Ceza yargılamasında tanık
- GİRİŞ22.02.2013 09:38
- GÜNCELLEME22.02.2013 09:38
Beyan delili niteliği taşıyan tanık, yargılamaya konu eylemle ilgili bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu tarafsız ve yorumsuz bir şekilde, yani olduğu gibi anlatmakla yükümlüdür. Bu noktada amaç nettir; maddi hakikate ve adalete ulaşmak. Tanık, kim tarafından gösterilirse gösterilsin yargılamaya konu eylemle ilgili bildiğini doğru anlatmak zorundadır. Suç örgütü davalarında, can güvenliği ve gerçeğe ulaşmak amacıyla gizli dinlenmelerine karar verilen tanıklar için de durum farklı değildir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (d) bendine göre; bir suçla itham edilen herkesin iddia edenin tanıklarına soru sormak, savunma tanıklarının da iddia tanıkları ile aynı şartta davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek hakkı vardır.
Bu hak mutlaktır. Anayasa m.90/5'e göre, bu hakkın kısıtlanması mümkün değildir. Bir insan hakkı olarak “savunma hakkı” sanığa, iddia ve suçlamaya cevap vermek, delilleri duruşmada tartışmak, tartıştırmak, kendi delillerini sunabilmek hakkını tanımıştır. Bağımsız ve tarafsız mahkeme, sanığın savunma hakkını koruyup gözetmek zorundadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 177. maddesine göre sanığın, duruşma hazırlığı evresinde mahkemeden savunma delillerinin toplanmasını isteme hakkı vardır. Bunun usulü, 177. maddede gösterilmiştir. Elbette bu talep, tüm usul kurallarına riayet eden ve düzgün işleyen yargılama süreçlerinde, duruşma hazırlığı evresinde, yani duruşma başlamadan önce yapılmalıdır. Bu söylenen, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 190. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bir duruşmada, yani bir veya birkaç sıralı celsede biten davalar yönünden geçerlidir. Bununla birlikte, duruşmanın onlarca celse yapıldığı, aylarca ve yıllarca sürdüğü yargılamalar için bu yazılı kuralın tatbiki mümkün olamayacaktır.
Türk Hukuku, iddia, savunma ve delillerin hemen tartışılıp bir duruşmada, yani bir veya birkaç sıralı celsede bittiği davalara henüz çok uzaktır. Bunun önemi ve olumlu sonuçları da henüz anlaşılamamıştır. Tutuklama tedbirinin cezaya, cezanın ise affa dönüştüğü toplumlarda, “süratli yargılama” ve “hemen adalet” kavramlarının iyiliğinin anlaşılmasını beklemek hayalden ibarettir.
Şimdilerde, belki CMK m.177'nin usulüne uyulmadığı ve bu nedenle de dinlenme talepleri reddedilen tanıkların sanık tarafından duruşma salonunda hazır bulundurulmaları halinde bile dinlenmemesi gerektiği düşünülebilir. Esasında CMK m.178/1 net bir hüküm içermektedir. Bu hükme göre, “Mahkeme başkanı veya hakim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir”. Hatta reddedilen tanığın, savunma hakkı ve maddi hakikat adına, en azından bu tanıkların davayı uzatmaya yönelik beyanlarda bulunma ihtimallerinin olup olmadığının anlaşılması bakımından, dava ile ilgi ve dava hakkında bilgileri bakımından hangi konuda dinleneceklerinin araştırılması ve yapılan gerekçeli tespit sonrasında reddedilmesi gerekir. Mahkemenin reddinden sonra sanık veya avukatı tarafından duruşmada hazır bulundurulan tanık, diğer deliller yargılamanın sonuçlandırılması için yeterli olsa bile “savunma tanığı” sıfatı ile dinlenmelidir. Mahkeme bir an için delillerin yeterli olup, tartışılıp değerlendirildiğini düşünmekte ise, bu durumda hazır bulundurulan tanığı huzura alıp dinlemeli ve taraflara son sözlerini sormak suretiyle de davayı uzatmadan bitirmelidir. Çünkü geciken adalet, yarar değil zarar verir.
CMK m.206/2-c'de yer alan, ortaya konulması istenen bir delilin davayı uzatmak maksadıyla yapılması halinde mahkemece reddedileceğine dair hüküm, yukarıda açıkladığımız CMK m.178'in önüne geçemez. Mahkemenin red yetkisi, devam eden dava süreci ile ilgili ve savunmayı desteklemek için sanığa tanınan delil sunma hakkının önüne geçemez. Hiç kimse, yargılamayı geciktiremez ve mahkemeye saygısızca davranamaz. Savunma delilinin toplanıp değerlendirilmesi amacına hizmet eden bir talebi, yargılamayı geciktirme ve saygısızca davranış olarak nitelendirmek mümkün değildir.
CMK m.206/3, tanığın dinlenilmesinden veya başka bir delilin ortaya konulmasından nasıl vazgeçileceğini düzenlemiştir. Bu usulün tatbiki, ancak savcı ile sanık veya müdafiin rızası halinde mümkündür. Daha da önemlisi CMK m.207'ye göre; delilin ortaya konulması istemi, tanığın duruşmada dinlenip, beyanının tartışılması ve değerlendirilmesi veya ispatlanması istenen olayın geç bildirildiği gerekçesiyle reddedilemez.
Mahkeme bağımsız ve tarafsızdır. Mahkeme, tutuklama tedbirinin tatbikinde ve yargılamada tarafsız kalmak ve bu tarafsızlığını yargıladığı sanığa ve avukatına hissettirmek zorundadır. Bu esas, hukuk güvenliği hakkının bir sonucudur.
Sonuçta mahkeme, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen delillere dayandırarak ve bu delilleri vicdani kanaatiyle serbestçe takdir etmek suretiyle verebilir (CMK m.217).
Bu açıklamalar ışığında; sanık ve avukatının duruşma salonuna getirdiği ve dinlenmesine talep ettiği tanığın reddi imkanının bulunmadığını, en azından bu tanığın dava veya savunma ile ilgisinin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla da olsa mahkemece dinlenmesi gerektiğini söylemek gerekir. Bu tanığın reddin gerekçesi ise, duruşma aşaması devam eden davalarda davayı uzatmak olarak gösterilemez. Aksi halde, başta Anayasa m.36, İHAM m.6/3-d'ye, CMK m.178'e ve 207'ye açık aykırılık olur. Bu aykırılığın; savunma hakkını kısıtladığı, tek başına bozma nedeni olarak kabul edileceği ya da ancak yargılamanın esasına etkili olmak kaydıyla bozma sebebi sayılabileceği hususları temyiz merciinde tartışma konusu yapılabilecektir.
Ancak belirtmeliyiz ki, savunma hakkının ne zaman kötüye kullanıldığı, bunun nasıl tespit edileceği, çok sayıda sunulan delilin ilgisizliği, yine tanık olarak dinlenmesi amacıyla getirilen birçok insanın yargılamayı geciktirmesi gibi sorunların doğabileceği de düşünülebilir. Yasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin açık bir hükme yer vermediği bu gibi durumlarda, duruşmanın düzeni ve disiplininde yetkili kılınan mahkeme hakimi veya başkanının takdir yetkisi var ise de, bu yetki keyfi ve somut gerekçeden uzak kullanılamaz.
Mahkeme; somut olayın özelliklerine bakmalı, savunmaya öncelik vermeli, savunma hakkını kısıtlamayı değil azami derecede kullandırmayı hedeflemeli ve ancak tereddütsüz şekilde savunma hakkının kötüye kullanıldığını gösteren ve/veya yargılamayı geciktiren talepleri somut gerekçe göstermek suretiyle reddedebilmelidir. Sanığın tutuklu yargılandığı davalarda, bu tür davaya uzatmaya yönelik davranışların pek olmayacağını, çünkü tutuklu yargılanan sanığın bir an önce davanın son bulmasını isteyeceğini ifade etmek isteriz. Bunun yegane istisnası, davanın uzatılması suretiyle tutukluluk süresinin dolmasının sağlanıp tahliyenin elde edilmesi olarak gösterilebilir. Tutukluluk sürelerinin uzunluğu karşısında bu tür zor bir örnekle karşılaşılması zor gözükmektedir. Kaldı ki, bu yönde bir gerekçenin tek başına savunma hakkının kısıtlanmasına dayanak olarak gösterilmesi isabetli olmayacağı gibi, yeterli de sayılamaz.
Davada asıl amacın; süratli ve dürüst yargılama ile maddi hakikate ve adalete ulaşılması, bu sırada da suç isnadı altında bulunan ve cezalandırılma riski taşıyan sanığın savunma hakkının zedelenmemesi olduğu unutulmamalıdır.
ersansen@hotmail.com
Yorumlar1