burdan diyor ama babasından dolayı gidemiyor ve sürekli ne yapaparım diye düşünüyor.
Selma sizi değiştirdi mi hiç? Selma mı beni değiştirdi yoksa Kürdistan mı beni değiştirdi, Hiner Salem mi beni değiştirdi, yalnızlık mı beni değiştirdi, bir sürü şey bir arada. Çünkü bu sene bu filmden dolayı Paris'e geldim, hem çalışmak hemde Fransızca öğrenmek için. Ama açıkçası bu bir yıl beni o kadar büyüttü ki kendi kendimi tanıdım. Ve her şey beni çok değiştirdi çok olgunlaştım.
Sıfır Kilometre'den beklentileriniz neydi, Cannes'a gelmeyi hayal etmiş miydiniz? Benim ilk filmim olmasından dolayı çok büyük beklentilerim olmamasını doğal olarak getiriyordu. Benim için bir başlangıçtı bu. Bunun yanında çok gerçek bir senaryo olması, gerçek bir acıyı anlatması çok inanarak bu işte yer almam ve bir sürü şey öğrenmem zaten bana beklentilerimin karşılığını verdi. Ama Hiner Salem'in yüreğini bütün gücünü ortaya koyarak işini yaptığını gördüğüm için ve istidiklerini çok samimi dile getirdiği için bir yerlerden onay alacağına kesinlikle bütün kalbimle inanıyordum.
Cannes'da olmak nasıl bir duygu? Sinemanın bu ünlü isimleri ile aynı festivalde yer almam benim için inanılmaz bir duygu. Filmimize çok inanıyorum çok güveniyorum. Garip bir duygu nasıl oldu bilmiyorum ama daha sinemaya yeni başlamış olsam bile ben kendimi buralarda görüyordum. Belki de dedemin ruhu şeyhlik falan, bilmiyorum ama gerçekten çok büyük bir inancım vardı.