Kültür Bakanı'na yarı açık mektup!
- GİRİŞ24.02.2013 09:09
- GÜNCELLEME24.02.2013 09:09
Sayın Kültür Bakanı...
Siz bu mektubu okurken ben belki çok uzaklarda, belki 70'imde, belki kabirde, belki de birkaç gün sonra yine işimin başında olacağım. Bu noktaya açıklık getirmek tamamen size bağlı. Nasıl olacağını, olduğu zaman görürüz.
Efendim ben deniz, kendimi bildim bileli dertli bir ferdim...
Eskiden beri hep, "Ah ulan, ah" derdim...
Olmamışın olmamasına dair fikir sahibi olmakla beraber, belki çoğu zaman da, olmuşun olduğunun farkında değildim...
Efendim, lafı dolandırmayı pek bir severim. Huyumdur, kurumasın; yeşersin, yaşasın, dolansın...
Bir nevi edebiyat işte bizimki de...
Kültür hani...
Fikir yani, bu da...
Sayın Bakan...
Öncelikle yeni vazifenizde başarılar diler, memleket ve millet için hayırlara vesile olmasın Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim...
Bilemezsiniz, kültüre ne denli ehemmiyet veririm...
Ve elbette sanat...
Misal, fotoğraf çekmek benim için nefes almak gibidir. Her iyi fotoğraf sonrası dolu bir nefes veririm, almadan. Zira, bir önceki doyuran fotoğrafımdan beri içimde tuttuğum bir tutam soluk mevcuttur. Sonraki 'o kare'ye dek sadakatle ciğerimde an kollar. 'Ân'ın lisanı olan fotoğraf ile bu şekilde hayata tutunurum.
Ve ben yazmayı da çok severim. Her türlü.
Şiir bazen... Düz metin kimi zaman... Deneme de denerim... Bu aralar ise en çok sinema yazısı kaleme alırım...
Ha bu arada, sinema demişken; ben sinema olmadan yaşayamam, Sayın Bakan...
Resim ve heykel, müzik, tiyatro, dans, edebiyat ve mimarinin yanında/üstünde/ötesinde, sinemaya bağlıyımdır...
Hani nası' derler; içimde öyle bir deniz var ki, bir damlası toprağa düşmese belli vakitlerde, bütün bir ummânı yakasım gelir...
Böylesine naif bir cenderede, sinema ile yaşamaya çabalarım...
Dikkatinizi çekti mi, Sayın Bakan; aşk ile bahsettiğim halde, sinema ile yaşamak bir çaba ve -daha da ötesinde- cenk halini almış gibi konuşuyorum.
Abartıyorum muyum, sizce!
Şahsımla alakalı bir şey değil, emin olun. Adımı boşverin. Vinyeti kapayıp öyle okuyun, yazıyı. Mesele, hâlkımın sinema eserine ulaşımı ve sinemanın ülke şartlarında var olma çabası...
Düşünebiliyor musunuz, Sayın Bakan; bu memlekette sinema biletinden kesilen vergi, pavyonda kesilen vergi (rüsum: eğlence vergisi) ile aynı!
Sayın Bakan, ben sinemanın sanat olduğunu sananlardanım!
Bir ömür boyunca bu sebepten yananlardanım!
Böyle bir vergiyi, bir sanat organizasyonundan almanın manası nedir!
Hele hele, geliri -ve geleceği- büyük oranda gişe verilerine bağlı olan sinema sanatına bu nasıl yapılır!
Sponsorluk meselesi de mühim, Sayın Bakan...
Küçük bir araştırma yaptım. Yanlış görmediysem sinemaya yapılan sponsorluk yüzde 100 vergiden düşüyor. Fakat bundan kimin haberi var, bilemiyorum. Sinemanın bu manada bir kampanyaya, yönlendirmeye ve hatta topyekun proje bağlamında hareketlenmeye ihtiyacı var.
"Kültür Bakanlığı'nın katkısı azımsanmayacak derecede", demek isterdim. Lakin Sayın Bakan, kesinlikle azımsanacak miktarda bu katkı.
Selefinizin verdiği bilgilere göre 2012'de Kültür Bakanlığı'nın film sektörüne katkısı 12 milyon TL civarındaydı. 7 senede sinemaya yapılan katkı ise 125 milyon TL olarak açıklandı. Tabi buna organizasyonlara aktarılan kaynak da dahil.
Türkiye şartlarında orta ayar bir kurmaca filmin bütçesinin 1 milyon TL olduğunu düşünürsek, 125 milyon TL oldukça yüksek bir miktar gibi duruyor. Ancak senelik ayarlama yapıldığında, doğrudan sinemaya akan paranın 10 milyon TL civarında olduğu ortaya çıkıyor. 10 milyon TL de, son dönemde çok izlenen filmlerimizin bütçesi (Kelebeğin Rüyası gibi).
Peki devletin sinemaya katkısı ne boyutta olacak?
Doğrudan para aktarımı kesinlikle kalıcı bir çözüm değil. Sinema üretim alanlarındaki kısıtlamalar kaldırılmalı. Film çekmek kolaylaştırılmalı ve -ekonomide az gelişmiş bölgelerde olduğu gibi- teşvik uygulanmalı.
Sponsorluğun kolaylaştırılması ve bunun doğru anlatılması da ciddi bir zihniyet değişiminin tetikleyicisi olabilir.
Film çekimini kolaylaştırmanın en somut örneklerinden biri 'plato'dur. Devlet, uygun birkaç noktada plato oluşturmalı, oluşturulmasına destek olmalı. Bürokratik kolaylıklardan fazlası yapılmalı ve bu tür yatırımlara kaynak aktarılmalı.
Sinemamızın da 2023 için bir çılgın projesi olmalı...
Keşke ülke sinemamızın 100. yılı olan 2014 için böyle bir proje veya projeler dizisi olsa. Lakin kuvvetle muhtemel, 2014 de, 2010 Avrupa Kültür Başkenti gibi 'geçici' uygulamalarla 'geçiştirilecek'.
Sanatın 'popüler' endişelerle ele alınmaması gereken bir alan olduğunun idrakine varılmalı...
Ve bir de dağıtım tekeli meselesi var, Sayın Bakan...
Bugün bir filmin gösterim hakkı bulabilmesi, gişede ne kadar ilgi göreceğine dair öngörülerin yanı sıra, kişisel ilişkiye bakıyor.
Sadece birkaç firmanın eline aldığı dağıtım ağı sebebiyle gösterim şansı bulamayan ve 'sanatını erteleyen' filmler olduğu gibi, çok az yerde gösterildiğinden yeterince ilgi görmeyen ve daha doğru bir ifadeyle 'daha az kişiye ulaşan' kıymetli filmler de var ve bunlar 'heba olup gidiyor'...
Sayın Bakan, sadece sinema değil, hiçbir sanat alanı tekelleşmeye teslim edilemez.
Artık hemen bütün şehir merkezlerinde ve büyük ilçelerde sinema salonu var. Ancak dağıtımcıların ticari endişeleri sebebiyle birçok film, Anadolu'da gösterim şansı bulamıyor.
Selefiniz, "Senede 10 film yapan Türkiye artık 60-70 film yapıyor" demişti.
Doğru da söyledi. Geçtiğimiz sene bir düşüş yaşansa da artık ciddi bir üretim potansiyeli var.
Lakin gözünüzden kaçan bir şey var ki, bu 60 filmin yarısından fazlası, az gösterim 'hakkı tanınan' ve Anadolu halkına yeterince ulaşmayan filmler.
Sinemayı 'izleyici sayısı' seviyesine düşürmeden tartışmak gerektiğini düşündüğümden, -bilinçli olarak- 'izleyiciye ulaşamama' kavramını kullanıyorum, Sayın Bakan.
Her film çok izlenecek diye bir şey yok. Ancak hâlkım, her filme ulaşabilmeli.
Görüyorsunuz ya Sayın Bakan, dertliyim...
Derdim, beyaz perdeden büyük...
O beyaz alanın içine aldığı ve içinden gelen alemden büyük...
Gönülden dile getirdikçe, dilimde büyüyor kelimeler...
Sayın Bakan...
'Sinema endüstrisi' denen olgunun farkında olarak, bu işten birilerinin para kazanması gerektiğine elbette lafım yok.
Lafım, zalim kapitalist sistem şartlarının sanat alanında da uygulanmasına...
Ve Sayın Bakanım...
Emin olun ismim mühim değil...
Memleket medyasında bir yerde, bir şekilde bunları dile getirmiş sinema gönüllüsü biri olarak sadece ve sadece sıfatımı alın da, şu meselelere eğilin.
Sayın Bakanım, bilir misiniz ki sinema, mahşer yerine malzeme biriktiren nicelikte gelişim kaydediyor.
Hiç düşündünüz mü; mahşerde bütün bir hayatımızı baştan sona nasıl 'izleyeceğiz'!
Elbette Mevla'nın kudretinden ve iradesinden sual olmaz. O, 'ol' der, olur. Lakin bize de düşünmek düşer.
Oldum olası düşünürüm; orada, mahşerde 'zerre iyilik' ve 'zerre kötülük' nasıl 'görülecek'!
'Bunun konumuzla ne alakası var', diyebilirsiniz, Sayın Bakanım...
Ben gönülden söyledim, siz de gönlünüzden alın cevabı...
Hürmetlerimle...
Vesselam...
abdulhamitguler@gmail.com
twitter: @_hayirlisi_
Yorumlar2