15 Temmuz sonrası reel ekonomi
Türkiye’nin düşünce platformlarından TÜGEM - Türkiye Gelişim Merkezi Platformu 15 Temmuz sonrası reel ekonomiyi masaya yatırdı.
TÜGEM – Türkiye Gelişim Merkezi Platformu tarafından Türk - Çin Kültür Derneği’nde düzenlenen panelde özellikle 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan terör olayları ve finansal müdahalelerin Türkiye’ye diz çöktürmek maksadı ile yapıldığı ve bu girişimlere finansal sistemde, sanayi politikalarında ve eğitimde yapılacak hamlelerle en ciddi cevabın verilebileceği üzerine vurgu yapıldı.
Panelin açılışında konuşan TÜGEM Platformu Başkanı Raşit Yemişen;
Ülkemizde özellikle 17-25 Aralık operasyonları ile başlayan süreçte “İnsanlığın İstiklali” sloganı ile ülkemizde ve bölgede yaşananları düşünce kuruluşlarımızın iyi analiz ederek sınırların ötesinde bir savunma stratejisi geliştirmek ve “asıl planlayanlar” olarak sahadaki yerlerini alarak devletimize bu mücadele de en önemli desteği sağlama vaziesini acilen yerine getirmeleri gerektiğinin altını çizdi.
TÜGEM Platformu adına kürsüye gelen Faruk Yazar;
Özellikle son yaşadığımız hadiselerden sonra “Eğitim, Ekonomi, Demokrasi ve Güvenlik” başlıkları altında bu dört kritik konuda başarılı olmamız gerektiği eğer başarılı olamazsak varoluş yürüyüşümüzün ciddi sekteye uğrayabileceğini ifade etti. Yazar ayrıca; Cumhurbaşkanlığı sisteminin demokrasimizin derinleşmesi ve kurumsallaşması anlamında önemli bir adım olduğunu ve bu sistemi tamamlayacak reformların ne olduğunun da hızlı bir çalışma temposu ile net bir şekilde ortaya konulması gerektiğinin de önemine vurgu yaptı.
Ekonomi Değerlendirme Paneli’nin ilk konuşmacısı olan Yard. Doç. Dr. Mevlüt Tatlıyer 15 Temmuz ve sonrasında yaşananlara karşı reel ekonomiyi canlandırabilmek ve bu girişimlere ekonomide en iyi cevabı verebilmek için kısa, orta ve uzun vadede hangi hamlelerin yapılması gerektiği konusunu irdeledi.
Tatlıyer konuşmasında; Enflasyona bağımlı bir para politikası oluşturmak yerine reel ekonomiyi destekleyecek, reel ekonominin önünü açacak bir para politikası uygulanması gerektiğini ifade etti. Tatlıyer konuşmasına şöyle devam etti;
15 Temmuz’dan bu yana meydana gelen FETÖ, PKK ve Finans operasyonları birbirinden bağımsız kabul edilemez ve bu operasyonlar Türkiye’ye diz çöktürme hamleleridir. Finans operasyonunu ekonomik verilerle izah etmek zor. Mesele demek ki finans meselesi değil, mesele siyasi ve politik. Şu anda genel ekonomik görünümümüz kötü değil, işleyen bir ekonomimiz var. Kısa, orta ve uzun vadede ne yapılmalı buna bakmamız gerekmektedir.
Güçlü bir siyasi iradeye ihtiyacımız var!
Türkiye’nin tek elden güçlü bir irade ile yönetilmesi şarttır. Bu noktada Cumhurbaşkanlığı sistemine bir an evvel geçilmelidir. Ekonomik reformlar bu sisteme geçildikten sonra daha hızlı uygulanabilecektir.
Finansal sistem revize edilmelidir!
Günümüzde para politikası yanlış uygulanmakta, enflasyonu temel almakta ve enflasyonla savaşmaktadır. Halbuki son yıllarda enflasyon ortalama yüzde sekizlerde, bu yılda yüzde yedilerde seyrediyor. 10 yıldır enflasyonu yüzde beş seviyesine çekmenin uğraşını veriyoruz. Aslında soru şu yüzde sekizin zararı ne, yüzde beşin faydası ne. Önce bunu net olarak ortaya koymamız gerekiyor.
Finansal sistemi artık enflasyona bağımlı olmaktan çıkartıp, bunun yerine gerçek anlamda reel sisteme destek olacak, ekonomik kalkınmaya katkı sağlayacak bir şekilde revize etmemiz gerekmektedir. Sistemin bunlara yoğunlaşması ve para politikasına bakışın bu yönde değişmesi gerekir. Şu anki finansal sistem ile reel sektörü desteklememizin imkanı yok, neden? Türkiye’de bugün bankaların karlılığı % 11-12 ler seviyesinde. Dünyada ise bu ortalama % 5-6, Bizde bankacılık sistemi dünyadaki sistemin iki katı karlılığa sahip. Bu karlılığı nereden sağlıyor, reel kesimden. Bu durumda reel kesim nasıl yatırım yapabilir? Türkiye’de finansal sistem reel kesimden besleniyor, reel kesimi desteklemiyor. Sistemin, reel kesimi destekleyen, rant bankacılığından üreticileri fonlayacak yatırım bankacılığına geçecek bir yapıya dönüşmesi gerekir.
Sanayi politikasını acilen devreye sokmalıyız!
Hükümetin maliye politikasını son dört yılda özellikle başarılı buluyorum. Bütçe denkliğinden de taviz vermediler. Ekonomik büyüme yıllık % 3,3 iken, devletin yaptığı kamu harcamaları artış oranı % 6 civarında oldu. Bu ekonomik büyümeyi destekleyen önemli bir etmendi. Hane halkı harcamaları ile kamu harcamaları son dört yılda ekonomimizi ayakta tuttu. Yatırımlarsa yerinde saydı. Mevcut yatırım düzeyi korundu ancak bunun üzerine konamadı. Ekonomik büyümeye yatırımların katkısı “0” düzeyinde oldu. Bu iş yatırımcılar yatırım yapmadan olmaz. Yatırımcıların artık taşın altına ellerini koymaları gerekiyor. Bugün insanlar neden yatırım yapmıyor, yatırımlarının karşılığını almayı düşünmedikleri için. Bu nedenle acilen sanayi politikasını devreye sokmalıyız. Yatırımcı için yatırım ortamını iyileştirmeli, arsa veya inşaat rantı eksenli değil, üretim odaklı bir büyüme politikası oluşturulmalıdır.
Devlet sanayi sektörünü aktif bir şekilde devreye sokmalıdır. Yatırımları teşvik etme dönemi kapandı. Teşvik sistemi görüyoruz ki neredeyse hiç işe yaramadı. Bu anlamda verilen teşviklerin ekonomik büyümeye katkısı olmadı.
Devlet reel sektörü öncelikli gördüğü, yüksek maliyetli, hi-tech içeren alanlarda, ya mevcut şirketler arasında ilgili olanlarını bu alanlara yatırım yapmaya yöneltmeli ya da kendisi kamu-özel sektör işbirliği kapsamında, kar ortağı ve vergi alıcı olarak değil de gerçekten ortak olarak özel şirketler oluşturmalıdır. Reel ekonomi, özel sektörün keyfine bırakılamayacak kadar önemlidir. Ancak özel sektörde reel ekonominin lokomotifi olduğu için önemlidir. Bu nedenle ayrıcalıklı ve öncelikli olan hi-tech ürünlerde devleti için üretim yapan firmalar veya devletin gerçek ortaklığını kabul eden firmalara devlet olanca desteğini verecek, finansal sistem de destekleyecek, kamu bankaları ve özel bankalar özel destekler ve imkanlar sunacak, kabul etmeyenler ise sistemin dışında kalacak ve devletin desteğini arkasında bulamayacaklardır.
Özel bankalar kredilerini tüketici kesiminden daha çok reel kesime aktaracak şekilde yapılanmalıdır. BDDK ve Merkez Bankası tüketici kredilerinin maliyetini bu anlamda artırabilir.
Bu radikal tedbirlerin ve politikaların acilen hayata geçirilmesi gerekmektedir. Zira ülkemize yapılan operasyonlar bu radikal görünümlü önermelerimizi rasyonel kılmaktadır. Özellikle koşmaya başlamamız için bu radikal tedbirler şarttır.
Eğitimsiz bir millet, ülkeyi nereye taşıyabilir?
Uzun vadede çözülmesi gereken en önemli konu eğitim sistemidir. İnsan kaynağımız ve bilgi düzeyimiz iyi bir seviyeye çıkmadan biz nihayette başarılı olamayız. Bizim eğitim sistemimiz maalesef birçok reform yapılmış olmasına rağmen insanlarımızı eğitemiyor, eleştirel bakışa ve düşünmeye yönlendiremiyor, Tam tersine eğitim çarkına giren öğrenciler düşünce melekelerini yitiriyor, belirli bir kalıba giriyor, bir tür makbul vatandaş olarak çıkıyor. Böyle bireyler Türkiye’yi nereye taşıyabilir. Eğitim sisteminde yapılan reformların hiçbiri asıl probleme odaklanamadı ve cesur değildi. Bu nedenle eğitim sisteminin acilen baştan aşağı yeniden yapılandırılması gerekmektedir.
Güçlü Türkiye çok cesur olursak gerçekleşecek. Cumhurbaşkanımız ile siyasetin arasındaki anlayış ve olaylara bakış ve yorumlamadaki makas farkının da kapanması gerekiyor. O makas nitelik, cesaret ve milletin çıkarını öncelemekle kapanır.
Panelin bir diğer konuşmacısı Yard. Doç. Dr. Nurullah Gür ise konuşmasında; güçlü bir ekonomi için gereken şartların belli olduğunu, ülke olarak bunları yerine getirebilmek için bir potansiyelimiz olduğunu buna rağmen başarılı olmamızın önünde hangi engeller olduğunu aktardı. Gür konuşmasında;
Türkiye’de GSMH 35-40 bin dolar seviyesine çıkabilir!
Kişi başına düşen milli gelir bugün 11.000 dolar civarındadır. Ben Türkiye’de yaşayan insanların potansiyellerine bakıyorum ve bu rakamın en az 35-40 bin dolar seviyesinde olması gerektiğine inanıyorum.
2001-2008 yılları arasında finans politikamızı iyi bir hikaye ile yönettik. Enflasyonu düşürecek, bütçe açığını kapatacak, kişi başına düşen milli geliri artıracaktık. Bu politikayı iyi uyguladık. 2008 de artık bu hikaye bitmiş ve yeni bir hikayeye ihtiyaç duymuştuk. O da sanayi temelli bir ekonomik politikaydı. Ancak biz buna iç ve dış sebeplerden dolayı geçemedik. 2008 yılında küresel finans krizi patlak verdi. İki sene bu krizle mücadele etmekle geçti. 2010 yılından sonra hükümet teşviklere ağırlık vermeye başladı. Maalesef 2010 yılından sonra da Arap baharı, PKK, DEAŞ ve FETÖ problemleri olan çalkantılı bir döneme girildi. Bu nedenle enerjimizi bir türlü ekonomiye veremedik. Sanayi politikasına da bir türlü geçemedik. Siyaset arap baharında kendine biçilen rolü oynamadı. Bu nedenle sıcak para girişleri de sağlanamadı. Siyaset bunu iki nedenden dolayı istemedi. Birincisi; ben üreten bir devlet olacağım, ikincisi de ben bu topraklarda kimsenin jandarması olamam dedi. Bunu dedikten yani 2011 den sonra Türkiye’nin gündemi hiç boş kalmadı. Ciddi bir ekonomik ve siyasi mücadelenin içerisine girdi.
Güçlü bir ekonomi için…
Güçlü bir ekonomi için üç temel etken var;
- Dinamik bir talep yapısı
- İş fırsatlarını kovalayan iş adamı guruplarının olması
- Ekonomiyi denetleyecek ve düzenleyecek ve iş adamlarını gerektiğinde yönlendirecek bir devlet mekanizmasının olması.
Üçüne de potansiyel olarak sahibiz. Peki nerelerde yanlış yapıyoruz. Türkiye’de gerçek anlamda yatırım yapabilecek firmaların bir kısmının düşüncesi maalesef yerli araba üretmektense galericilik yapayım düşüncesidir. Vizyon sahibi değiliz, dertli değiliz. Ancak yine de diğer bir kısım işadamlarımız iş fırsatlarını ve yatırım olanaklarını kovalamaktadır. Bu da bizi umutlandırmaktadır. İnsanlarımız tüketmeyi seviyor bunda sıkıntı yok ancak yabancı ürünlere olan ilgi hastalığı var. Sahip olduklarından fazlasını tüketiyorlar. Yerli ürünlere olan ilgiyi artırmamız gerekiyor. Siyasetçilerinde kendilerine düşen görevi yapması gerek. Siyasi irade bu zor şartlarda elinden geldiğince yapmaya çalışıyor ancak bürokratik yapı siyasetin hızına yetişemiyor. Bu hantallığın giderilebilmesi gerek. Değişen kanunu uygulayabilecek bürokratlarda mesele takılıyor. Bürokraside ki bu direnci siyasi iradenin kırması gerekir. Bunun aşılabilmesi için başkanlık sistemi önemli bir fırsattır.
Hiçbir yatırımcı, bugün, varlığımı acaba kaybeder miyim kaygısı ile davranma lüksüne sahip değildir!
Panelde moderatör-konuşmacı olarak görüşlerini dile getiren bir diğer önemli isim de Doç. Dr. Nihat Alayoğlu idi. Alayoğlu konuşmasında şu önemli noktalara değindi;
Dünyayı yönettiğini düşünen bir takım devletler az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere bir takım roller biçerler. Bu rolleri oynadığınız taktirde bir sıkıntı olmaz. Türkiye son yıllarda kendisine biçilen bu rolleri değil kendi oyununu oynamaya başladı. Bunun üzerine bu devletler yurt içinde ve dışında kurdukları bir takım yapılanmalarını Türkiye aleyhine harekete geçirdiler. 14 yıllık dönemde ekonomik olarak milletin bekledikleri karşılandı ki ekonomik olarak Türkiye’yi çökertemiyorlar. Halkımız ekonomiyi yıkmalarına müsaade etmeyecektir.
Ülkenin varoluş mücadelesi verdiği şu günlerde hiçbir yatırımcının varlığımı acaba kaybeder miyim kaygısıyla hareket etme lüksü de hakkı da olamaz.
Kredi derecelendirme kuruluşları kuruluşlar neden kredi notumuzu düşürür Türkiye’ye dış sermeye yatırımı gelmesin diye. Ülkemizin hala dışardan sermaye akışına ihtiyacı var. Neden ihtiyacımız var. Tasarruf etmiyoruz. Kazandığımızdan fazlasını tüketiyoruz. Buna hakkımız olmadığını anlamamız gerek. Yeterli tasarruf,sermaye birikimine sahip olmayan bir milletin dış kaynaklara bağımlı olmadan ekonomik büyümeyi gerçekleştirmesi mümkün değildir. Devlet ne yapmalı insanların tasarruflarını yok etmeden değerlendirecek mekanizmaları devreye sokabilir.
Programda ayrıca Türk-Çin Kültür Derneği Başkan Yardımcısı olarak söz alan Mustafa Karslı’da; Türk Çin Kültür Derneği hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Ayrıca Çin Kültürü, Ekonomisi ve iş fırsatları konusunda da bilgiler veren Karslı iş bağlantılarının oluşturulmasında ve diplomatların bir araya getirilebilmesi konularında TÜGEM Platformu ile birlikte hareket etmekten memnuniyet duyacaklarını ifade etti.
Panel plaket, hediye takdimi ve toplu fotoğraf çekimi ile son buldu.