Anadolu Küresel Güç Mücâdelesinin Anavatanıdır

Yeni Dünya Dergisi'nden Hasan Hafif - Huzeyfe Erdinç, Yeni Şafak ve TV Net Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül ile gündeme dair meseleleri konuştu.

Anadolu Küresel Güç Mücâdelesinin Anavatanıdır
Anadolu Küresel Güç Mücâdelesinin Anavatanıdır
GİRİŞ 03.11.2017 09:44 GÜNCELLEME 20.11.2017 15:24

Cumhurbaşkanımızın “Kürtçülük de Türkçülük de bölücülüktür.” ifâdesi medya tarafından yeterli ilgi görmedi. Hattâ birçok yerde sansür bile yedi. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Sâdece o söz değil birçok şey aslında medya ve kamuoyu tarafından yeterince idrâk edilmiyor. Bizim etnik milliyetçilik üzerine düşünce binâ etmemiz son derece tehlikeli. Biz öyle bir siyâsî ve toplumsal kültürden, siyâsî târihten gelmiyoruz zâten. O kadar büyük ‘devletler oyunu’ oynanıyor ki Türkiye’nin de dâhil olduğu bu coğrafyada, burada hem etnik hem de mezhep eksenli bakarsak bizi körleştirirler.

Ben Cumhurbaşkanı’nın son dönemde Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyiyle ilgili duruşunu, Türkiye merkezli bakışını, coğrafyanın tamâmına yönelik bütüncül bakışı, Selçuklu’dan Osmanlı’dan bu yana gelen siyâsal genetik ve miras üzerinden bakışları sağlıklı buluyorum.

Bunların hiçbirisi etnik ve mezhep eksenli bakışlar değildir. Türkiye’nin hamuru zâten buna müsâit değildir. Savaşların hiçbirisi de kimlik savaşı değildir, güç, hegemonya savaşıdır. Türkiye’nin entelijansiyâsı bir şeyler söyleyebilecekse bu çağa bu coğrafyaya; bütün bunların üstünde bir perspektif, bakış açısı geliştirmek zorundadır, o da coğrafyada devletlerin sürekliliğidir. Meselâ Türkiye için devletin sürekliliği, milletin sürekliliğidir esas olan. Bölünme değil kaynaştırma projeleridir. Şu anda bütün ülkeler için parçalanmış harita taslakları var. Sâdece Irak ve Suriye için değil Türkiye için, İran, Suudi Arabistan için de var. Yemen’i, Sudan’ı, Libya’yı bölüyorlar, Pakistan için de haritalar var. Yâni burada coğrafyanın, Müslüman kuşağın tamâmına yönelik kollektif bir tehdit var. Cumhurbaşkanı burada doğru bir yerde duruyor. Türk medyasının ben meselâ Irak’ın kuzeyinde ve Suriye’nin kuzeyinde olanlar konusunda ciddî bir sınav veremediğini düşünüyorum. Bizim burada müslümanca millî bir eksenle coğrafyanın bütünlüğünü, ülkelerin bütünlüğünü esas alan bir söylemle öne çıkmamız lâzım. Biz Yeni Şafak’ta bunu yapmaya çalışıyoruz. I. Dünyâ Savaşı’ndan bu yana devâm eden güçler çatışmasında yerli bir mücâdele verdiğimizi düşünüyoruz biz. O açıdan Kuzey Irak’ta Barzani meselesini, referandum meselesini bir Kürt meselesi olarak algılamıyorum. Suriye’nin Kuzeyinde PKK/PYD üzerinden yürütülen harita çalışmasını bir Kürt Devleti projesi olarak görmüyorum. Irak’ın kuzeyinde yoğun olarak Kürtler yaşıyor, Suriye’nin kuzeyinde daha azınlık Kürt nüfusu var. Ama burada başka harita, Suriye ve Irak’ı parselleme haritası uygulanıyor. Parçalandıktan sonra ne gelecek bölgeye? Yabancı bir coğrafya inşâ ediyorlar. Kürtlere bırakmayacaklar oraları. Türkiye’nin güney sınırlarını tamâmen kuşatıyorlar. İran’ın batı sınırlarını, Kuzey Irak sınırlarını kuşatıyorlar. Amerikalılar, İsrailliler askerî garnizonlar kuracaklar bu sınırlara. Füze rampaları, askerler yerleştirecekler. Peki böyle bir şey olduğunu düşünelim. Üç beş sene sonra nasıl bir coğrafyayla karşılaşacağız? Bakın görüyorsunuz Kürt meselesinin çok ötesinde bir proje var. Bizim karşı çıktığımız mesele bu.

Halk olarak bizler bu hususta neler yapmalıyız?

Bir kere etnik kavga, etnik bakış perspektifini reddetmemiz lâzım. Bu coğrafyada Müslümanları bir bütün olarak görmemiz lâzım. Biz millî bir yapı olacağız, millî reflekslere sâhip olacağız ama etnik milliyetçi, ırkçı olmayacağız.

Ben Cumhurbaşkanı’nın duruşunun sağlam bir eksen olduğunu düşünüyorum açıkça söyleyeyim. Türkiye’de hükümeti destekleyen medyanın duruşu sağlam bir eksen değildir, başarısızdır. Hükümet siyâsetin çok önünde görüşler, tespitler, öneriler ortaya çıkarması gerekirken suskunluğu tercih etmiştir. Cumhurbaşkanının söylemleri Selçuklu–Osmanlı–Türkiye geleneğinin son halkasını oluşturuyor. Bu söylem Türkiye’yi geleceğe taşıyacak olan bir söylemdir. Bu mücâdeleyi verdiğimiz için Amerika’dır Avrupa’dır, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bu mücâdeleyi vermezsek, diz çökersek, aynı eskisi gibi olursak o zaman hiçbir sorunumuz kalmayacak. Biz “hayır, biz o târihsel mücâdeleyi, coğrafya mücâdelesini vereceğiz” dediğimiz için bize her alanda saldırıyorlar.

Ülke olarak bağımsızlık referandumu için “Siyonist projesi, burnumuzun dibinde ikinci bir İsrail kuruluyor, Barzani ‘büyük İsrail’ hayâlinin uşağı, âlet oluyor, arkasında ABD ile Almanya da var, Haçlı ittifâkı bizi kuşatıyor” vb. cümleler kurduk. Bugün geldiğimiz noktada ise ne İsrail kurtarmaya geldi peşmergeyi, ne ABD ile Almanya. Kerkük’ü göz göre göre İran’a kaptırdılar. Hiçbiri Barzani’ye sâhip çıkmadı…

Acaba İsrail ve Siyonizm bir plan değişikliğine mi gitti?

Plan değişikliğine gitmedi. İlk defa Türkiye-İran-Irak arasında bir yakınlaşma oldu bölgesel direnç anlamında. Bu yakınlaşma oynanan oyunların sonuç almasını erteledi. Bu direniş tavrının devâm etmesi lâzım. Yâni İran şii, Türkiye sünnî diye değil, jeopolitik bakmak, ülkelerin bütünlüğü açısından bakmak lâzım.

Amerika da İsrail de planlarından hiçbir zaman vazgeçmezler. Ama Irak ordusunun, İran ve Türkiye’nin desteğiyle yürütülen proje, son bir aylık yoğun dayanışma bölgedeki oyunları erteledi, boşa çıkardı. Sıkıntımız şu: Üç ülkeyi birbiriyle istişâre edemez, yakınlaşamaz hâle soktukları zaman bunlar o ara boşluktan oyun kuruyorlar. Bölgesel direnci güçlendirmemiz, dayanışma içine sokmamız gerekiyor. Ben İsrail’in Türkiye’nin güneyinde bir yabancı garnizon, ikinci bir İsrail oluşturma planlarından vazgeçtiğini düşünmüyorum. Onların şu anda yapabilecekleri tek şey o üç ülkeyi yeniden birbirine düşürmektir. Bunun için uğraşacaklardır.

Son günlerde özellikle sosyal medyada bu hususla alâkalı “İsrail planı bozuldu devreye İran girdi. Dikkat etmeliyiz” minvâlinden paylaşımlar sıklıkla yapılıyor. Az önce bahsettiğiniz ayrıntıları göremedikleri için mi acaba?

Küçük sözler bunlar, dar bakışlar. İran, Türkiye, Irak meselesiyle değil coğrafya meselesiyle uğraşıyoruz. Bunların arka planlarını çok iyi düşünmek lâzım. İran Suriye’de bir mücâdele verdi, Türkiye de mücâdele verdi. Suriye üzerinden Türkiye ve İran’ı çatışmaya zorladılar. Türkiye-İran yüzyıllardır savaşmıyor, niye bir daha savaşsınlar? Türkiye-İran savaşırsa bu bölge atom bombası gibi imhâ edilir. Almanı, Fransızı, İngilizi, Amerikalısı, İsraillisi, Rusu geliyorlar coğrafyayı paylaşıyorlar biz de onlara göre kamplara ayrılıp birbirimizi yedikçe, öldürdükçe onlar daha fazla ganîmet elde ediyorlar.

Türkiye’nin Kerkük’e girmesinin artıları eksileri nelerdir?

Ulusal bir sistemin olmadığı, güçler haritasının yeniden şekillendiği bir dünyâda yaşıyoruz. Elini nereye kadar uzatabiliyorsan o kadar güçlüsündür ve o kadar varsındır. Hiçbir devlet kendine yönelecek bir tehditi kendi sınırlarında karşılamaz. Savaşı sınırlarının çok ötesine itmek zorundasın. Bu bir işgâl değil, ama Türkiye’nin Kerkük’te, Suriye’nin her tarafında, Musul’da, Kuzey Irak’ın birçok yerlerinde nüfuz, etkinlik alanları oluşturması gerekiyor. Eğer oralarda oluşturamazsan, o savaşı Türkiye’ye sokacaklar zâten. Bu savaşla, hesaplaşmayla yüzleşeceksek Anadolu’nun dışında, kalenin dışında karşılaşalım. Bu her zaman daha iyidir bizim için. Türkiye’nin Kerkük’te yasal hakları da var. Türkiye-Irak anlaşmaları Kuzey Irak bağımsız olursa geçersiz olacak. O zaman fiilî durum ortaya çıkacak. Orada Türkmenler var, orada Türkiye’nin daha nüfuz alanları var, târihsel hakları var. İşgâl anlamında değil de o bölgedeki nüfuz alanlarını koruması lâzım. Meselâ Barzani’nin Kerkük’te hiçbir hak iddiası yok, târihsel, siyâsî bir tabanı yok. Gidiyor orayı işgâl ediyor. O gidiyorsa senin de oralarda nüfuz alanı oluşturman lâzım. Türkiye’nin misak-ı millîsi var. O bölgelerde istikrarsızlık oluşacaksa, Irak yönetimi oraları yönetemeyecekse, bir başka güç ele geçirecekse Türkiye’nin de ele geçirmesi lâzım, yönetim, denetim altına alması lâzım. Ve Türkiye’nin içe dönük değil dışa dönük savunma yapması lâzım. Yâni Irak’ın ve Suriye’nin içlerine doğru savunma kalkanları oluşturması lâzım. Bunlar bir yayılma değil; bunlar bir vatan savunmasıdır. Türkiye’nin geleceğini savunmaktır, güvence altına almaktır.                    

Sizce dengeli bir Irak olabilir mi, nasıl olabilir?

Bence olabilir. Merkezî yönetimi güçlendirmek, Irak’ın bütünlüğünü sağlamak lâzım. O da yetmiyor, Suriye’nin de bütünlüğünü sağlamak lâzım. Suriye’de savaşların bir an önce sona ermesi, yabancı unsurların Suriye’den çekilmesi lâzım. İki ülke birbirine o kadar bağımlı ki biri parçalandığı zaman diğeri bir arada duramaz zâten. Bir süre sonra Türkiye’nin Suriye’nin bütünlüğü üzerine de çok fazla emek sarf edeceğini göreceğiz. İki ülke parçalanırsa Türkiye de parçalanır, İran da, Suudi Arabistan da parçalanır. Türkiye’nin doğrudan bütün ilişkilerini Bağdat’la yürütmesi gerekiyor. Mezhep ve etnik kimlikten sıyrılıp doğrudan merkezî yönetimi güçlendirmesi gerekiyor. Suriye’de de bunu sağlamamız lâzım. Sağlamazsak Suriye savaşı bizi imhâ eder. Suriye savaşı artık Suriye’nin savaşı değil bir dünyâ savaşı. O savaşın bize taşınmaması için de Suriye’de ülke bütünlüğünün korunması, Türkiye’nin Suriye’nin içlerinde savunma kalkanları oluşturması lâzım ki onu yapıyorlar şu anda.

Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

Türkiye Cumhuriyeti olarak târihsel bir hesaplaşma yaşıyoruz. Bu iç politikayla alâkalı bir şey değil, parti meselesi değildir. Yüzyıllara dayanan bir mücâdele. Biz bu mücâdeleyi, büyüyerek güçlenerek kazanacağız. Zayıflayarak, küçülerek kazanamayız, imhâ oluruz. O yüzden topyekûn bir mücâdele yaşanıyor Avrupa’yla Amerika’yla. Yâni birilerine düşmanlık anlamında değil; yeniden bir yükseliş dönemini başlattık. Biz hâfızalarımızı, târih tezlerimizi yeniledik, coğrafyamızı eskisi gibi değil daha farklı görüyoruz. Türkiye’deki o yerli birliğe bakış; dış politikadan ekonomiye, güvenlik konseptlerine kadar herşeyi değiştiriyor. Türkiye kendi içerisinde yeniden yapılanıyor, kurgulanıyor. Bir adım sonrasına hazırlanıyor. Böyle bir dönemde bir seferberlik rûhuyla mücâdele etmek zorundayız. Târih bize böyle bir rol yüklüyor. Türkiye kaybederse bütün Müslüman coğrafya kaybeder. I. Dünyâ Savaşı’nı biz kaybettik, bütün Müslüman coğrafya kaybetti. Moğol dönemi, Haçlı dönemi hepsinde yükseliş, başka bir yerden değil Anadolu’dan başlamıştır. Anadolu küresel güç mücâdelesinin anavatanıdır. Yine Anadolu’dan bir mücâdele başlıyor. Dolayısıyla bu mücâdelede yer alan herkes aslında kutsal bir şey yapıyor, târihî bir misyon üstleniyor. Geleceğin târihi bu şekilde yazılacak. O yüzden Türkiye’nin millîleşmesine, yerlileşmesine, bağımsızlaşmasına, kendini yeniden kurmasına, o yükseliş dönemini hızlandırmasına yönelik bütün girişimlere çok büyük destek vermemiz gerekiyor. Kimsenin sessiz sâkin kalma, tembellik yapma lüksü yok bence. Çünkü bu bir siyâsî parti mücâdelesi değil topyekûn bir Türkiye mücâdelesi; öyleyse biz bu mücâdeleyi vermek zorundayız.

Hasan Hafif - Huzeyfe Erdinç / Yeni Dünya Dergisi

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'nde play-off rakibi belli oldu
Vatandaşa CHP'nin DEM'e verdiği destek soruldu: İşte anket sonuçları