Dergilerin temmuz sayılarında neler var?
Ayraç, yaz mesaisinde!
Ayraç dergisine çok sayıda makale, tartışma metni yahut tahlil/eleştiri metni ulaşıyor. Yayın ekibi, bu yazıların hepsini incelikle takip ediyor ve yeni sayıda yer verip vermemeyi kararlaştırıyor. Bizim, kitaplar ekseninde yazılacak her metni incelerken kullandığımız ölçü şu: Kitaptaki bir konuya odaklanarak ya da kitabın bütününe dair etraflı bir analiz geliştirilmeli. İtiraf etmeliyiz ki, bazı metinler (bunlar Ayraç’ta yayınlanmış da olabilir) kitabı “tanıtmak” amaçlı kaleme alınıyor. Bunun sakıncası da şu: Ayraç bir “kitap eki” değil. İlk sayıdan beri söylediğimiz şey, kitap ekleri gibi “kitap tanıtım” işine girmemeye gayret edeceğimizdi. Elbette, burada tartışılan kitaplar zaten “tanıtılmış” oluyor bir bakıma. Zaten elden geldiğince kitapların kapaklarını ve yayınevlerini metne dâhil ediyoruz. Bu, hem yazara hem de yayınevine karşı ödenmesi gereken bir borç. Ancak, “kitap tanıtımı” Ayraç’ta kurmaya çalıştığımız “eleştirel düşünce” iklimine katkı sağlayacak bir unsur gibi görünmüyor. Elbette zaman zaman, önemsediğimiz kitaplarla ilgili o tip yazıları da yayınlıyoruz. Hatta “Vitrin” köşemizde, çok sayıda yeni çıkan kitabı da okuyucuya haber veriyoruz.
Ayraç olarak, bizi takip eden, yaptığımız işe kendini yakın görenlere kapımız her zaman olduğu gibi, yine açık. Bu yaz mevsimi, özellikle yazmaya heveslenip de bir türlü fırsat bulamayan yazarlar için bir imkân sunabilir. Mutfakta, gönderdiğiniz her yazıyı değerlendirdiğimizi özellikle belirtelim. Bu yazılar arasında “kitap-odaklı” olanlara öncelik veriyoruz haliyle. Çünkü biz bir “edebiyat dergisi” değiliz. Deneme, şiir, öykü formatındaki yazılar, daha ilk bakışta eleniyor bu nedenle. Kitapla ilgili iki tür yazı biçimini benimsedik: (1) Kitabın içeriğindeki bilgiyi, diğer kitaplarla ya da sanat dallarıyla, felsefeyle, tarihle, edebiyatla harmanlayanlar ve (2) Kitapların kendi hikâyelerini anlatan ve “kitap” kavramını felsefî biçimde ele alan yazılar. Yazıları yayınlamada aradığımız bir başka özellik ise yazının dili, üslubu. Tabi ki, akademik bir disiplinle yazılmış makale beklemiyoruz ama estetik kaygılarımız var. Yazmak, eleştirileri dinleyerek, değerlendirerek ve geliştirerek yaşanan bir süreç. Bu nedenle, yazmayı gerçekten isteyen biri, aynı zamanda dinlemeyi ve okumayı da sevmeli, diye düşünüyoruz.
***
Bu sayımızı Bosna’ya ayırdık. Kapsamlı bir Bosna dosyamız var. 11 Temmuz’un Srebrenitsa katliamının yıldönümü olması sebebiyle, 1992–1996 yılları arasında II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, Avrupa’nın ortasında en ağır işkence ve katliamları uğrayan bir halkı, şehri, yaşanılanları kitaplardan yola çıkarak anlatmaya çalıştık. Söyleşimizi de 1993–2001 yılları arasında Bosna-Hersek Yazarlar Birliği Başkanlığı’nı yapan Necad İbrişimoviç ile yaptık. İbrişimoviç, o coğrafyada yaşanılan en büyük trajedileri, kelimelerin bile katledildiğini, kültür ve medeniyetin yok edilmek istendiğini anlatıyor.
Ayhan Demir günlükler ve hatıralar ışığında Bosna’nın Direnişini yazarken, Yunus Emre Tozal Bosna-Hersek’te yaşanılanları fotoğrafın bütününe bakmaya çalışarak, kültür ve medeniyet ekseninde sorguluyor. Aydın Hız, Aliya’nın Tarihe Tanıklığı’nı ele alırken, Necip Fazıl Duruyazısında Bosna-Hersek’te Farsça söyleyen şairleri konu ediniyor. Nuri Cihan Taşan “Benim Güzel Bonsam” kitabını tahlil ederken, Zeynep Öztürk Sarajevo Marlboro kitabını irdeliyor. Sümeyye Eroğlu BBC’nin “A Cry From The Grave” belgeselinden hareketle Srebrenitsa’yı anlatıyor. Nurdal Durmuş yakın zamanda gittiği o coğrafyaya ait günlükleri toparladı. Gittiği yerlerde konuştuğu annelerin oğul ve eş hasretlerini, savaşı, çocukların baba özlemlerini yazdı. Dosyanın sonunda 8372.org eyleminin amaçlarını okuyacaksınız.