Allah'ın kelimesini devletle duyurmak
- GİRİŞ08.04.2014 08:02
- GÜNCELLEME08.04.2014 08:02
Türkler, İslamiyet'i din olarak kabul ettikten sonra varlıklarını, yani toplumsal, kültürel ve siyasî edinimlerini, bu dinin temel kaynaklarını referans alarak sürdürmeye özen göstermişlerdir.
Bunların en başında, İslam dininin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim'e hem şekil ve davranış olarak hem de içeriğine kulak verip uygulama gayreti anlamında saygı gösterilmesi gelir. İkinci olarak, Türklerdeki Peygamber sevgisini belirtmemiz gerekir. Bunda da sevginin yanı sıra saygı vardır. Hem çocuklarına O'nun adını vermiş, hem de dinin ve vatanın korunması görevini üstlenen askerlerini Peygamber adına izafeten "Mehmetçik" diye isimlendirmiştir. Doğrudan Hz. Peygamber'in adı anılmamış, O'na hürmeten, Mehmet ve Mehmetçik gibi farklı ifadeler tercih edilmiştir. Bu bir sevginin ve hassasiyetin ifadesidir.
Osmanlı Türkleri'nin Batıya seferlerinde vurgulanan amaç, "İlayı Kelimetullah" olmuştur; yani Allah'ın kelimesini duyurmak, yaymak. Biz bunu İslam dininin Batı ülkelerinde tanınmasına yönelik bir amaç olarak görebiliriz. Esas amaç ise, farkında olunsun ya da olunmasın, Hz. İsa'nın Kur'anî gerçeğe uygun anlatımıdır. İlâyı Kelimetullah amacının özünde bu vardır, hikmeti de buradadır.
Hıristiyan dünyasında "baba, oğul ve kutsal ruh" üçlemesinde vücut bulan Hz. İsa, İslam inancında babasız olarak Hz. Meryem'den doğan bir insan ve Peygamber olarak kabul edilir. Kur'an-ı Kerim'de bu insan (Hz.İsa), "Allah'tan bir Kelime olarak, Meryem oğlu İsa Mesih" tanımlamasıyla anlatılır (Âli İmran, 45). Yaratılma açısından Âdem'in durumu ne ise, İsa Mesih'in durumu da odur; topraktan yaratılmış ve Allah'ın "ol" emriyle var olmuştur (Âli İmran, 59). Ne baba var, ne oğul... Sadece, kendisine bazı yetenekler verilmiş bir insan... İşte Kur'anî anlatıma göre Hz. İsa budur. Allah'ın kelimesi ve elçisi (Nisa, 171).
Kelimetullah (Allah'ın kelimesi) kavramı Hz. İsa'yı ifade ettiği gibi, genel anlamda hakikati ve Kur'an-ı Kerim'i de ifade eder. Bu anlamda da Osmanlılar'ın Batıya seferlerindeki esas amaç, içeriksiz bir fetih siyaseti değildir; Allah'ın kelimesini yani Kur'anî hakikatleri bu ülkelerdeki insanlara duyurmaktır. Somut olarak da belki bu vesileyle, Batılıların, hakkında yanlış bilgi ve yargı sahibi oldukları İsa Mesih ile ilgili aydınlatılmaları gibi bir niyet ve sonuçtan söz etmek mümkündür.
Bu batıya sefer esnasında varlık gösteren bir de devlet gerçeği vardır. Devlet, bir mecburî oluşum, bir sistem demektir. Birbirinden çok farklı insanların birer kültürel topluluk olarak, muhtelif sorun ve talepler ile bunlara yönelik çözüm deneyimleri edinerek, varlıklarını sürdürme mecburiyeti, 'devlet' denilen yönetim aracını ortaya çıkarmıştır. Osmanlı devleti bu anlamda Türklerin Batı coğrafyalarındaki ilerlemelerinin de getirdiği tecrübe ile şekillenmiştir. İlayı Kelimetullah burada devletin yapısal varlık gerekçelerinin başında gelir.
Her ne kadar Batılı bazı teorisyenler Avrupa'da Türklerin/Müslümanların varlık gösterdiği alanları Şeytanın Krallığı, Hıristiyanların hâkim olduğu ülkeleri ise Tanrı'nın Krallığı olarak tanımlamış olsa da, Batılılar arasında zamanla Kur'anî söylem etkili olmuş ve birçok kişi Hz. İsa'nın kimliğini teslis inancından bağımsız, kendi yalın gerçekliği anlamında kavramaya başlamıştır. Artık onlara göre de Hz. İsa, Meryem oğlu İsa Mesih, yalnızca Allah'ın Elçisi'dir, O'ndan bir kelimedir.
Böylesi tecrübelerin meydana gelmesinde Türklerdeki devlet ve toplum yapısının payı göz ardı edilemez. Bunu tarihsel süreçte yaşanmış sayısız örnekle açıklamak mümkün. Şimdi burada onlardan birine yer vermekle yetinelim.
Türklerin Balkanlar'da güçlü bir konuma geldikleri dönemde Alman asıllı Georg von Ungarn, Türklerle ilgili şöyle bir gözlemini dile getirir:
"Bu berbat topluluk şiddet kullanmıyor; uzun bir zaman içerisinde alıştırarak yüreklerin direnç gücünü kırıyor ve özgürlük istencini çökertiyor. Dayanma gücünü yeniyor, insanların zihnini öyle bir körlükle vuruyor ki, onlar daha önce uğruna ölmek istedikleri inançlarını alçakça yadsıyorlar".
Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt'ın Ankara Savaşı'ndan Timur'a esir düşmesinden sonra başsız kalan devletin Balkanlar'daki Hıristiyan tebaası, fırsattan istifade edip isyana kalkışmak yerine, sükûnetle devletin yeniden kendini toparlamasını beklemişlerdi. Bu durum, Georg'un anlattıklarıyla örtüşüyor. Demek ki, kültürün yanı sıra ekonomik ve sosyal düzen de etkili olmuştur bu insanlar üzerinde.
Georg, "Hıristiyanların İsa ve Hıristiyanlık için yapmakla görevli oldukları şeyleri, Türkler doğal görevleri olarak görür ve yaparlar..." derken, aslında, sözünü ettiğimiz İlayı Kelimetullah görevinin nasıl ifa edildiğine de ışık tutmuş oluyor. Örneğin şu sözleri: "Türkler bütün eylem ve işlerinde, giysi ve davranışlarında hafiflikten ateşten sakınır gibi sakınırlar... Temizliği o denli severler ki, kullanacakları şeylerin temiz olup olmadıklarını mutlaka gözden geçirirler... Şarap içmez, domuz eti yemezler; bu nesnelerin insanı kirlettiğine inanırlar."[1]
İşte Osmanlı Türkleri'nin Allah'ın kelimesini batıya doğru yayıp duyurması, böyle bir kültürel ve toplumsal devinimle birlikte gerçekleşmiştir. Yukarıdaki tanıklıklardan anlıyoruz ki, burada bir ikna olmuşluk ve ikna edicilik mevcuttur. Ayrıca da, samimiyet vardır.
Öyle olunca, sözü edilen Batı diyarlarında Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçmiş insanların bu tercihi, doğal bir seçim ve hatta aydınlanmışlık olarak görülür. Buna vesile olanlar, takdiri hak eder. Son zamanlarda bazı yurtdışı okul yöneticileriyle ilgili olarak medyada gündeme geldiği gibi, tekdir edilip görevden alınmayı değil.
[1] Bu konularda bkz. Onur B. Kula, Alman Kültüründe Türk İmgesi I, Gündoğan Yay.,Ankara 1992.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol