Yol ayrımındaki devlet
- GİRİŞ04.03.2013 10:45
- GÜNCELLEME04.03.2013 10:45
Devlet peşinde idi. Halkın sabrı taşmak üzere idi. Devlet, gücünü göstermeli ve halk düşmanını adalet önüne çıkarmalıydı. Beklenen buydu. Lider yakalansın, suç örgütü dağılsın ve mahallede huzur ve barış ortamı tekrar sağlansın.
Hukuk kurallarına uyan, yaşadığı yerin düzenini temel sarsmayan ve otoriteye başkaldırmayanlar devletten başka ne isteyebilirdi? Huzur ve güven ortamına ulaşılsın, aynı zamanda da adalet yerini bulsun. Uzun uğraşlar sonuç verdi ve suç örgütü lideri yakalanıp adalet önüne çıkarıldı. Yargılanıp mahkum oldu. Devletin örgütü dağıtacağına inanıldı, olması gereken de buydu. Çünkü devlet güçlü bir organizasyondu ve hukuk kurallarının gereğini yerine getirmek zorundaydı. Ancak öyle olmadı. Örgüt liderine bağlılıkları devam eden örgüt mensupları insan kaçırarak, okul basıp öğrencileri rehin alarak eylemlerine devam etti.
Devletten beklenen, bunlara sebebiyet verilmemesiydi. Ancak olmadı. Bu andan itibaren ortada iki seçenek vardı; ya operasyon yapılacak ya da örgüt üzerinde hakimiyeti devam eden suç örgütü lideri ile görüşülecekti. Ama kim görüşecekti, arabulucu kim olacaktı ve irtibat nasıl sağlanacaktı? Çünkü suç işleyen, daha önce halk düşmanı ilan edilen ve cezaevinde bulunan bir mahkum ile hukuk devleti nasıl bağlantı kuracaktı, bunun yasal dayanağı neydi? Kursa bile, kim ne diyecekti?
Ancak ortada kurtarılması gereken hayatlar vardı. Bu hayatların kurtarılması amacıyla devlet temsilcileri uzlaşma görüşmeleri yapabilirdi. Görüşme konusu ve varsa verilecek tavizler sınırsız olabilir miydi? Suç işleyenle ve hala işlemeye devam edenle, kaçırılan insanların hayatını kurtarmak uğruna pazarlık edilebilir miydi ya da suç örgütünü idare etmeye devam ettiği için ceza sorumluluğu işletilip lideri yeniden mi yargılamak gerekirdi?
Görüşmeler başladı. Devlet yetkililerinin isteği netti; kaçırılan insanların ve rehinelerin kayıtsız ve şartsız bırakılıp, faillerin teslim olması. Ancak örgüt liderinin, farklı yöntemleri denemek yerine insan hayatlarını uzlaşmacı yöntemle kurtarmak isteyenlerden beklentisi vardı. Onun kaçırılan insanları kayıtsız ve şartsız teslime ve karşılık olmadan rehinelerin bırakılmasını sağlamaya niyeti yoktu. Liderin istekleri netti; örgütüne göz yumulması, müdahale edilmemesi, hukuk kurallarının da örgütünü ve kendisinin tasarruf yetkisini koruyacak şekilde gözden geçirilip düzenlenmesi.
Yetkililer iki noktada şaşırdı; ilki, bunlar kabulü mümkün olmayan isteklerdi ve ikincisi, örgüt liderinin kendisi için özgürlük yerine başka bir menfaat sağlanmasını istemesiydi. İkincisinin açıklaması netti. Çünkü daha önce hain ilan edilen örgüt lideri, şimdi kahraman olmak istiyordu. İlkinin cevabı ise, mantık kaybolduğunda veya gözardı edildiğinde taleplerin sınırsız ve gücün kendi eline geçtiği zannedildiğinde de pervasızlığın kaçınılmaz olmasa idi. Örgüt lideri dedi ki, “Ne var bunda? Anlaşma şartları, işinize geliyorsa değerlendirin, yoksa eylemler devam eder, barışın gelmesini istiyorsanız şartlarım bunlar”.
Devlet yetkilileri düşünmek için süre istedi. Ancak kaçırılan ve rehin alınanların ailelerinin baskıları devam ediyordu. Baskı yapanlar arasında kamu otoritesinin önemli mevkiinde bulunan birkaç insanın bulunması, devlet yetkililerinin işini iyice zorlaştırmakta idi. Ne yapılmalıydı? Bir tarafta kaçırılan ve rehin alınan insanların hayatı ve diğer tarafta da hukuk düzeninin geleceği. Devlet yetkilisi, “Bu aşamaya nasıl geldik, neden biz bu işi şimdiye kadar halletmedik veya neden güçlü devlet olarak müdahale etmedik?” diye kendi kendine hayıflandı.
Anlaşmanın veya anlaşmamanın faturası ne olabilirdi? Örgütle anlaşma yapıldığında, kamu otoritesi kırılacak ve örgüt güç kazanacaktı. Bu bir anlamda örgütün varlığının, yetki ve etkisinin kabulü olacaktı. Ama geçici süre de olsa mahalleye barış gelecekti. İşte anlaşmanın bir sonucu bu idi, diğer sonucu ise, kaçırılan ve rehin alınan insanların serbest bırakılması. Bu durumda suç örgütü, devlete kafa tutmuş, varlığını sürdürmüş ve ilan etmiş olacaktır. Masaya oturan devlet ise, gücü paylaşmanın ötesinde net bir şekilde kaybedendi.
Toplumsal mutabakatla kendisini kamu kudreti kullanım yetkisi verilen devlet, insanların yaşadığı ülke üzerinde hukuk düzenini sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi o kadar zahmetli ve zordur ki, bu zorluğun aşılması sadece dengeli hareket etmek ve eşit davranmakla mümkündür.
Devlet, zamanında yapması gerekeni yapmayıp veya yapamayıp da sorunun büyümesine göz yumduğunda, somut tehlike ile karşı karşıya kalır. Bu somut tehlike, net bir şekilde devletten gücünün bir kısmını ister, ayrıca devlet içinde veya yanında devlet olmayı hedefler.
Faaliyetlerine izin verilen ve suç işlemelerinin önüne geçilemeyen suç örgütü, zamanla sempatizan ve destek kazanır. Bu kaçınılmazdır. Örgüt; eylemlerini artırıp, toplum barışını ve huzurunu zedelediğinde ve bunu sistematik hale getirdiğinde, devlete düşen elbette bu eylemlerin önüne geçilmesi ve faillerinin de yakalanıp cezalandırılmasının sağlanmasıdır. Güçlenen örgüt karşısında sert müdahalelerde bulunmayı göze alamayan devlet, uzlaşmaya oturduğunda, varılacak anlaşmadan iki sonuç çıkar: Birincisi, örgüt gücünü ilan etmiştir. İkincisi ise, bu yolla silah bıraktıran Devlet, örgütü etkisiz hale getirdikten sonra tesis edilen barış ortamını koruyacaktır.
Hangisi olur bilinmez. Ancak insanların istediği, elbette birlik-bütünlük, huzur ve güven içinde yaşamaktır. Kamu kudreti kullanıcısı hukuk devleti de, bu ortamı sağlayıp kişi hak ve hürriyetlerini korumak zorundadır. Ayrıca Devlet, alacağı kararların muhtemel sonuçlarını de etraflıca düşünüp ona göre hareket etmek mecburiyetindedir. Aksi halde alınan kararlar, toplumsal kargaşa ortamına zemin hazırlar.
Belirtmeliyiz ki Devlet; öç almaz, güç gösterisi yapmaz, cebir-şiddet ve tehditten uzak durur. Devletin güç kullanmamasının sınırı, ceza normlarının ihlali ve meşru savunma aşamalarıdır. Devlet, birey ve toplumdan aldığı kamu kudretini kullanma yetkisi ile kamu hizmetlerini, bu kapsamda insanların can ve mal güvenliği başta olmak üzere ülkeyi korur ve düzeni sağlar. Bu kapsamda devlet, kaçırılan veya rehin alınan insanlarını kurtarmak için görüşebilir. Ancak bu görüşmeler, cebir-şiddet ve tehdidi zımnen meşrulaştıracak şekilde iki eşit taraf arasındaki uzlaşma niteliğinde olamaz.
Devlet, karşılaştığı tehlikenin boyutunu, hukuka aykırı yapılanmanın amaç ve niyetini, bu yapılanmanın arkasında veya yanında duran dış güçlerin ve destekçilerin gizli maksatlarının analizini iyi yapmalı, tüm bu aşamalarda ülke ve millet menfaatlerini her şeyin üstünde görmelidir. Devletin esas amacı ve varlık nedeni de budur.
ersansen@hotmail.com
Yorumlar1