Istırabın tanığı: Salgado
Salgado’yu daha iyi tanımak için yaklaşık 70 yıl önceye, Brezilya’nın yeryüzü cenneti olan Minas Gerais bölgesine gitmek gerekiyor.
Allah uzun ömürler versin, duayen fotoğrafçımız Ara Güler, bugün bile kendisine gelen her telefon aramasını “Alo buyrun, ben foto muhabiri Ara Güler.” diye cevaplar. Yaşayan en önemli fotoğrafçılardan biri olan Sebastiao Salgado da kendini foto muhabiri olarak tanımlayanlardan. Onun öyküsü ile en eski foto muhabirimiz Ferit İbrahim’in mesleğe başlaması arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Ancak, Salgado’yu daha iyi tanımak için yaklaşık 70 yıl önceye, Brezilya’nın tam bir yeryüzü cenneti olarak tanımlanmayı hak eden Minas Gerais bölgesine gitmek gerekiyor.
1940’lı yıllarda yüzde 70’ten fazlası ağaçlık alan olan bu bölge, bugün neredeyse tamamen ağaçsız durumda. İşte tam adıyla Sebastião Ribeiro Salgado, doğal yapısı ile dünyanın en güzel 25 yerinden biri olarak sayılan bu cennet parçasının Aimores isimli beldesinde 1944 yılında dünyaya geldi. Bölgenin yokluk ve imkânsızlık durumu eğitimde de kaderdi ve Salgado’nun ailesi, çocuklarının eğitimi için 1960 yılında Espirito Santo’ya taşındı. Şahit olduğu fakirlik, Sebastiao’nun bilinçaltında kendine ne kadar yer buldu bilinmez ama yükseköğrenimini ailesinin de yönlendirmesiyle ekonomi üzerine yaptı Salgado. 1967 yılında okulu bitirir bitirmez de eşi Lelia ile evlendi. Lelia, bir sanatçıydı mimarlık ve müzik eğitimi alıyordu. Bu evlilikten önce (daha sonra belgeselini çekecek olan) Juliano ve down sendromlu Rodrigo isimli iki erkek çocukları oldu. Eşinin çalışması ve kendisinin de doktora formasyonu için Paris’e taşınan ikili, bir süre sonra (1971) Londra’ya taşındılar.
Uluslararası Kahve Örgütü için ekonomist olarak çalışan Sebastiao Salgado, görevi gereği sıklıkla Afrika’ya gidiyordu. Ve onların hayatı bir akşam eşi Lelia’nın elinde Pentax marka fotoğraf makinesiyle eve gelmesiyle değişecekti. 30 yaşındaydı ve köklü bir değişim kararı aldı Salgado. Afrika’da çektiği fotoğraflarda, bir turist hassasiyetinden çok daha fazla ve derin şeyler vardı. Daha önemlisi Salgado sanki hayatın anlamını bulmuştu. Onun için fotoğraf çekmek, anı yakalamaktan çok daha fazla şeylerdi. Bu sebeple tası tarağı toplayıp eşiyle beraber tekrar Paris’e döndü. Sebastiao artık ‘serbest’ bir foto muhabiriydi… 1974 yılında Sygma fotoğraf ajansında çalışmaya başladı. Ancak bu iş birkaç aydan fazla sürmedi ve daha ünlü bir şirket olan Gamma’ya geçti ve Afrika, Avrupa ve özellikle Latin Amerika ülkelerinde çekimler yaptı. 1977 yılında Latin Amerika Yerlileri ve köylüler ile ilgili uzun bir fotografik kompozisyona başladı. 79’da Gama’dan da ayrılacaktı, sıradaki durağı 16 yıl sürecek olan Magnum Photos macerasıydı. Burada hayatını kökten etkileyecek olan meslektaşı ve aynı zamanda felsefeci olan Henri Cartier-Bresson ile tanışacaktı. Bresson, Magnum’un kurucuları arasındaydı. Eylemin altını dolduran söylem eksikliği yavaş yavaş gidiyordu ve Salgado için fotoğraf çekmek daha da anlam kazanmıştı. Mesleğiyle ilgili ilk felsefî söylemin altyapısı burada oluşuyordu: “Bence fotoğraf, eşzamanlı tanımlamadır. Bir saniyeden kesit alınırken konunun önemi, sizin titiz bir organizasyonla şekilleri nasıl ifade ettiğinizle doğru orantılı olarak ortaya çıkar.’’ Bresson felsefisinde ‘kesin an’ denen şey, tam da buydu… Salgado’ya göre fotoğrafçı ile çektiği fotoğraf arasındaki ilişki neredeyse dokunacak kadar yakın ama birbirini etkileyemeyecek şekilde zarif, dramatik ve etkili olmalıydı.
Felsefesi, sanatında ve çalışma alanında mütevazılığı beraberinde getirmişti. 4 dil bilmesine ve ciddi eğitim almasına rağmen bu yönünü çektiği fotoğraflarda ve meslek yaşamında hiçbir zaman ön plana çıkarmadı Sebastiao Salgado.
Magnum zor durumdaydı ve tarih tam olarak 30 Mart 1981’di. ABD Başkanı Ronald Reagan, Washington Hilton Oteli’nin çıkışında silahlı saldırıya uğradı. Başkan dahil üç kişi ağır yaralanmıştı. Ertesi gün dünya medyasında Salgado’nun suikast anı ve sonrasında çektiği fotoğrafları yer alıyordu. Bu olay zor durumdaki ajansı da kurtarmıştı. Bu sansasyonel olay ilk ciddi çalışması olan (yaklaşık 18 aylık bir emeğin ürünüydü) ‘Çöl; ızdırap içindeki insan’ı bile geride bırakmıştı. 1986 yılında ‘Öteki Amerika’yı yayımladı ancak aynı yıl başladığı ‘İşçiler’ çalışması ona uluslararası şöhret kazandıracaktı. İşçiler’in bitmesi yaklaşık 7 yıl sürdü ve 26 ülke dolaşarak alabildiğince geniş bir işçi foto-profili çıkarmıştı sanatçı.
1995 yılında Magnum’u bırakıp kendi ajansı Amazonas Images’i eşi Lelia ile birlikte kurdu. Amazonas, aynı zamanda dünyanın en küçük foto ajanslarından biridir. 1997 yılında Brezilya’da ‘Vatansızların Mücadelesi’ adında bir fotoğraf projesine imza attı ve ardından, 2000 yıllında vatansız insanlar/ göçmenlerin ve mültecilerin yaşamını fotoğrafladı. 2002 yılında çocuk felci üzerine bir çalışma gerçekleşti.
11 Şubat 1999 tarihinde Hürriyet gazetesinde bir haber yayımlandı, başlığı şöyleydi: “Ünlü fotoğrafçıya pazarcı dayağı!” Dayağı atan pazarcının ismi yazılı değildi ama Tarlabaşı semt pazarında ‘tezgâhın önünü kapattığı’ gerekçesiyle yüzü gözü kan içinde bırakılan Sebastiao Salgado’dan başkası değildi. Ayağından ciddi şekilde yaralanmıştı ve bir dizi ameliyat geçirdi. Bu olay üzerine Paris’e dönen Salgado, projesinden Türkiye’yi çıkardı ama buna rağmen ülkemize mesafeli durmadı. Ne ki bu sefer Göçler sergisi için bürokrasinin duvarına çarptı. ‘Kürtleri evsiz gösteriyor’ gerekçesiyle sergisinin açılışına izin verilmedi. Serginin sponsorunu da ‘bir şekilde’ çekilmeye ikna edilince Türk fotoğraf severlerin bu sanatçıyla buluşması, Ara Güler’e hediye ettiği fotoğraflardan oluşan ‘Sevgili Dostum Ara’ya’ sergisine kaldı. Aynı yıl yine eşiyle beraber doğal toprakları koruma amaçlı Instituto Terra’yı kurdu. Kuruluş 500 binden fazla ağaç dikti. UNICEF İyi Niyet Elçisi ve ABD’de Sanat ve Bilim Akademisi’nin fahri üyesi olan sanatçı, çalışmaları nedeniyle çeşitli doktora ve pek çok akademik ödülün de sahibi oldu. Meslek yaşamına sayısız sergi ve fotoğrafın yanı sıra Les cheminots (Fransa, 1989); Belirsiz Grace (ABD, İngiltere, Japonya, Fransa, Portekiz, İtalya, 1990); En İyi Fotoğraflar (Brezilya, 1992); Photopoche (Fransa , 1993); Terra (Brezilya, Fransa, Portekiz, İtalya, İngiltere, Almanya, İspanya, 1997); Photopoche Serra Pelada (Fransa, 1999) gibi kitapları da sığdıran Sebastiao Salgado için en son ünlü yönetmen Wim Wenders kolları sıvadı. Sanatçının oğlu Juliano ile beraber ‘The Salt of the Earth / Toprağın Tuzu’ isimli bir belgesel çeken Wender, bu önemli sanatçının fotoğraf ile kurduğu o gizemli ilişkiyi perdeye yansıttı. Wenders, filminde Salgado için yapılan, ‘Acıyı dramatikleştiriyor’ eleştirilerine de cevap veriyordu adeta. Toprağın Tuzu, Oscar’a adaydı ve Cannes dahil 7 önemli festivalde ödüller aldı.