Karadayı, 28 Şubat davasında savunma yaptı (1)
28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın, "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davada, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, esas hakkındaki savunmasını yaptı.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya Karadayı'nın da arasında bulunduğu sanıklar ile müştekiler ve tarafların avukatları katıldı.
Karadayı, 28 Şubat'ın, siyasi partilerin iktidar olma hırs ve arzusuyla huzurla yaşanan demokratik, laik bir yaşam ortamında, dini referans olarak kullanarak ülkeyi çağ dışı bir rejime yönlendirmek arzusuyla ortaya çıkmış sosyal bir huzursuzluk olduğunu savundu.
Din istismarı ve bazı yolsuzluklarla yaratılan bu olumsuz gelişmelerde, silahlı kuvvetlerin gerçek dışı bazı söylemlerle yıpratılmaya çalışıldığını söyleyen Karadayı, "Bu süreç, bazı çevrelerde sıkça söylendiği gibi asla bir darbe süreci değildir" dedi.
Ciddi bir gerginlik dönemi yaşandığını, bunun sebeplerinin incelenmesi gerektiğini kaydeden Karadayı, anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu ifade etti.
Toplumun huzurlu yaşamının öncelikle bu esaslara dayandığını bildiren Karadayı, bu ilkelerin inkılap kanunlarıyla birlikte toplumun bütün kesimlerinde, özellikle siyaset ve yönetim kademelerinde içtenlikle benimsenmesi ve uygulanması gerektiğini söyledi.
Karadayı, şöyle devam etti:
"28 Şubat aslında bu anlayışa ters düşen siyasal, sosyal, yönetimsel uygulamaların ortaya çıkardığı bir tablodur, bir huzursuzluktur. Ama bunun kaynağı kesinlikle silahlı kuvvetler olmamıştır. Bazı çevreler, bunu silahlı kuvvetlere bir darbe anlayışı çerçevesinde yansıtmak isteseler de bu yanlıştır, iftiradır, planlı algı operasyonudur. Bu saçma söylentiler, son günlerde olduğu gibi çeşitli maksatlarla zaman zaman kullanılmıştır. Buna rağmen, silahlı kuvvetlerin tecrübeleri, demokrasi dışı darbelerin ülkeye daima kaybettirdiğini göstermiştir."
- "Süreci, siyasi gerginlik başlattı"
Demokrasilerde siyasi partilerin önemine dikkati çeken Karadayı, şunları söyledi:
"Erbakan-Çiller koalisyonu, yani 54. Hükümet, kuruluşundan bir süre sonra maalesef, biraz önce arz edilen temel anayasal prensiplerin zaman zaman dışına kaymak suretiyle özellikle dini siyasete alet ederek, irticai gelişmelere kucak açmak, laik rejimi yıpratırcasına tavırlar takınmak, bazı çevreleri bu hususta teşvik ve tahrik etmek, ayrıca basına yansıyan yolsuzluklar gibi bir takım tavır ve hareketleriyle kamuoyunda ciddi huzursuzluklar yaratmıştır. Bu gelişmeler, bir bakıma bu sürecin de başlangıcı olmuştur. Bu süreci siyasi gerginlik başlatmıştır. Kışkırtma siyasi boyuttadır. Toplumsal boyutta planlı bir süreç hazırlama olgusu asla yoktur."
Karadayı, o dönemde halkı rahatsız eden yaygın faaliyetler ve söylemler olduğunu ancak buna rağmen asla darbe düşüncesinin oluşmadığını, buhranın, anayasal organlar eliyle çözüldüğünü savundu.
"Olaylardan 21 sene sonra ağır ve haksız bir iftiraya muhatap olduğunu" söyleyen Karadayı, temelsiz ve uydurma bir iddianameyle mahkemeye çıktığını ileri sürdü.
Karadayı, şunları kaydetti:
"Merhum Erbakan'ın vefatından yıllar sonra gerçeklerle ilgisi olmayan bu iddianame, kimler tarafından hangi maksatlarla ki, bunların tutuklu olduğunu gazetelerde okuyoruz, niçin hazırlanmıştır? Bu iddianamenin bundan sonra hukuken geçerliliği olur mu? Temelsiz kalan bu iddianamenin çökmesi gerekir. O günlerde ortada cebir ve şiddetle yıkılan bir hükümet var mıdır? Hayır, yoktur ve olmamıştır. 21 sene önceye dönüp, o günün gerçeklerine bakarak bir değerlendirme yaparsak, 18 Haziran 1997'de istifa eden merhum Erbakan'ın istifa mektubu, Resmi Gazete'de yayınlanmıştır. Bu mektupta, ortağı olan siyasi parti genel başkanına, protokolleri gereği görev değişikliği imkanı sunabilmek için istifa edildiği açıkça yazmaktadır."
Karadayı, 54. Hükümet kurulurken dönüşümlü başbakanlık olacağının belirtildiğini hatırlatarak, şöyle devam etti:
"Erbakan'ın dilekçesi kabul edilip, Sayın Çiller Başbakan olarak görevi teslim alsaydı, bugün bizi hedef alan böyle bir dava açılabilecek miydi? Ayrıca bu dava merhum Erbakan'ın hayatta olduğu sürede neden açılmadı da 16-17 yıl beklendi? Şuna kesinlikle inanıyorum ki şayet hayattayken dava açılsaydı, Erbakan taşıyacağı vicdani sorumluluk gereği asla silahlı kuvvetlerimizin karşısında olmayacaktı. Zira o, siyasi gerçeklerin farkında olduğu gibi silahlı kuvvetlerin bu gelişmelerde hiçbir rolünün olmadığını gayet iyi biliyordu."
- "Demirel, takdir hakkını kullandı"
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, anayasal görev ve yetkisiyle takdir hakkını kullanarak, hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz'a verdiğini, hükümetin TBMM'de güvenoyu aldığını anlatan Karadayı, "millet iradesinin tecelligahı olan Meclis'in, o günkü siyasi bunalımı çözdüğü"nü söyledi.
Demirel'in, TBMM'deki araştırma komisyonunda icraatının sebeplerini gayet net biçimde ortaya koyduğunu bildiren Karadayı, neden suçlandıklarını anlayamadığını ifade etti.
Karadayı, ortada zorla devrilmiş bir hükümet bulunmadığını, buna rağmen suçlanmalarını anlayamadığını söyledi ve "Bu durumda dosyanın kapatılması ve orduya bu kumpası kuranlar hakkında soruşturma yapılması gerektiğini" savundu.
Her zaman prensiplerinin, silahlı kuvvetlerin siyasetin dışında kalması yönünde olduğunu ifade eden Karadayı, görevde oldukları sürede demokrasi dışında bir sistemi asla düşünmediklerini, bu konuda yakın tarihi ve yaşanan sıkıntıları gayet iyi bildiklerini ve bunlardan da gerekli dersi çıkartarak, titizlikle görev yaptıklarını savundu.
Karadayı, şunları söyledi:
"28 Şubat 1997 dönemi, aslında anayasal esaslara ve temel ilkelere ters düşen, yasa dışı siyasi, idari ve sosyal uygulamaların ortaya çıkardığı bir tablo olduğu gibi buna ilaveten bir kısım siyasi zihniyetin iktidar mücadelesi için kendi aralarındaki bir çatışmanın da sonucudur. Bu zihniyette olanlar, darbe söylentilerini istismar etmişler ve bunu birbirlerine karşı kullanmışlardır. Onlar için 'darbe olacak' söylentileri, gizli bir silah olmuştur. Gerçekler böyleyken, 21 yıl sonra, anlaşılmaz bir sebeple bu sosyal ve siyasi karışıklığı askere yüklemek ve bu haksız suçlamayı darbe kisvesiyle kamuoyuna sunmak çok büyük haksızlık olmuştur. Telafisi de asla mümkün görünmemektedir. Ama tarih bunu mutlaka yazacaktır."
Karadayı, 54. Hükümet'ten önce aynı felsefi ve siyasi görüşe inanmış, radikal görünümlü iki partinin, hukuk dışı uygulamaları, ideolojik yapıları, yasalara aykırı tutum ve davranışları sebebiyle yargı tarafından kapatıldığını hatırlatarak, "Fazilet, Milli Selamet Partileri gibi. Kapatılan bu partiler, zaman içinde biraz daha güçlenerek, değişik isimler altında, yeni kuruluşlarla ve farklı görüntülerle koalisyonlara girme ve yönetime ortak olma, hatta zamanla doğrudan yönetim imkanlarına da ulaşabilmişlerdir." diye konuştu.
- "Bugünün gerçek mağdurları"
28 Şubat dönemindeki huzursuzluğa sebep olanların unutulduğunu, onlardan hiç bahsedilmediğini ileri süren Karadayı, "Bunlar bugün, toplama ve baskılarla yaratılan, toplu kronik mağdurlar görüntüsüne bürünerek, olmayan bir darbeyi olmuş gibi göstererek, yüce yargıdan, ordu aleyhine çıkacağını düşündükleri, mutlu sonuçlara odaklanıyorlar. Bu, insanlığa yakışmayacak bir duruştur. Aslında bugünün gerçek mağdurları, yasalara uygun olarak ülkesine her kademede şerefle hizmet etmeye gayret eden asker ve sivil vatandaşlarımızdır." görüşünü savundu.
Karadayı, 28 Şubat dönemindeki siyasi ve toplumsal alanlardaki olumsuz uygulamaların, sonuçta devleti çok ciddi bir irtica olgusuna götürdüğünü ileri sürdü. Gelişmelerin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gündemine de yansıdığını söyleyen Karadayı, bilhassa MİT'ten, valiliklerden ve jandarmadan, bölücü, yıkıcı faaliyetler ve irtica tehdidiyle ilgili raporların, ordu olarak güvenlik yönünde kendilerinde kaygı uyandırdığını aktardı ve şöyle devam etti:
"Özellikle bazı camilere pompalı tüfek depolandığına dair raporlar ve haberler bizleri daha da endişelendirdi. Konuştuğum pek çok kimse rahatsızlıklarını belirtiyor, 'Memleket nereye gidiyor?' demekten kendilerini alamıyorlardı. Bu durumda, yasal zorunluluğum gereği, bunlar haftalık ziyaretimde Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile görüştüğümde de gündeme geldi. Bana ulaşan bilgileri, raporları, gelişmeleri izah etmeye çalıştım. Anladığım kadarıyla kendisinin de bazı bilgileri ve ciddi endişeleri vardı. Konunun ciddiyeti sebebiyle bizden brifing talebinde bulundu.
Kendilerine 17 Ocak 1997'de Genelkurmay'da brifing takdim ettik. Brifingle ilgili raporları talep ettiler. Sanıyorum verdiğimiz belgeleri makamında yeniden inceletti. Müteakip görüşmelerimizde konunun MGK'de da ele alınması gerçeği ortaya çıktı ve 28 Şubat 1997'de kendi talebiyle MGK toplandı. Hatırladığım kadarıyla toplantı, MİT'in ve Genelkurmay'ın özet takdimleriyle başladı."
Karadayı, MGK toplantılarında, her üyenin Cumhurbaşkanının verdiği söz hakkı çerçevesinde konuştuğunu, kimsenin müdahale etmediğini, Cumhurbaşkanının ayrıca üyelere, alınan kararlara iştirak edip etmediğini sorduğunu, isteyenlerin kararlara şerh koyabileceklerini anlatarak, savcının, mütalaasında, "Tahminen 9 saatten fazla devam eden bu toplantıda alınan kararların, daha önceden TSK tarafından hazırlandığı ve baskı içeren tavırlarla kurulun sivil üyelerine dayatıldığı, böylece merhum Cumhurbaşkanı Demirel de dahil olmak üzere kurulun sivil unsurlarının inisiyatif almasının engellendiğini" belirttiğini anımsattı.
Yine görüşte, darbe, müdahale endişesi nedeniyle Başbakan Necmettin Erbakan'ın kararları geç imzaladığına yer verildiğine dikkati çeken Karadayı, bunların gerçek dışı olduğunu savundu.
Karadayı, 28 Şubat'taki MGK'nin geç sona erdiğini, kararlarda bazı düzeltmeler gerektiğini, madde sayısının fazla olduğunu, gecikmenin bundan kaynaklandığını ifade etti.
MGK kararlarının bilahare 14 Mart 1997'de Bakanlar Kurulu kararları haline getirildiğini, direktif olarak diğer hükümet birimlerine yayımlandığını anlatan Karadayı, böylece MGK'nin tavsiye niteliğindeki kararlarının Başbakanlık emirleri şekline sokulduğunu öne sürdü.
İrticai olayların Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde yer aldığını, belgenin de devletin tüm kurum ve sorumlularını ilgilendirdiğini söyleyen Karadayı, Erbakan imzasıyla verilen direktifte de "İrtica ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi kararının önemle takip edilmesi, konu ile ilgili kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, mali destek ve yasa değişikliğine ihtiyaç gösteren tedbirler varsa, bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilebilmesi için Başbakanlığa bildirilmesini rica ederim" denildiğini anlattı.
- "Silahlı kuvvetleri, tartışmalı konuların dışında tutmak"
İlgili bakanlıkların kendi birimlerine genelgeler yayınladıklarını ifade eden Karadayı, Erbakan'a, "silahlı kuvvetlerin bu çalışmaların dışında tutulması, Başbakanlıkta konuyla ilgilenecek bir kurulun teşkilini, ihtiyaç olursa Genelkurmay'dan da bu konuda destek sağlanabileceğini" arz ettiğini, onun da "Değerlendirelim" dediğini savundu.
"Maksadım, silahlı kuvvetlerimizi bu gibi tartışmalı konuların dışında tutmaktı" diyen Karadayı, daha sonra Başbakanlık Takip Kurulu adıyla çalışma grubu kurulduğunu bildirdi.
Karadayı, şunları kaydetti:
"MGK'deki aylık takdimleri onlar yapacaktı. Esasen karargahta da bu raporları alan, değerlendiren ve üst kademeye takdim eden personel vardı. Esasen bu da bir çalışma grubuydu. İddianameyi ve mahkemedeki gelişmeleri takip ederken gördüm ki bugün suçlanan Batı Çalışma Grubu (BÇG) muhtemelen o gruptur. Daha önce 'muhtemelen' diyordum. Ancak dosyayı tam inceleyince resmen o çalışma grubu olduğunu anladım. Bu çalışma grubunun kuruluş ve detaylarını hatırlamıyorum. Bu grup da her başkanlıkta sık sık yapıldığı gibi kurulan normal bir çalışma grubuydu."
(Sürecek)
YORUMLAR