Simurg'u beklemek
- GİRİŞ22.01.2013 09:22
- GÜNCELLEME22.01.2013 09:22
Benim saklamadığım bir saplantım var. Diyorum ki, eğer hilkat ağacı, beşere yeni bir medeniyet meyvesi tattıracaksa, o bizim ağacımızın meyvesi olacaktır.
Çünkü Kuran'ın en son ve geniş tefsir bu lisan ile yapıldı. Bu yaklaşımı, şimdilik bazı kimseler akıllarına sığdıramasalar da bu böyledir.
Mukadderdir ki, Anadolu şimdilik o medeniyet nüvesini rahminde muhafaza ediyor olsun… Yani o “mesih kadem” medeniyet, bugün Anadolu'da yaşayan halkların ortak tefekkür ve gayretinin eseri olacaktır. Batı medeniyetinin ‘inkişaı'nın; (<inkişaf değil>) yani fonksiyonunu tamamlaması -ki son dönemlerini yaşıyor- ardından zuhur edecektir.
O medeniyeti inşa edecek ‘Rahmani sülb', -ki biraz Türk, biraz Kürt ve biraz Arap'tır- Anadolu'nun rahminde doğmayı bekliyor. “Kelîm fi'l-mehd” (beşikte konuşan -çünkü fazla zamanı yok-) olacak bu yeni medeniyet, Anadolu'nun mevcut lisan-ı maderi olan Türkçe ile konuşacak, Arapça ile anlaşacak, Kürtçe ile terennüm edecektir.
Yakındır ki doğsun.
Ben Bir Kartalım
Bunu ben ve siz biliyor ve hissediyorsak, başkaları da biliyor ve hissediyor. O yüzden de, onu daha doğmadan anne karnında öldürmek istiyorlar. En azından, zihinlerimizde iyiye doğru gidişimizi engelleyecek ‘engram'[1]lar var ederek, bu yükselişi aberasyona[2] uğratmak istiyorlar. Bizi eskisi gibi pısırık, korkak ve ürkek olmaya teşvik ediyorlar. Kendileri için terakki meydanı yaptıkları dünyanın, bizim için yine tedenni ve hacalet hapishanesi kalmasını istiyorlar…
Birilileri sürekli bize kara tablolar çiziyor. İçimizden birileri her düşman ile işbirliği yapıyor, ve birileri de milletin kendisine duyduğu güveni yok etmek için her yolu deniyor.
Bize “sen tavuk yavrususun. Etliye sütlüye karışman diyorlar ısrarla. Ben de diyorum ki evet, bir iki asırdır, tavuk yavrusu gibi yetiştirildim ve o telkinleri aldım. Ama işte şekilim ve şemailim ortaya çıkıyor. Ben bir kartalım. Tavuk değil!
Zahirde annen (yani aydınların ve kimi idarecilerin) Tavuk olmaya ve kalmaya razı olabilir. Seni de inandırmış olabilirler tavuk yavrusu olduğuna. Ama sen umudunu kaybetme!
Bir gün gelecek kanatların güçlenecek, pazuların gelişecek, yerde yürümek sana ar gelecek ve o gün sana ‘Sen Tavuksun' diyenlere inat semalara yükseleceksin. En üstte uçacaksın… Çünkü sen bir Anka'sın… Anka olmanın tüm imkânları senin yüreğinde saklı... Yeter ki kendine güven ve inan!
Bu yazının Muhatapları
Bu ülkeyi daha da ilerilere götürme azminde, gayretinde ve himmetinde olan herkes bu yazının muhatabıdır. Bu halkın alicenap evlatları, inanın hepiniz birer Simurg (Anka)'sunuz!
Si-murg, küllerinden dirilmenin kültürümüzdeki sembolüdür. O bir ölümsüz umuttur ki, yok oldu sanılan anda dirilir ve kendini yeniden var eder.
Bizim geçmişimiz, yeniden var olmanın, ‘küllerinden dirilmenin” sayısız örnekleriyle dolu!
Elimizde Kur'an gibi bir yol gösterici, önümüzde, “kıyamet kopuyorken bile elindeki fidanı dik!” diyen umut Peygamberi (asv) yürürken, nebilerin bize bıraktığı mucizevi örnekler elimizin altında iken,
Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre gibi medeniyet kurucuları varken,
Oğuzhan, Metehan, Kültigin, BilgeKağen, Alparsal, Fatih, Yuvaz Suytan Selim, Kanuni ve Mustafa Kemal gibi devlet kurucuları dururken, Küllerinden dirilmenin fevkaladeliği bile kalmaz!
Ayrıca elimizde bu amaçla yazılmış sayısız kaynak var. Beydeba'nın Kelile Ve Dimne'si, baştan aşağı kendi küllerinden dirilmenin masalları, örnekleri ve sembolleriyle dolu.
Ve keza, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'i, hala bu millet tarafından keşfedilmeyi bekleyen, muazzam bir küllerinden yeniden doğma teknik ve usulleriyle lebalep!
Kün Toğdı (kön törü doğru kanun, trendi bilmek), Ay-Toldı, kut (saadet, ikbal ve devlet), Öğdülmiş (ukuş- (akıl) ve Odgurmuş (akıbet) sembol şahısları tanıyan, kızıl elmadan haberdar, efsanelerinde her daim yol gösteren rehberleri bulunan bir toplum için küllerinden dirilmek elbette ki işten bile değildir.
Ama kendi öz güveniyle yeniden ayağa kalkmanın daima mümkün olduğunu bize en iyi anlatan eserlerden biri de Feriduddin Attar'ın Mantıku't-Tayr'ı dır.
Mantıku't-Tayr'da Attar, bir Simurg hikayesi anlatır. İnternette de bir örneği dolaşıyor…
Bilirsiniz, Feriduddin Attarı!
Belki çoğunuz da okumuşsunuzdur Mantıku't-Tayr'ı… Ama ben onu bir kere daha size anlatmak istiyorum.
Çünkü o, Tasavvuf'ta Allah'a varmanın, Bilgelik erdemine çıkmanın, insanın kendi gerçeğiyle yüzleşmesinin hikâyesidir. Onu, pekala KÜLLERİNDEN DİRİLMENİN kıssası diye de okuyabiliriz.
Simurg Sensin!
Hikâyeye göre Kuşların hükümdarı Simurg, ( Zümrüd-i Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir...
Kuşlar diyarında işler yolunda gitmez olmuş. Karamsarlık, huzursuzluk almış başını gitmiş. Ama kuşlar şuna hep inanırmış ki bir gün Simurg gelir onları bu halden kurtarır.
Ne var ki, Simurg ortada görülmüyormuş. Onun gelişini çok beklemişler ama gelmemiş. Sonunda kuşlar ona gitmeye karar vermişler. Amma Simurg'u nerede bulacaklarını da bilemiyorlarmış…
Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadı olduğuna inandıkları bir tüy bulmuşlar. Bu tüy, onları yeniden umutlandırmış Simurg'u aramaları konusunda. Çünkü artık inanmışlar ki Simurg var. Bütün kuşlar onu aramaya koyulmuşlar. Kuşlar, Simurg'un huzuruna varıp içinde bulundukları halden nasıl kurtulabileceğini öğrenmek istiyorlarmış.
Sonunda Simurg'un yuvasının, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesinde olduğunu öğrenmişler.
Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiden aşmak gerekiyormuş. Hepsi birbirinden çetin, aşılması birbirinden zor yedi vadi...
Attar bu vadileri istek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve fena diye isimlendirir... (Mevlana bu vadileri daha da nesnelleştirir. Cehennemin 7 kapısı vardır diyerek… Bu kapılar, el, dil, bel, ağız, ayak, kulak, ağız olarak tanımlar. Yüreğine Simurgun sevdasını yerleştirmemiş, kalp soketine iman kartını koymamış hiçbir insan bu vadilerden geçemez ve gayesizlik diyebileceğimiz cehennemlerde kaybolur gider)
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...
"Aşk denizi”nden geçmişler önce....
"Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar.... "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar...
Kuşların kimi "Aşk Denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...
Önce Bülbül havluyu atmış. Ben gül'süz ne yaparım diye…
Sonra papağan. Bu yolculuk tüylerimi soldurur demiş, azmine gevşeklik düşmüş. Oysa bilmiyor ki ona kafeslere mahkum eden parlak tüyleridir…
Kartal, kibrinden vaz geçememiş. Ben yüksekten uçan kuşum, her kuşla bir olamam demiş. Krallığından olamam dedim, yarı yolda bırakmış kafileyi…
Baykuş viraneliklerinin hasretine dayanamamış. Onun da yüreğine viraneliklerin hasreti çökmüş. Vaz geçememiş viranelerden.
Balıkçıl kuşu ise bataklığını!...
Her vadi yeni yeni ayrılıklara, yeni yeni dökülmelere ve yeni yeni pişmanlıklara neden olmuş Yüreklerdeki direnç bir bir erimiş. Kuşlar vadileri geçtikçe sayıları da azalmış.
Sonunda en çetin vadi olan altıncı vadiye ulaşırlar. O vadi ‘Hayret /şaşkınlık' vadisidir. Çoğu kuş hayret vadisinde şaşa kalmış. Hayret vadisini geçebilenlerin büyük bir kısmı da yedinci vadi olan "Fena/ Kehdinden Vazgeçiş, Yokoluş"ta umutlarını tüketmişler. Kaf Dağı'na sadece otuz kuş varabilmiş.
Tıpkı (gücün ve despotizmin sembolü olan Calut ile savaşa tutuşmak için yola çıkan Talut (Yani öncü Ruh)'un, askerleri gibi… Büyük ve çetin bir çölden geçtikten sonra bile, nefsini, kana kana su içmekten (yani iktidar olduğu halde o gücü bireysel tatmini için kullanmaktan) alıkoyan bir avuç asker sayesinde başarıyı elde etmişti. Dört bin olarak yola çıkıp 314 kalan yiğitlerle; önce büyük cihad olan “nefsiyle baş etme” iradesi gösteren 314 kişi ile başarmıştı. Çetin ve büyük bir çölden geçtikten sonra bile kanan kana sus içmeme iradesi gösteren o 314 kişi, anlamışlar, yıllardır çekilen zilletin sebebini. Anlar hep, Musa ile Rabbin savaşmasını beklemişlerdi. Oysa zafer kendi iradelerini eseri olacaktı…
Kurtuluşu başkalarının imdadına bırakanlar, hep beklerler. Fakat tarih, karanlıktan şikâyet etmek yerine kalkıp ışık yakanları kaydetmiştir.
Netice olarak, Kaf Dağı'na ulaşan o 30 kuş da sonunda anlamış ki yıllardır bekledikleri Simurg ( Si - Murg, yani 30 Kuş) kendileri imiş.
Evet, başarı insanın kendi yüreğinin eseridir. İnsan önce kendine inanmalı. Çünkü insan bu kainatın tamamlayıcı harfidir. Nasıl ki o olmadan evrenin bir anmalı yoktur ve nasıl ki o işe girmeden maksat anlaşılmaz, aynı şekilde de insan, kendi yüreğini ve aklını işin içine koymadan ne bir başarı elde edebilir ne de kendine bir saadet sarayı inşa edebilir.
Evet, millet, birkaç evladından ibarettir. Zorlukları aşmayı göze alabilen, kendini toplumu için feda etmeyi göze alan ve himmeti (önceliği) kendi milleti olan üç beş evlat… İşte sıradan toplulukları ‘millet' yapan, bir milleti diğerlerinden daha ileriye götüren işte bu inanmış 30 adamdır.
O adamlar, önce kendi Kaf Dağı'na yolculuk yapabilmeyi göze almış erlerdir. Nefsin yedi mertebesini aşmış, kendi gerçeğine varmış 30 er!
İnsan, kendi yurdunun Zulkarneyni olmadıkça da Kaf Dağı'na varamaz. Kaf Dağı, Budha'nın nirvanası, Müslüman'ın ‘fena fi'llahı'dır. Ancak ona erenler büyük Canın parçası olabilirler. Hepimiz o ummanın katreleriyiz, hepimiz o mananın bekçileriyiz.
O idrake vardığımızda göreceğiz ki “musassır medeneyetler seviyesine çıkma”k bile düşük bir seviyedir. Yeter ki mehdiyi, mesihi beklemek yerine biz bir adım atalım. Hatırlayın çaresizlikten bizar olan ve bir türlü gelmeyen Kurtarıcı Simurg'u beklemek yerine kendileri harekete geçince asıl bekledikleri kendileri imiş.
Özet olarak biz de ancak cehalete ve fakr u zarurete düşmeye neden olan tembellikten vaz geçerek, her biri hayatımızı cehenneme döndüren nefsin talep ve arzularını dizginleyerek (Kaf Dağı'nı aşarak) Simurg'umuza ulaşailiriz!
Biz, biz olmayı göze alabilirsek kendimizi gerçekleştirebilir, daha yaşanır bir hayatı var edebilir ve kendimizle birlikte milletimizi de aydınlığa taşıyabiliriz…
[1]) Bir utanç veya acılı halin zihnimizde yapılmış bilinçsiz kayıtlarına engram denir ki insanın, iyiye gidişini önleyen amillerin en başında gelir. Zihnimizde saklı kayıtlar olduğu için onlarla mücadele etmeyi de bilmeyiz. Ama tüm acılarımızın ve yenilgilerimizin kaynağında onlar vardır. Ve tuhaftır ki onların sonuçlarını kader zannederiz..
[2] Aberasyon, mantıklı düşünme veya doğru hareketten sapma. Daha doğrusu yanlış hareket etmeye yol açan sabit fikirler neticesinde oluşan durum… Basit anlamıyla neticesi mutlaka hata olan ama bizce doğru sanılan hareket... Hata.
Mehmet Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com
Yorumlar13