Fay hatlarında gezinen şair
Hayriye Ünal sarsıntıların önünün sonunun şiirini önceden yazdı, çünkü felaket ne çok yeni ne de tekrarlanıp dururken her bir örnekte daha az cana mal oldu.
Cihan Aktaş'ın köşe yazısı
“Taş kararır islenir/ Parçalansa bile değişmeyen özüyle direnir/ Ondan çıkmayan sesi ondan çıkan sesi/ Yorumlayamazsın...”
Sanki bu mısralar olmalıydı 144 sayfalık kitapta önüme serilmesi gereken. Taş, toprak, çimento üzerine yazmak, ahşabın ve taşın biraraya geldiğinde oluşturduğu güzelliği, Çakırhan evlerinin yaydığı iyi duyguyu, yüzlerce yıllık yapıları 7.2 karşısında ayakta tutan hesabın içyüzünü dile getirmek, bütün depremlerin enkazının öncelikle bir malzeme seçimi yani maharet ve sorumluluk elbette ahlak meselesi olduğunu söylemek şiir yoluyla niye mümkün olmasın?
Hiçbir yere sığamaz mı insan, kelimeleri yetersiz sayıldığı için? Deprem yitiğinin acısıyla dağa gidenin acısı bütünleşiyor Vanlı annenin ağıtında. Tercüme sıkıntısı empati yeteneksizliğiyle buluştuğunda depremin zayiatı da artıyor.
Ama bir taraftan da fay hattının ölümcül enerjisinin yanında açığa çıkan bir bildirimi oldu depremin. Türkiye bölünmeyi değil, dayanışmayı istiyor.
Hayriye Ünal sarsıntıların önünün sonunun şiirini önceden yazdı, çünkü felaket ne çok yeni ne de tekrarlanıp dururken her bir örnekte daha az cana mal oldu.
Ünal şiirini taşkın bir şekilde akarken önünü almaya çalışan setleri aşan, dağları yararak okyanusa ulaşmaya çalışan “yaralı” bilincin yolculuğundan deriyor sanki. Bir şeyleri içine katarken kendinde taşıdıklarıyla da yatağını, etrafını değiştiriyor bu şiir. Sanırsınız efsane kahramanı Şirin prensesliğinin nahifliğinden usanmış, Ferhat’ın yerine geçmiş de dağları delmeye çalışıyor. Saçları Vardır Aşkın (2000), Âdemin Kızlarından Biri (2003) ve Sert Geçecek Bu Kış (2006)’ın ardından Gerekli Açıklama’da Ünal’ın dili önceki kitaplarında mevcut olduğundan daha müteyakkız bir söyleyişle kutsal kitaplara açılan “sarsıntı” ve teslimiyet hâlini yükleniyor gibi geldi bana. (Hece; 2010)
Kahramanlık dünyayı olduğu haliyle kabul ederken mücadeleyi sürdürmektir, intihara açılmak değil. Kendin için ve sevdiklerin için, sevmediklerine eksik olanı anlatabilmek için dahi ayakta kalmaya çalışmalısın.
Aranızdan çıkarın onları
Çıkarın çıkarın gelmeden zamanın askerleri
Bir şehri harap eden zamanın askerleri
Dokunmamışsa bir taşa
O taşta size bir mektup vardır
Gözünüzden sakındığınız...
Kendini dağıtarak yeniden inşaya çalışan “şehir” var Ünal’ın yeni şiir kitabında, tazelenen insan bilinciyle uyum sağlamakta zorlanan bir bütün olarak şehir. İyi de bakalım muhatap alınan insan o şehirde neler olup bittiğini doğru anladı mı? Karşısındakini dinlemenin ihmalidir ki bir tarafı yıkılmaya zorluyor. Daha kötüsü bir sebeple karşı tarafta konumlandırılanın bir dili, sesi, belleği olmadığını varsaymak değil midir? “Sana bir yuva nerde/ Mağara nerde kül rengi çivit dağ evi kışlak...” Dağılma, yerleşme, toparlanma, göç etme, terminallerde eğleşme, asla yerleşemeyeceğine inanma, bu nedenle de önce dile yaslanmaya çalışma, bir bakıma dile kendini hatırlatma ve böylelikle sürekli bir imar, sürekli bir inşa... Biçem amaçlanmış değil, aslında biçemi oluşturan şairin belli bir adreste ikâmetini imkânsız kılan hareketlilik, bu yüzden de sıçramalar zoraki gelmiyor bize, hayati geliyor, başka türlü yapılamazdı, o mısralar işte ancak öylece yerleşebilirdi sayfaya, kesilip biçilemez koparılıp çekiştirilemezlerdi.
Bir duvarda bir tuğla değilim ki
Ben örmedim senin müebbetini...
“Atamadın kendine elindeki taşını bu cesaretti/ Bir taşı mübarek yapan adımı atamadın sen...” Bu yüzden toz duman ve uğultu imgeleri akıp gidecek. “Orada o dev kentte dev köprülerin beton ayaklarında”... Taş sadece taş değil, hayır, betonarme de sadece betonarme olmayacak... Karton bir evle” “yol soran bir yabancı” arasındaki bağıntıyı kim şairden daha önce görebilir? Sadece bir ağaç gölgesine yaslanan yolcu olacağını bileceksin şair olarak, bu şiiri yazmanın böyle bir bedeli var.
Hep bir uçurumun kıyısında mı yaşayacağız? Sarsıntı geldi gelecek, bazen deniz kumu kurnazlıkları yüzünden. Gece gerçekleşen “Sabuklamalar”a bir bakalım: “...madem bir kez başladık konuşmaya sonuna dek dökülmesi gerek taşların taşlar hani ağırdı ya yerinde ve taşlar birden kalkacaktır ya ayağa bütün etekler sahtedir dikkat taşlar bile kalkacak deniyor...”
“At ateşe elindeki taslakları krokileri” demek için “Çokbilmiş Kâhin” olmak şart mı? “Kanatları olmalı kişinin uçurumu seviyorsa” diyor şirinvari intihara meyleden imgeleri dağıtan şairemiz. Ne kanatlarımız var, ne dokunulmamış bir taşta bize yazılmış mektubu ele geçirebildik ne de sırf sahici bir şeyleri ayakta tutma adına bir duvarda bir tuğla olmayı öğrenmeye çalışıyoruz. “Çürük bütün binaları yıkalım” seferberliği için Kadir Topbaş bir ucundan tutmuş olabilir “gerekli açıklama”nın, bu takdire şayan; ama öte tarafta da sokağın kaybolduğunu görmek, göstermek hayati önem taşımakta.
“Tek oğlunun mezar taşına” ağıt yakan anne resimlerini hatırda tutan bir imar inşa gerçekleşmediği sürece sarsılmaya devam edeceğiz, bu günlerde Hayriye Ünal mısralarını işte böyle okuyorum.
Cihan Aktaş / Haber 7
aktascihan@gmail.com