Derviş gönüllü bir şair Ömer Lütfi Mete
Vefatının 7. senesinde Ömer Lütfi Mete'yi rahmetle anıyoruz.
Derviş gönüllü bir şairdir Ömer Lütfi Mete, yüreğinin nağmesi hissedilir yazdıklarında ve yalnızca onun gönül diline âşina olanlar, o nağmeye kulak verenler duyarlar dizelerindeki o sızıyı.
Mete, yazar, şair, senarist olmasının yanı sıra düşünce ve fikirleriyle de bu âlemde bir hoş sadâ bırakmış güzide bir şahsiyettir. Birçok sinema filmine ve diziye imzasını atmış, “Çizme” filmi ve “Allah’sız Müslümanlık” eserleriyle de hafızalara kazınmıştır. Profil Yayınları’ndan çıkan kitabın ismi ise hayli dikkat çekicidir: “Aşksız, Zevksiz, Allah’sız Müslümanlık”
Kitabın başlığına neden böyle bir isim verdiğini Mete şu şekilde açıklar: “Sorgulayıp anlamaya çalıştığım, Müslüman insanı bütün gayretlerine rağmen geliştirmeyen dindarlık türünün iç kıvrımlarıdır. Sürekli dilden Allah’ı anmasına ve sürekli dini etkinlikler yaşamasına rağmen kendisi gibi olmayanlar üzerinde derin bir saygı ve hatta imreniş uyandırmayan Müslümanlık türünün Allah’ın muradıyla örtüşebildiğini düşünmüyorum. Tabi ki ‘Allah’sız Müslümanlık’ ifadesi, kâfirlik ve inkârcılıkla suçlamak kastıyla seçilmiş değildir. Bu isim, Müslüman kişinin Allah ile iletişim geliştirmeyen dindarlık tamlamasının kısaltılmışı sayılır.”
Bu ifadeler çağımıza da ışık tutmaktadır bir nevi. Bu eserinde kuru itikatlara karşı zarif bir dille karşı çıkıyor, Allah’a olan inancın zevk etmeye yönelik bir temel üzere oturması gerektiğini savunuyor. Bu şekilde olmadığı takdirde ise inanç bir yaşam şekli olmaktan çıkıyor, ulaşılması zor bir yerde duruyor. Ol sebeptendir ki kadîm medeniyetimizde itikat büyük bir kültür ile harmanlanmış, sonunda ise nice ölümsüz mûsikî eserleri ve şâheserler meydana gelmiştir.
Uzak uzak dolanmanın şiiri
Ömer Lütfi Mete, fikirleriyle olduğu kadar duygularıyla da etkili olur kültür dünyamızda. Yûnus misali sade ama etkili, coşkulu ve duygulu söyleyişleriyle iz bırakır şiirlerinde; hem öyle bir iz ki, kalbinin atışları hissedilir mısraları arasında.
Bir sese sahip olmak bir şair için varlık sebebidir elbet... Ömer Lütfi Mete’yi de en fazla etkili kılan ve belki de sesini en gür şekilde duyduğumuz şiiri “Gülce”dir.
Nasıl ki insanları bir isim vâr ediyorsa ve nasıl ki insanlar sahip oldukları ismin haline bürünüyor ve ismi ile müsemma oluyorlarsa, pek tabi şiirler de bir duygunun tezâhürü olması hasabiyle ismi ile müsemma olurlar.
“Gülce” şiiri ise aslında bir suskunluğun şiiridir; dilsiz, dudaksız, sözsüz, sedâsız konuşmanın, dahası konuşamamanın, “uzak uzak dolanmanın”, sınırlarda gezmenin; ama bir şekilde vuslata erememenin şiiridir.
Muhteşem belaya nazır
Nazan Bekiroğlu, “Gecikmiş Bir Gül Yazısı” isimli denemesinde gül için şunları dile getirir: “Hiç kimse gülün varlığından, dahası gülün anlamlarına ilişkin kelimelerin de var olduğundan habersiz değildir. Çünkü kalbe konuşur gül ve herkesin de kalbi vardır. Öyleyse gül herkes iledir ve herkes içindir. Gül sonuç değil sebeptir, tezâhür değil kaynaktır, gurbet değil sıladır. Dağınık değil mutlaktır, suret değil asıldır. Gül tükenmez, ışığı ödünç değildir.”
“Gülce”, “gül”ün son hecesine aldığı bir –ce ekiyle gül gibi, gül misâli gül dili mânâlarını taşır. Gülün kalbi ile susmanın, kalbe konuşmanın dilidir Gülce ve herkese hitap eder; çünkü herkesin bir kalbi vardır. Sezai Karakoç’un dizeleriyle; “Bir tren ışığına güneşe çekmek seni/ Ve bir şehir yaratmak rûhundan Gülce diye”
Ömer Lütfi Mete ise, o şehir içinde bir dilber kalesinin burcundan seslenir Gülce’ye. Şiirine “Uçurumun kenarındayım Hızır/ Ulu dilber kalesinin burcunda/ Muhteşem belâya nazır/ Topuklarım boşluğun avucunda/ Derin yar adımı çağırır” diyerek başlar. Bütün acıların son bulduğu nihai yerdir gül; ama tüm acıların da anasıdır aynı zamanda. O yüzden Gülce’yi seyre dalmayı “Muhteşem belaya nazır” diyerek tasvir eder. Gül’ün derdi tüm acıların cem olduğu sonuçtur. Şairin Hızır’a seslenişi ise aslında kendisinde kalan son kudretin bir çığlığıdır ve medet dilemenin son noktasıdır. “Kul sıkışmadan Hızır yetişmez” kavli gereği.
Gülce bir mecaz değil, hakikattir
“Civan hazır/ Divan hazır/ Ferman hazır/ Kurban hazır” derken İbrahimî bir teslimiyet çiziyor karşımızda Ömer Lütfi Mete, ezelî bir boyun eğişle… Atılan her adımın toprakta bıraktığı iz gibi bakılan her şey de iz bırakır gözlerde; gözleri bir red ve bir davet olan Gülce’nin bir tek bakışı ise öyle tesir ediyor ki yüreğe, uçurumun kenarından düşürmeye yetecek kadar belki de. Cahit Zarifoğlu’nun dizeleri bunu çok da güzel anlatır: “Düştümse eğer sana bakarken düştüm”
Böyle uzun bir hikâyedir Ömer Lütfi Mete’nin Gülce’si. Hasreti vardır, vuslatı mahşere kalır. Vuslatı olursa zaten aşk olmayacağının hakikati ile çevrilidir. Bu yüzden Gülce “uzak uzak dolanır”, kendini belli etmez. Tüm bunlardan Gülce’nin hayali bir şahsiyet olma ihtimalini de ortadan kaldırır şair ve der ki; “Gülce bir davet/ Mecaz değil/ Maraz değil/ Gülce bir âfet/ Peri değil/ Huri değil”
Gülce’yi bir dünya sahnesi sınırlarına sokar; ama bir o kadar da dünyadan uzakta, güzelliğinin sınırlarında ölümcül bir nazdır. Hani Nedim diyor ya; “Yok bu şehr içre senin bahsettiğin dilber Nedim/ Bir perî sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana”
Gülce ise bir mecaz değil, hakikattir. Saf bir hakikat olmasıyla korkutur da. Gülce, kelimelere sahip olup da konuşamamanın ve bir göze sahip olup da bakamamanın şiiridir. “Gülce’m uzak uzak dolanır” derken her ne kadar ulaşamamaktan yakınma varsa da aslında vuslatına ulaşmadan yana bir korku barındırır:
“Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bin can veriyorum.”
Gülce’nin tek bir bakışını, her saniyede bin can vermekle ve bir kere değil de her seferinde tekrar ölmekle eş eğer tutarken, gözlere yüklediği mânâyı bir diğer şiirinde şöyle anlatır: “İliklerime girdi zehir gözler/ Zifir gözler/ Kâfir gözler/ Dışı tenha insanın içi mahşer.”
Vefâtının sene-i devriyesinde, kalbinin hâlâ canlı bir şekilde attığı dizeleriyle, Ömer Lütfi Mete’ye derin hürmet ve hasretle…
Büşra Burcu Arslan - Dünya Bizim