Birçok kişi ve kuruma inancım yıkıldı!

Son iki yılda birçok kişi, kurum ve konuya olan inancım derinden sarsıldı, hatta yıkıldı, diyor şair İbrahim Tenekeci ve davasının kuru ekmek davası olmadığını belirterek şakrettiğini söylüyor.

Birçok kişi ve kuruma inancım yıkıldı!
Birçok kişi ve kuruma inancım yıkıldı!
GİRİŞ 12.06.2012 17:38 GÜNCELLEME 12.06.2012 17:38

Yusuf Genç'in röportajı

Geçtiğimiz aylarda altıncı şiir kitabı Kimsenin Kalbi’ni yayınlayan İbrahim Tenekeci’yle, sadece şiir konuşmadık.

Kimsenin Kalbi, yayınlanan altıncı şiir kitabınız. Bu yılın başında çıktı. Fakat yeni kitabınıza girmeden önce, bir önceki kitabınızla ilgili konuşmak isteriz. Tüfeksiz Hareketler yayınlandığında sancılı bir süreçten geçiyordunuz. Şiirden önce bu sancılı süreci sormak isteriz? Millî Gazete ve sonrası…

Millî Gazete’den ayrılma serüvenim, açıklanamayacak kadar karmaşık bir durumdur. Fakat susuyor olmam, hiçbir zaman konuşmayacağım anlamına gelmez. Yeni Söz macerası ise biçimsiz başladı, biçimsiz devam etti, biçimsiz bitti. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Lider olarak ortaya çıkan kişi, maalesef, lider çıkmamıştır. İhya Hareketi denilen şey, çok kısa bir sürede İmha Hareketi’ne dönüşmüştür. Bu durumu ‘beceriksizlik’ kelimesiyle izah edebileceğimizi sanmıyorum. Yaşadığımız süreçle ilgili konuşacak çok şey var. Bunları konuşmak yerine, şunu söylemeyi tercih ederim: Mütedeyyin camianın büyüklerini ve kanaat önderlerini yakından tanıdıkça, cennete gideceğime olan inancım da o oranda arttı. Aynı şey, maalesef, edebiyat dünyasındaki bazı ağabeyler ve kurumlar için de geçerli. Bu son cümlemizin şerhe muhtaç olduğunu biliyorum. Fakat bunu yapmayacağım. Şunu söylemek, sanırım yeterli olacaktır: Zorların en zoru, Müslümanların kurduğu bir müessesede İslam kalabilmektir. Öyle ki, dürüstlüğünüz ve temizliğiniz bile kusur olarak görülebiliyor.

“İnsanlar anlaşıldı. Cihanın da sırrı yok” diyen Yahya Kemal’e itibar ediyorsunuz. İnsanın içini kemiren ihtiraslara karşı, şairin ve şiirin cevabı nasıl olacaktır?

Hırs kanserine yakalanmış insanlar arasında yaşamak, her şeyden evvel, üzücü bir şey. Maalesef, Müslümanları hesap makinesine dönüştürdüler. Harflerin yerini rakamlar aldı. Kitapların ölçüsü bile değişti. İçinde ne yazıyor değil, kaç satıyor?

Yıllar önce yayınladığım bir şiirde “Bu kadar rakamın arasında ne büyür” diye sormuştum. Yıllar sonra gördük ki, büyümüyor. Maddi durumunu biraz düzelten, başka biri olarak karşımıza çıktı, çıkıyor. Doğduğu ve büyüdüğü muhiti ve o muhitin sakinlerini beğenmiyor, hor görüyor vs. Soruyorum; ‘kendini kurtarmak’ deyince, kaçımızın aklına maneviyat, kaçımızın aklına maddiyat geliyor? Edebiyat dünyası da bu kirlenmeden fazlasıyla nasibini almış görünüyor. Şöyle ki: Bir yandan güzel sözler yazmaya çalışıyor, bir yandan da kötü sözlerle birbirimizi üzüyor ve kırıyoruz. Gönül isterdi ki, gökkubbede hoş bir seda bırakmak adına, hoş olmayan işler yapanlardan olmayalım.
Buraya kadar söylediklerimizi Kimsenin Kalbi’ne getirmemiz gerekiyor. Kimsenin Kalbi, hem insanın acısını, hem de acımasızlığını kendisine dert ediniyor. Şairin ve şiirin cevabına gelince… “Kötüye uymamak” diye bir deyim vardır. Bunu deneyebiliriz.

Kimsenin KalbiBütün bu yaşananlara karşılık, bazı gazetelerin sizinle yaptığı söyleşilerden öğrendiğimiz kadarıyla, şiir hep hayatınızın merkezi olmaya devam etti, ediyor. Türkiye’de mütedeyyin camianın yitirdiği ölçüler karşısında İbrahim Tenekeci’nin duruşu/durumu nedir? Kırgın yahut kızgın mısınız? Öfke yahut haklı çıkmanın üzüntüsü mü bu? Nasıl adlandırmak gerekir?

Son iki yılda, birçok kişi, kurum ve konuya olan inancım derinden sarsıldı, hatta yıkıldı. Koskoca insanların, bir parça dahi mahcubiyet duymadan, üstelik gözlerimizin içine baka baka, yalan söylediklerine şahit oldum. Zihniyet şu: İşimiz yürüsün de nasıl yürürse yürüsün. İşte bu anlayış, ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getiriyor. Bu kirlenmeden, az veya çok, herkes payına düşeni aldı, alıyor.

Yakın arkadaşlarım bilir; süreçle ilgili tahminlerimin hepsi tuttu. Lakin haklı çıkmanın gururunu değil, üzüntüsünü yaşıyorum. Elimden gelen tek şey ise, bu yangından veya sağanaktan kaçıp şiire sığınmak…

Çok şükür, bizim davamız hiçbir zaman kuru ekmek davası olmadı. Son bir yılda, birden fazla gazeteden yazarlık ve editörlük teklifi aldım. Bu teklifler, sadece beni kapsadığı için, kabul etmedim. Yarı yolda çok bırakıldım, fakat hiçbir arkadaşımı yolda bırakmadım. Bilirim ki, arkadaşını geride bırakmak, bedenin afetlerinden biridir. Bilirim ki, firavun bile yol arkadaşlarına sahip çıkmıştır.

Allah, bana bazı yetenekler vermiş olabilir. Fakat derdimi anlatacak, yani kendimi ifade edecek yeteneğim hiçbir zaman olmadı. Sadece şu: Herkesin büyüklüğü köyüne göredir. Ve ben, kendi köyümde, kötü biri olarak anılmak istemem. Bana “kötü şair” diyebilirler, fakat “kötü insandı” demesinler.

İnsanın yapabileceklerini gördüğünüzde şaşakaldığınızı söylüyorsunuz. Bununla birlikte ‘İnsan tecrübeden ibarettir’ de sizin sözünüz. Akıl tutulmasının yanında ‘vicdan tutulması’ diye bir şeyden de söz ediyorsunuz. Kalbe zararlı tüm bu tutulmaların sebeplerini anlamak istersek neler söylersiniz?

Öyle şeyler gördüm ki, artık hiçbir şey beni şaşırtamaz diyorum. Sonra bir şey oluyor ve çok şaşırıyorum. Sonuçta, her defasında aynı yere geliyoruz: İnsan tecrübeden ibarettir ve öğrenmenin yaşı yoktur.

Bana kalırsa, en büyük sorunumuz, sözüne itibar edebileceğimiz ve ortak kabul görmüş bir büyüğümüzün olmamasıdır. Bize, acilen ve ihtiyaçtan, yol ustası olabilecek adamlar lazımdır. Bu adamlar, sadece akil değil, adil ve asil de olmalıdır.

Bu yaşıma kadar çok sayıda büyük tanıdım. Raşit Erol Hazretleriyle kalbi bir münasebetim oldu. Sonrasında Esat Coşan Hocaefendi ve babası Necati Amca, beni şereflendiren isimlerdi. Sefer Efendi’nin sohbetlerine katıldım, onu dünya gözüyle defalarca gördüm. Abdülaziz Bekkine Hazretleri’nin oğlu Mahmut Bekkine Ağabeyle de aramızda güçlü bir bağ oluştu. Neredeyse her gün beraberdik. Vefat ederken, yanındaki birkaç kişiden biriydim. Naaşını mezara indirenlerden biri de. Babasının mezarını açtık ve Mahmut Ağabey’i baba ocağına defnettik. O gün, Abdülaziz Bekkine Hazretlerinin kemiklerini gördüğümde, hayatımdaki birçok şey sıfırla çarpıldı. Kendisinin hiçbir şeyi olmamıştı, oğlunun ise küçük bir poşet eşyası çıktı.

Bunları şunun için anlatıyorum: Bize, ölümlü olduğunu bilen ve ona göre yaşayan adamlar lazım. Şimdiki büyükler, maalesef, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor ve davranıyorlar. Yetiştirdikleri insanlar da, onlardan daha beter oluyor. Hatırlatmak gerekir ki, “Mümin güçlü olmalıdır” nasihatinin tek karşılığı maddiyat değildir. Şu da var: Hak edilmemiş zenginlik, merhametsizliği de beraberinde getiriyor.

Kimsenin Kalbi’ne geçeyim. Doğru anladıysam ironi ve hüzün iç içe. Şu dizeler kitaptan: “İnsanın içine insan sıkışmış”, “İnsan iyi bir şeydir”, “İnsan iyidir, insanlar değil.” Tüm bunlar ne anlama geliyor?

Adına ferahlık veya neşe dediğimiz şeyi, bazıları ironi olarak anlıyor. Bir kuzunun şen şakrak bir şekilde kırlarda zıplayıp oynaması komik görünebilir, fakat komik değil, güzeldir. Su katılmamış bir güzellik… Su katılmamış güzellik ise insanlara tebessüm ettirir. Az önce, insanın acısından ve acımasızlığından bahsettik. Sözünü ettiğiniz dizeler ve daha başkaları, hep bu düşüncenin ürünüdür.

Behçet Necatigil “Şiirin amacı bir şeyi gündeme getirmekse, o oranda da gündemden ayıklamaktır” diyor. İbrahim Tenekeci’nin şiiri ve şiir görüşü için bu bağlamda neler söylenebilir?

Mutlu bir evliliğiniz varsa, bunun haber değeri yoktur. Ama evliliğiniz sıkıntılı geçiyorsa veya boşanmak üzereyseniz, bunun haber değeri vardır. Aynı şekilde; temiz ve aziz olanın da haber değeri yoktur.

İlk beş kitabımda, işte bu mutluluğu yazmaya çalıştım. Her daim temiz ve aziz olanın peşinde oldum. Şiir görgüm de, doğal olarak, buna göre şekillendi. Son kitap ise biraz farklı oldu. İnsanların hesap makinesi gibi ortalıkta dolaştığı bir dünyada, ‘yakın çevre’ deyince, artık aklıma kuş, çiçek, ağaç, kitap gibi şeyler geliyor. Pastoral bir edayla, işte bunları yazmak istedim. Fakat bunları değil, dönüp insanı yazdım. Çünkü insanım.

İsmet Özel, Osman Konuk, Süleyman Çobanoğlu, İbrahim Tenekeci, Ahmet Murat… Az sayıda birkaç isim daha eklenebilir. Böyle bir şey var sanıyorum. Bir ruh akrabalığı ya da bir çizginin, bir geleneğin devam ettirilmesi. Yanılıyor muyum, bununla ilgili neler söylersiniz?

Sözünü ettiğiniz beş şairden dördünün kitapları aynı diziden çıkıyor. Yine, o dört isim, ürünlerini aynı dergide yayınlıyorlar. Sözünü ettiğimiz bu birlikteliğe, ‘ortak hassasiyet’ diyebiliriz. Kendi adıma, Osman Konuk, Süleyman Çobanoğlu ve Ahmet Murat’ı değerli ve olgun buluyorum. En baştaki isme gelince: İsmet Özel. Daima.

Dergicilik serüveninizi de konuşmak isteriz. Geçmişte Kırklar dergisini çıkarmıştınız. Kırklar kısa sürede edebiyatın merkez dergisi olmayı başarmıştı. Eski sayıları bugün bile aranıyor. Sonra, altı sene kadar Dergâh dergisinin mutfağında yer aldınız. Bugün de İtibar dergisini çıkarıyorsunuz. İki sorumuz olacak: İlki dergicilikteki bu ısrarınız, dergiye verdiğiniz bu ehemmiyet neden? İkincisi ise İtibar’ın nasıl bir edebi ve fikri anlayışı olacak?

Kırklar, bir proje dergisi değildi. Bundan dolayı, sonradan açıldı. En iyi döneminde, Hüseyin Akın’la ortak karar alıp dergiyi kapattık. Dergâh dergisi ayrı bir bahis. Orada, istek üzerine, büyüklerime yardım ettim, diyelim.

İtibar dergisini ise hevesimizden değil, sorumluluk ve zorunluluktan dolayı çıkarmaya başladık. İtibar, yazarlarından temsilcilerine kadar, tam bir proje dergisidir. Ve asla kişisel bir çabanın veya isteğin ürünü değildir. Sözgelimi, şu ana kadar, bir adım öne çıkıp da dergiyle ilgili cümle kurmuş değilim. Kadro kurduk ve yetkiler dağıttık. Herkes işini yapıyor. Benim işim muhtevayla ilgilenmek, derginin yayın politikasına yön vermek. Edebiyata dava gözüyle bakanlardanız. Tek amacımız, edebi metinler yazıp bunları yayınlamak veya yayınlatmak değil. Bundan dolayı, İtibar’a “edebiyat ve fikriyat dergisi” diyoruz.

Dergicilikte ısrar etmek, kabul etmek gerekir ki, meşakkatli ve tehlikeli bir iştir. “Dergin mi var, derdin var” sözü boşuna söylenmemiş. Pekala dergi çıkarmaz, merkez dergilerde en iyi şekilde çalışmalarımızı yayınlatabilirdik. Ama dediğim gibi, bunun peşinde değiliz. Dergi çıkarmak ile çıkarmamak arasında, yürekli olmak veya olmamak kadar büyük fark vardır. Yayın anlayışımızı, burada, bir çırpıda özetleme imkânım yok. Sadece şu kadarını söyleyebilirim: İtibar dergisinde yayınlanacak metinler, aile içinde, hanımlar da varken, yüksek sesle okunabilmelidir.

“Şiir yüksek bir ahlakın yanında yüksek bir disiplin de istiyor” diyorsunuz. Buradan yola çıkıp son olarak Genç Doku dergisine özel şunu sormalıyız: Şiirle uğraşan, şiire emek harcayan genç arkadaşlarımıza neler tavsiye edersiniz?

Bir demeden iki denmez. Önce “Bir” desinler.

Genç Doku dergisinin Mayıs 2012 tarihli 36. sayısından alıntılanmıştır,

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Kreş olayının aslı ortaya çıktı! "Kapatılmaları değil, izin almaları isteniyor"
Hükümet harekete geçti! 400 bin kişinin borcu siliniyor! Kimler yararlanacak?