Suriye Savaşının Gelişimi Politik Savaş/ Savaş Politikası
- GİRİŞ13.01.2025 09:41
- GÜNCELLEME13.01.2025 10:17
Meşhur Savaş Üzerine kitabının yazarı V. Clausewitz “Savaşı, uluslararası ilişkilerde politikanın başka araçlarla devamı” olarak nitelendirir. Farklı kuramcılara göre döngüde ağırlık ve ton kayması olsa da savaş ve politika birbirini takip eder durur. Kimileri savaşı önde yürütür kimileri de politikayı. Bense politikayı savaşın ve barışın üzerinde tutarım: Barış politikası ve savaş politikası… Politikayı ana küme olarak varsayarsak; politik savaş ve savaş politikası silsile ile doğru tasnif edeceğimiz alt kümelerdir. Özellikle savaş politikası artık büyük oranda savaş ve savaş kavramlarına indirgenmiş özel ve somut alandır. Bu yüzdendir ki, odak noktası olan barışa ve savaşa yaklaştıkça politika da değişir, yeni kavramlar, açılımlar, araçlar kazanır…
Niçin bu iki kavramı uzun bir sürecin içinde farklı gamlarda, tonlarda ve biçimlerde değerlendiriyoruz diye sorarsanız, hayatın ve olayların tabiatından derim dostlar. İster fiziksel, biyolojik olaylar isterse sosyolojik olaylar tedrici olarak gelişirler (Suriye konusunda ise büyük güçlerin uzun vadede adım adım geliştirdikleri bir proje söz konusudur). Adım adım olgunlaşırlar, belli süreçlerden geçtikten sonra zirveye ulaşırlar. Ulaştıklarında ise artık hangi kavramın çekim noktasında iseler onun mutlak etkisine maruz kalırlar. Bu kısa yazıda politik savaşın nasıl cereyan ettiğini, nasıl savaş politikasına evrildiğini ve bu süreçteki aşamalarda hangi araçları kullandığını basitçe açıklamaya çalışacağım.
Yazının coğrafi ana odağı Suriye savaşı olacak. Nedeni savaşın büyüklüğü değil etkisinin çapı ve sonuçları. Savaşların küresel ve bölgesel etkilerini, bağıntılarını burada kısaca açıklamak istiyorum. Çünkü Suriye savaşını ana odak olarak kabul etmemiz buradaki savaşın bölgesel küresel sonuçlarının olacağından. Değilse dünyamızda çok büyük insan kayıplarının olduğu büyük kanlı savaşlar yaşandı. Mesela 1931-1945 arası Japon saldırganlığının zirveye çıkmasıyla yaşanan Çin işgali ile başlayan Çin - Japonya Savaşında 30 milyonun üzerinde insan öldürüldü. Ama, Avrupalı güçlerle yapılan savaşlar daha çok küresel hafızada yer edindiler, çünkü birçok küresel etki, sonuç, oluşum ve yapılanma doğurdular.
Keza 1998 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde başlayan 2. Kongo Savaşının (1998-2003) 2003 yılında resmen savaşın bittiği ilan edilmesine ve anlaşma yayılmasına rağmen çatışmaları ve etkileri 2008 yılına kadar devam etmiştir. Savaş ve savaştan kaynaklanan yetersiz beslenme, temel sağlık hizmetleri alamama gibi nedenlerle 5,4 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Ama, bırakalım küresel etkilerini kıtasal bir sonuç bile doğurmamıştır. Ancak, Suriye’nin Dera şehrinde başlayan olaylarla (15 Mart 2011, ilk büyük çaplı gösteriler) alevlenen Suriye savaşı her geçen gün bölgesel ve küresel güçleri içine çekmiştir. Birçok büyük savaşta gördüğümüz basiret bağlanması, körlük ve bilinç eksikliğini bu savaşın başlangıcında da görmekteyiz.
Her zamanki ifademizle “Ana muharrik güçler” hariç bölgesel hiçbir güç savaşın bu denli büyüyeceğini, etki kazanacağını ön görmemiş, hesaplayamamıştır. Ukrayna gibi devasa bir ülkenin bölünmesini ve konvansiyonel tahrip gücü yüksek silahlarla enkaza çevrilmesine sonuç veren Ukrayna Rusya Savaşı Suriye savaşının bir bileşeni olabilmiştir. Adeta bir bölgesel savaş olarak görülmüştür. Ancak, Suriye Savaşı başlangıcındaki olaylar bir iç isyan, daha sonraki çatışmalar bir iç savaş gibi görülse de zaman içinde küresel sonuçlar doğuran bir savaşa dönüşmüştür. Ve korkulur ki, Suriye’deki Rusya ve İran’ın geri çekilmeye zorlanması, görünüşte defacto yeni rejim kurulması hem Suriye hem bölge hem de küresel boyutta savaşın bittiğini değil, yeni başladığını göstermektedir.
GERİYE DÖNÜK ANALİZ
Yeni durum niçin savaşın bittiğini değil yeni başladığını göstermektedir diyoruz? Elbette ki, geleceği Allah bilir, ancak geçmişe dönük verilerden ve olayların analizinden bazı çıkarımlar yapmak mümkündür. “İn God we trust, all others must bring data” (Biz Tanrıya inanıyoruz, (ancak) diğer herkes veri getirsin) diyen W. E. Deming metodunu geçmişe yönelik olayların analizinde kullanarak mevcut durumu anlamak mümkündür. Bu maksatla geçmişe yönelik selektif bir seyahat yapacağız.
Zira Suriye’den başlıyormuş gibi görünen bu Amerika, İngiltere ve İsrail Projesinin başlangıcı biraz daha geçmiş tarihte ve sonu ise henüz tamamlanmamış görünmektedir.
GERİYE DÖNÜK ANALİZ İÇİN KÜRESEL DEĞERLENDİRME
İlk seyahatimiz politik savaşın savaş politikasına dönüştüğü zamanı ve olayları anlamak içindir. Küresel dengedeki politik gerilimler her zaman olmuştur. Bu insan, toplum ve devletlerin yaşamlarının bir gerçeğidir. Özellikle devletler arası ilişkide ve dengede mutlak barış döneminin olmadığı, barış zamanlarının savaşa hazırlık dönemleri olduğu uluslararası ilişkiler ve savaş tarihi uzmanları tarafından tekrar edilir. Ancak, devlet yönetimleri açısından bu tespiti biraz daha netleştirmek zorunludur. Politik savaşın ne zaman başladığı, hangi araçları ve hangi yöntemleri kullanarak geliştiği pozitif bilimlerdeki katiyete yakın kesinlikte tespit edilmelidir.
2. Dünya Savaşından sonra başlayan Soğuk Savaş Dönemi politik savaşın bir dehşet dengesinin gölgesinde bazen yerel çatışmalar, işgaller ile bazen de uluslararası propaganda ile bazen de ticaret savaşlarıyla devam edegelmiştir. Berlin Duvarının yıkılışı ve Sovyet sistemi ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra ABD kısa süreli bir tek süper güç olarak küresel düzeni domine etmiştir. Ancak, bu dönemde bile Japonya ve Almanya ile direnç gösteren Fransa gibi bazı ülkeleri ABD körfez petrolü gibi beslenme kaynaklarına el koyarak gelişme hızlarını yavaşlatmış daha sonra da Avrupa’yı Rusya ile Japonya’yı ise Çin ile dengelemiş, sadeleştirmiş bilahare de eksiltmiştir. Ancak, 2000’li yılların başında bölgesel bir güç olan Çin’in ekonomik açıdan küresel liderliğe oynama kapasitesi göstermesinin ardından ABD yeni bir küresel politik savaş başlatmıştır. Bu politik savaş süreç içinde savaş politikasına evrilmiştir. Çin’in ekonomik çıkarlarını haksızca engellemekten tutun da teknoloji casusluğu yapmasını engellemeye kadar bir dizi önlem alınmıştır. Keza 2000 öncesi Japonya ve Avrupalı güçlere yaptığı gibi hammadde kaynaklarına erişimini zorlaştırmaya başlamıştır.
Ancak, zaman içinde Çin’in üretim hızı kesilmeyince meşhur ABD yaptırımları gündeme gelmiş, küresel bilgi (know how) hiyerarşisi kurulmuştur. Bu bağlamda, tüm yüksek teknoloji şirketleri ABD’ye geri çağırılmıştır. Bu politikayı ilk ifade eden Trump olmasına rağmen Onun politikalarını uygulamak rakibi Biden döneminde başlatılmıştır. Diğer yandan Çin’in BRICS içindeki en önemli paydaşı Rusya Ukrayna Savaşı ve yaptırımlar ile zayıflatılmıştır. Ancak, bu süreç devam ederken küresel bilgi ve yayın ağlarına sürekli yükselen Çin, silahlanan Rusya, Wagner üzerinden bazı Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde yönetimlere etki eden Rus gücü propagandası yapılmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada ise artık ne zaman başladığına dair kesin tarih veremeyeceğimiz politik savaş dönemi kapanmıştır. Savaş politikası dönemi başlamıştır. Bunun en önemli göstergesi, uzun zamandır savaş bütçesi olmayan Avrupa devletlerinin ve Japonya'nın devasa savaş bütçesi tahsis etmeleridir. ABD zaten tek başına dünyanın geri kalan ülkelerinden daha fazla savaş bütçesine sahiptir. Savaş politikasının diğer bir göstergesi bölgesel savaşların küresel savaşa evrilme süreçlerinin çok daha kısa sürmesidir. Ancak, henüz ABD, İngiltere ittifakına tam rakip olabilecek düzeyde küresel güç olmadığı için bu savaş politikası tek taraflı icra edilmektedir. Dünyanın stratejik bölgelerine askeri işgaller başlatılmıştır. Okyanuslardaki küresel ABD donanması sürekli alan daraltmaktadır. Avrupa gibi yoğun ve çok parçalı nüfusun yaşadığı bölgelerde silahlanma yarışı başlamış, Rheinmetall CEO’sunun dediği gibi silah sanayisinin üretim bantları tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar doludur. Silah sanayii ileri tarihler için bile teslim tarihi verememektedir. Kaldı ki, bir çok kritik savaş platformu ve silah bileşenleri üzerinde artık tekel konulmuştur, müttefik olmayan ülkelere satışları yasaktır, bazıları ise müttefik güçlere bile verilmemektedir. ABD bu silahlanma yarışında konvansiyonel üretimi yüksek olmasına rağmen tedbiren ve politik olarak müttefiklerini de bu üretim döngüsüne (Üretim ve mali katkı anlamında) dahil etmiş bulunmaktadır. Bunun da ötesinde stratejik silahlarını hazla güncellemektedir. Mesela en son nükleer başlıkları ve taşıyıcılarını ciddi bir bütçeyle güncellemiştir.
Çin'in de devasa üretimi olduğu bilinmektedir. Ancak, teknolojik düzeyinin henüz küresel irade oluşturacak düzeyde olmadığı anlaşılmaktadır. Küresel krizlere etkin müdahale edememesi, küresel menfaatlerini agresif yöntemlerle koruma seçeneğini dışlaması bu durumun bir sonucudur (Diğer sebeplere ilave olarak). Politik Savaş İle Savaş Politikasının Farkları, Araçları, Metotları İki kavram arasında yaptığımız ayrımın önemli nedenleri var. Çünkü iki kavramın gelişimini, araçlarını, metotlarını farklı perspektiften değerlendirme zorunluluğu vardır. Mesela politik savaşta gücünüzü olduğundan fazla göstermeye çalışırsınız. Ancak, savaş politikasında bazen gücünüzü gizlemeniz, savaş sonuçlanıncaya kadar da gerçek güç ve hedefinizi saklı tutmanız gerekir. Politik savaşın araçları ve kullanım biçimleri daha ziyade açıktır. Savaş politikasında ise gizlilik esastır. Asıl amaç kitleleri etkilemek değildir, savaşa sürmektir ve savaşı rakibin iradesini topyekun yok edinceye kadar başarıyla sürdürmektir. Politik savaşta milletlerin ideolojileri, inançları, sistemleri, vb dikkate alınarak bir ittifaklar sistemi ve ortak kültürel ekosistem yaratılmaya çalışılır. Ancak savaş politikasında milletlerin bu özelliklerine askeri amaçları karşılama kapasiteleri ölçüsünde bakılır; asıl hedef milletlerin ve devletlerin askeri kapasiteleri, alt yapılarıdır. Politik savaş güçleri kendi sınırları içinde dönüştürür; savaş politikası ise güçlerin yok olmasına kadar giden bir sınırlar ve sistemler değişimini zorunlu kılar. Birinde barış dönemi araçları, metotları diğerinde ise savaş dönemi aygıtları geçerlidir.
GEÇMİŞE DÖNÜK SURİYE SAVAŞININ VE SAVAŞ EKOSİSTEMİNİN ANALİZİ
Muhtemelen Suriye’de iç karışıklık başladığında ana muharrik güçler hariç hiç bir bölgesel güç olacakların farkında değildi. O zaman kudretli Baas partisinin meşhur tümeni her isyan eden şehre gidip sert bir şekilde isyancıları bastırıyordu. Türkiye gibi bazı bölgesel güçler de Suriye’de yaşanan zulüm ve katliamlara kayıtsız kalmıyor, yerel unsurlardan vekil güçler devşiriyorlardı. Bu savaşın sonucuna dair her bölgesel gücün kendine göre yerel hesapları vardı… Tam Esad yıkılacak iken İran ve özellikle Rusya devreye girdi. Rejim korunmaya alınmıştı. Bu durum Türkiye dahil bazı bölgesel güçlerin aks deığiştirmesinde etkili oldu. Savaş nedeniyle Akdeniz tarihin en büyük deniz güçleriyle dolduruldu. Suriye sahasında ise 1000 yıl önceki Haçlılardan bu yana hiç bu kadar farklı milletten ordular olmamıştı. Bir diğer husus ise Müslüman devletler arasındaki Suriye’deki vekil savaşları da Haçlılar dönemindeki savaşlara ne çok benziyordu.
Bu ekosistem bir daha Suriye dışına da yayılmaya zaten başlamıştı. ABD Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanlar’da olduğu gibi Ortadoğu’da da büyük üsler kurmuştu, bu üslerde diğer devletlerden farklı olarak stratejik silahlar da bulunduruyordu. Vakıa Akdeniz gibi Körfez ve Hint Okyanusu da ABD uçak gemisi ve nükleer füze fırlatabilen denizaltılara ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Bu derecede devasa hazırlık yapılırken bölge ülkeleri veya dünyadaki diğer güçler bu olayları nasıl görüyorlardı? Mesela Kuzey Irak'taki büyük ABD üslerini bölgesel güçler sadece kendileri ile ilgili zannetmekteydiler. Büyük Okyanus ya da Kuzey Arktik Bölgedeki dizaynlar, konuşlanmalar birçok dünya ülkesi için gündem dışıydı. Derken süreç hızlandı. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı sonrası gözler İsrail üzerine odaklandı. Önce kısa süreli dünya medyasında Hamas militanlarının esir aldığı İsrailli veya batılı kadınlar vb servis edildi. Yüzleri kapalı Hamas mensuplarının fotoğrafları medyada gezdirildi. İsrail’in spontane (planlı değil de) gösterdiği askeri refleks gibi Gazze’ye saldırması karşısında Batılı metropollerde toplumsal gösteriler yapılmaya başlandı. Bazı Müslüman ülkelerde ise Gazze’deki yeraltı tünelleri, Hamas’ın buna etkili cevap vereceği konuşuluyordu. Bir diğer taraftan da İran ile İsrail arasında bir söz düellosu devam etmekteydi. Dünya kamuoyu İran İsrail savaşı çıkar mı sorusuna kilitlenmişti. Hizbullahın savaşa girmesi İsrail’i zor durumda bırakır, hatta Yemen'den Husilerin füzeleri ile İsrail’i hedef almaları ve Aden boğazını kapatmaları ABD ve müttefiklerini fevkalade zora sokar yorumları yapılıyordu. Batılı istihbarat sitelerinde Rusya’nın Husilere uydular aracılığıyla koordinatlar sağladığı yazılıyordu. Husi tehdidi sadece ABD ve Müttefiklerini değil, Bu güzergahı da yoğunlukla kullanan Çin ticaret gemilerini de kısıtladı. İsrail’in farklı oranlarda ABD ve İngiltere desteğiyle Hamas, Hizbullah, İran muvazzaf birimleri ile paramiliter gruplarını ve askeri altyapısını sıradışı bir müteselsil, entegre ve çok kapsamlı saldırılarla yok etmesi, ABD’nin Rusya’yı Suriye’den çekilmeye icbar etmesi neticesinde Suriye düştü.
Suriye’nin ardından bölgede dizaynın hızlandığını görmemek mümkün değildir. Mikro bölge dizaynını bölgedeki ana hami ve muharrik güç ABD üslerinin, İsrail konvansiyonel askeri birimlerinin, İngiltere gayri nizami unsurlarının yaptığını da müşahede etmekteyiz. Savaş politikasının tüm kuralları mükemmel bir şekilde uygulanmaktadır. ABD tekelinde olan bazı harp platformları ve silahlarının müttefik ülkelere nasıl belirli oranda satıldığını görmek bile fikir vericidir. Bunun yanında askeri sanayinin alt yapısını oluşturan sivil teknolojiye de sınırlamalar getirilmiştir. Nitekim Çin Hollandalı ASML şirketinden ultraviyole baskı makinelerini ve Qualcommdan işletim sistemlerini satın alamamıştır. Bunun yanında başka kısıtlamaları da görmekteyiz. Mesela geçtiğimiz aydan beri devam eden ambargolar ile tetiklenen altyapı malzemesi ve organizasyonu sorunlarından dolayı ortaya çıkan İran’daki enerji krizi petro kimya tesislerini vurmuştur. Bu tesisler İranlı muhaliflere göre Lübnan, Suriye, Yemen gibi ülkelere harp malzemesi üreten tesisler zaten.
Coğrafi olarak Kafkasya’dan Aden Boğazına kadar bölgenin Çin projelerine kapatıldığını görmek mümkündür. Çin bölgeye yönelik ticari faaliyetlerine elbette devam edecektir. Ancak, bunu tamamıyla güvenlikli bir güzergah üzerinde yapamayacaktır ve kontrollü ticari aktivitelerde bulunabilecektir. Yine örneğin Panama Kanalı ağzında küresel ticarete elverişli limanları Trump’ın Panama Kanalını ve güvenli düşük maliyetli güzergahı da Grönland’ı talep etmesi nedeniyle tehdit altındadır. Grönland bilindiği üzere Kuzey Arktik Okyanus üzerindeki seyrüsefer güvenliği (Çin bu güzergahı daha fazla kullanmak istemektedir) açısından çok önemlidir. Yeraltı kaynakları ve iklim değişikliği sonrası getirisi itibarıyla da çok önemlidir.
Çin’in bir süredir büyük bütçelerle devraldığı küresel başka limanların da risk altına girebileceğini görmek mümkündür. Tıpkı Tek Yol Tek Kuşak Projesinin Asya’daki Güney bileşeni Birmanya’daki sorunlar, Hindistan Pakistan arasındaki Keşmir Sorunu ve Kafkasya’daki Azerbaycan Ermenistan sorunu Çin’in diğer küresel projelerinin de zaman zaman risklere maruz kaldığını göstermektedir. Yakın gelecekte Kafkasya’daki İran’la ilişkili gelişebilecek olaylar Çin açısından sadece ticaret yolları değil hammadde temini açısından çok daha zorlayıcı olacaktır.
İçinde bulunduğumuz savaş ekosistemi içinde bizle de alakalı bazı hususları “Savaş politikası” çerçevesinde değerlendirmekte yarar vardır. Mesela Trump’ın son iki açıklamasını Türkiye açısından tehdit edici, Suriye girdabına itici buluyorum. Trump uluslararası ilişkilerde ne derece çılgın talepleri varsa da Suriye’deki ABD askeri varlığıyla ilgili o derecede rasyonel ve kurumsal akıl ile konuşmaktadır, bu askeri bir konudur demektedir. Diğer yandan bir Amerikalı siyasetçi, bağlamına oturtmak için zorlanacağımız şekilde “Eğer İran Türkiye’ye saldırırsa Türkiye bizim kadim dostumuz, müttefikimizdir” demekte, adeta Türkiye ve İran’ı bir sahaya yönlendirmektedir. Türkiye ve İran devlet aklı böyle bir tuzağa düşmeyecek ise de İran ve Azerbaycan arasındaki muhtemel bir savaşta Türkiye'nin tepkisiz kalmayacağı ortadadır. Tam da bu noktada, İran ve Azerbaycan ilişkileri hassas bir noktada ve İsrail provokasyonuna çok açık olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bunun dışında, doğrudan Türkiye ile ilgili olarak İsrail'de “Türkiye ile savaş olasılığına karşı hazırlıklı olma ve 30 milyar dolarlık savaş bütçesi talep etme” önerilerini içeren Nagel Komisyonu Raporu titizlikle değerlendirilmelidir. (Tehdit mi hazırlık mı yoksa harp propagandası mı?). İsrail istihbaratının tali sivil unsurları tarafından yayılan “İsrail kendi güvenliği için, çevresindeki askeri altyapılara dikkat edecektir, bunların nötralizasyonu için çalışacaktır“ tehditlerinin savaş politikaları açısından anlamı ve hedefi netleştirilmelidir. Gözlemlerimiz odur ki, bizde halen konvansiyonel boyutta politik savaş kavram ve araçları kullanılmaktadır. Suriye Savaşına askeri ve sivil inşa açısından katılım durumumuz gözden geçirilmelidir. İtalya’daki toplantıya çağırılmamamız, yeni HTŞ yönetiminin söylemde yakın ancak politikada farklı tutumları ve elbette ihtiyaçları, ABD ve İsrail’in Türkiye’ye karşı çelişkili tutumları, İngiltere/ Almanya/ Fransa’nın bölgede rol alma çabaları dikkate değerdir. Suriye alanından başlayan ama daha geniş bölgesel ve küresel alanlara uzanan geometrik desenlerin ve yine Suriye içinden başlayan oluşumların daha geniş bir açıdan görülmeye çalışılmasında yarar vardır. Bu çerçevede, içteki bazı sorunlardan dolayı tamamıyla dışarıya konsantre olamama hastalığımızın nüksetmesi ciddi bir zafiyet teşkil etmektedir. Savaş riskini bir politika aracı olarak kullanmak başkadır, doğrudan savaş için somut hazırlık başkadır. İşin askeri boyutunu bir tarafa bırakırsak, bölgede Türkiye’nin yerel ve bölgesel müttefik kaybı artabilir. Nitekim son tahlilde bölgede devletler ve topluluklar nezdinde müttefiklerimiz azalmaktadır.
Sonuç yerine “Politik savaş bitmiştir, politik savaş hazırlıkları tamamlanmıştır. Halihazırda tam bir savaş politikası uygulanmaktadır. Olanları, yazılanları, konuşulanları, oynanan oyunları, vs bu çerçevede değerlendirmemiz gerekmektedir”. Bu daha gerçekçi ve daha yararlı olabilir bizim için.
Mehmet Ali Bal - Haber7
Yorumlar17