Dergilerin mayıs sayılarında neler var?
Ayraç, 'okul' projesini hayata geçiriyor
Her yayın toplantımızda gündeme gelen önemli bir konu var: Acaba bizi okuyanlar ne düşünüyorlardır? Bazen bunun yanıtını alıyoruz. Gelen e-mail’lerden, karşılaştığımız insanların söylediklerinden, derginin gündeme getirdiği bazı konuların, bazı mahfillerde konuşuluyor olmasından. Hatta bazen, bize yazılarını gönderen bir yazarın teveccühünden. Açılan telefonlardan. Mütevazı bir biçimde çıkmaya başlayan Ayraç, uzun zaman kahvehanede, cafede, dürümcüde ya da pilavcıda yaptı bu yayın toplantılarını. Tasarıma ve baskıya giden her sayıdan sonra, yine aynı yerlerde bir araya gelip kıyasıya eleştirdik kendi ürünümüzü. Amatör ruh denir ya, hakikaten amatördü pek çok şey. “Siz kimin dergisi olarak çıkıyorsunuz?” sorusuna muhatap olduğumuzda, “üç beş arkadaş, kitaplarla ve kuramlarla uğraşıyoruz” diyebilecek kadar iddialıydık(!). O kadardı(k). Yolun başından bu yana bizi destekleyen akademisyenler, yazarlar ve meslek büyükleri oldu elbette. Hepsine teşekkürü bir borç biliriz. “Danışma kurulu” dediğimiz insanlar, bize hem yazı gönderdiler, hem de çevrelerinde yazan-çizen-düşünen kimseleri bizimle tanıştırdılar. Böylece büyüdü Ayraç.
Bazen beklediğimiz, bazen de beklemediğimiz gelişmeler, bizi şu anda Ayraç ofisine taşıdı. Son birkaç sayımızı, bu ofiste yaptığımız uzun uzadıya toplantılar belirledi. Artık önümüzü daha net görebiliyoruz. Gelen olumlu/olumsuz eleştiriler bize bir yaklaşım imkânı sundu. Ayraç, sadece bir kitap-tanıtım dergisi değil, bir fikir dergisi olma yolunu seçti. Her sayımızda, ‘özgün’ ve ‘yeni’ olanı aramaya çalıştık. Bu arada pek çok genç yazar ve şair için de soluklanma mekânı oldu tahmin ediyoruz ki. Yazarlarımızın birçoğunu ilk kez Ayraç’ta okumuşsunuzdur. “Ayraç bir okul olsun istiyoruz” demiştik. En çok merak edilen iddiamızdı bu. Nasıl? Edebiyat çevrelerinin eş-dost ağırlama ortamı olmasından şikâyetçi olanlar vardı. Eleştirinin ‘ağır’ kaçacağını, eleştiri yazılarının zaman içinde her kesimden düşman edineceğini söyleyenler oldu. Nihayet, nitelikli eleştirinin, ‘ortamı bozan’ değil, ‘ortamı zenginleştiren’ yönünü nazara vermek istedik. Aldığımız bazı tepkiler, bu düşüncemizi destekledi. Dağıtım, abonelik ve temsilcilik işleriyle birlikte Ayraç ‘okul’ olma yolunda önemli adımlar attı.
Ayraç’ta Staj Yapabilirsiniz!
Şimdi, Ayraç ofisinde staj yapmak isteyenlere imkân sunma noktasına geldik. Bu yönde gelen talepleri değerlendiriyoruz artık. Hem yayıncılığı, hem de ‘fikir dergisi’ olmanın deneyimini paylaşmak isteyenleri Ayraç ofisine bekliyoruz. Bunun, sabırla yürünecek bir yol olduğunu, derginin kendi macerası ortaya koydu. Bu sayının hemen ardından 20. sayımızı hazırlıyor ve geçmişe dönüp baktığımızda yaşadığımız gel-gitleri, ağır-aksak süren bir serüveni hatırlıyor olacağız. Bu dergide çalışarak Ayraç’a, ama en çok da kendine yatırım yapmak isteyen insanları bekliyoruz. 40. sayımızı hazırlarken, onlar da bizim yaptığımız gibi geriye dönüp nasıl çileli/sevimli bir yol yürüdüğünü anımsayacaklardır. Emin olun, henüz yolun başında sayılabilecek bir dergi, insana çok şey öğretiyor!
Bu sayıda Neler Var?
Bu sayımızda Abdullah Yavuz Altun, Arzu Özçiftçi ve Bünyamin Aydemir varoluşçuluk üzerine yazdı. Yunus Emre Tozal “İtiraf Edilemeyen Cemaat” kitabını ve “çevrimiçi cemaat” olgusunu incelerken, İsa Karaaslan “Mekânın Poetikası” kitabını şiir çözümlemeleriyle birlikte tahlil ediyor. Hakan Arslanbenzer’in “Ezra Pound’dan Ne Öğrenebiliriz?” başlıklı yazısı, Feridun Andaç’ın “Günü Gününe” köşesinde tuttuğu günlükleri ve Ahmet Bozkurt’un “Modernlik, Yerlilik ve Temsiliyet” başlıklı yazısı bu sayının dikkat çekici yazılarından.
Enver Gülşen “Robert Bresson” ve filmlerini incelerken, Suzan Nur Başarslan Türkiye’de okuma-yazma edimini, okuma gruplarını ve okur-yazar ilişkisini -özellikle roman bağlamında- inceliyor. Ayrıca Mehmet Tekin’in Seyhan Kurt ile şiir üzerine yaptığı söyleşiyi merakla okuyacaksınız.