Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı ortada yok. Öldüyse onu kim öldürdü, yaşıyorsa kim kaçırdı?

Bu sorunun yanıtını ararken gizli servisleri de hesaba katmakta fayda var.

Öncelikle eldeki verilere bakalım.
Suudi Arabistan bir numaralı fail durumunda.
Kaşıkçı onlara ait başkonsolosluğa girdikten sonra ortadan kayboldu.
Binaya giriş görüntüsü var, çıkarken yok.

Suudi Arabistan yönetimi ve medyası günlerdir “biz yapmadık” diyor.
İspat edin diyoruz.
İspatlamakta güçlük çekiyorlar.
Ama “biz yapmadık” noktasında ısrarlılar.

Suudi Arabistan’ın bu meselede masum olduğunu var sayalım. Peki o zaman Kaşıkçı olayının faili kim?

Bu soruya Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini bozmak isteyenler cevabını verebiliriz.
Çünkü bu mesele direk Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerini hedef alıyor.
Suudi yönetiminin önemli bir kanadı böyle bir ihtimalden büyük rahatsızlık duyuyor.
Riyad’daki etkin azınlık ise ilişkilerin tamamen bozulmasını isteyebilir.
Çünkü onlar Suudi aklıyla değil BAE-İsrail-ABD zihniyetinin yörüngesine girmişler.

BAE de ABD de İsrail de Türkiye-Suudi Arabistan ilişkisinin bozulmasından memnuniyet duyar.

Türkiye, Suudi Arabistan’a “sen benim ülkemde nasıl gazeteci öldürürsün” diye sert çıkış yapıp, ilişkileri bozabilir. Bunu isteyen ciddi bir kesim var.

Ama bu işin bir de tam ters yüzüne bakalım.
Orada da şunu görüyoruz, Türkiye Suudi Arabistan’a o sert tepkiyi vermezse bu kez Türkiye’ye “Arap dünyasının geri kalanıyla ilişkilerin bozulur” dayatması yapmaya kalkışanlar var.

Ortada bir olay, o olaya verilecek ya da verilmeyecek tepkiler, hepsinin de olumsuz bir sonucu var.

Yani bir tezgahla karşı karşıyayız.
Peki bu tarz tezgahları dünyada özellikle de Müslüman coğrafyasında kimler kurar?

Bu sorunun yanıtı için ilk akla gelen Mossad’dır.
Kaşıkçı meselesinin arkasında Mossad vardır, demiyorum ama Mossad ile ilgili bir hatırlatma yapmakta fayda görüyorum.

Tarih 19 Ocak 2010’du.
BAE’nin arası Filistin’le Hamas ile Türkiye ile gayet iyiydi.
Hamas yöneticileri bugün nasıl Katar’da üsleniyorsa o tarihlerde Dubai’de rahatlıkla ikamet edebiliyorlardı.
Bundan en rahatsız olan taraf ise İsrail’di.

Mahmut el Mabhuh Hamas’ın üst düzey yetkililerinden biriydi. Sürgündeki Filistinli lider, 19 Ocak 2010 tarihinde Dubai’de kaldığı otelde infaz edilmişti. Suikastın arkasından Mossad çıkmıştı.

Mossad ajanlarının bir çok farklı ülke vatandaşının pasaportlarını kopyalayıp, otele girdikleri ve suikastı gerçekleştirdikleri anlaşılmıştı.

Cinayeti işleyen Mossad ajanlarıydı. Fakat izah edilemeyen noktalar vardı.
Mossad ajanları, Filistinli yetkilinin Dubai’ye gittiğini nasıl öğrenmişlerdi? Hangi otelde kaldığını nereden biliyorlardı? Otele giriş-çıkışlarını nasıl tespit etmişlerdi?

Silah kullanılmamış, Mahmut el Mabhuh, damarına enjekte edilen zehirle öldürülmüştü. Olay sonrası Dubai polisi doğal ölüm raporu bile vermişti.

Sonrasında anlaşıldı ki sahte pasaportlarla otele giriş yapan Mossad’ın suikast timine bilgileri veren BAE içindeki İsrail’le işbirliği halinde olan bir azınlıktı. Zaten bu olayın ardından BAE, İsrail’in etki alanına girdi. Hamas’ı da Müslüman Kardeşleri de terör örgütü ilan etti. Türkiye’ye karşı da agresif tutumlara başladı.

Hamas yöneticisinin Dubai’de Mossad ajanlarınca öldürülmesi Ortadoğu’da bugün konuştuğumuz denklemlerin oluşmasında bir milattı. Kartlar o olayın ardından yeniden karıldı ve bugünkü ittifakların zemini hazırlandı.

Bugün Kaşıkçı konusuna da bu farklı bakış açısıyla yaklaşmakta yarar var.
Birileri Türkiye ile Suudi Arabistan’ı karşı karşıya getirmeye çalışıyor, buradan da yeni denklemlerin kurulmasını istiyor. Acaba kim?