II. Meşrutiyetin ilk seçimleri 1908 yılının Kasım-Aralık aylarında yapıldı.
İki ay süren ve sadece erkek seçmenlerin oy kullandığı bu seçimlere iki siyasi parti katılmıştı: Ahrar Fırkası ile İttihat ve Terakki Cemiyeti…
İttihat ve Terakki, seçimleri açık ara kazanmış, 288 kişilik mecliste çoğunluğu ele geçirip iktidar olmuştu.
Ne var ki kısa zamanda hizipleşmeler doğmuş, çok sesliliğin acemisi olan meclis koridorları siyaset tarihimizin en renkli tartışmalarına sahne olmaya başlamıştı.
Bu tartışmaların en ilginci, muhalif iki mebus arasında yaşanan düello tartışmasıydı…
Tartışmanın fitilini ateşleyen olay da yeni bir partinin kuruluş haberiydi.
21 Kasım 1911 tarihinde İttihatçılardan ayrılan bir grup, Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurmak amacıyla Dâhiliye Nezaretine dilekçe vermişlerdi.
Bunun üzerine İttihatçıların İstanbul Mebusu, aynı zamanda dönemin en sivri dilli gazetecilerinden biri olan Hüseyin Cahit, 23 Kasım 1911 tarihli Tanin gazetesinde şöyle bir yazı kaleme aldı:
“Hürriyet ve İtilaf Fırkasının yönetim kurulu ve kurucuları diye duyurulan sayın kişiler arasında öylelerini yan yana görüyoruz ki kazanda yirmi yıl birlikte kaynatılsalar uyuşmalarının mümkün olmadığını herkes kabul eder… Bu kişiler yapmak için değil yıkmak için birleşmişlerdir. Çünkü aralarında ancak bu noktada ittifak olabilir.
Bizim düşüncemizde Hürriyet ve İtilaf Fırkası ülkede iş görmek üzere kurulmuş sürekli ve verimli bir parti değildir. Ancak yıkma ve kırıp dökme için işe yarayabilir bir güç olmak üzere ana rahmine düşmüştür.”
Bu sözler, yeni partinin kurucularından biri olan Piriştine Mebusu Hasan Beyi öfkelendirdi. Meclis koridorlarında avaz avaz bağırarak Hüseyin Cahit’i düelloya davet etti. Bir adım daha öteye gidip Amasya Mebusu İsmail Hakkı Paşa ile Sinop Mebusu Rıza Nur’u, düellonun yeri ve silahların tespiti için Hüseyin Cahit’e gönderdi.
Hüseyin Cahit Bey, teklifi kabul etti. Partisinin Serez Mebuslarından Mithat Şükrü ve Derviş Ragıp Beyleri, kendisine temsilci olarak seçtiğini söyledi.
İki mebusun temsilcileri 23 Mayıs 1911 günü Meclis-i Mebusan’da bir araya gelerek şartları görüştüler. Görüşmede düellonun tabanca ile yapılmasına, ilk kurşunun Hüseyin Cahit tarafından atılmasına, kanunen yasaklanmadığı bir ülkede mesela Yunanistan veya Bulgaristan’ın tarafsız bir bölgesinde yapılmasına karar verdiler.
Mebuslar, gelişmeleri merak ve şaşkınlıkla izliyor, kimin kazanacağına ilişkin bahisler bile açılıyordu.
Düello, Orta Çağ Avrupa’sında ve Rusya’da 17. Yüzyılın ikinci yarısına kadar uygulanan gayrimeşru bir adalet dağıtma geleneğiydi. Devlet otoritesinin asayiş ve adaleti temin edemediği dönemlerin ürünüydü. Daha çok gayrimüslim vatandaşların karıştığı bir-iki münferit olay dışında Osmanlı topraklarında duyulmamış, yaşanmamıştı.
Kısa zamanda Meclis-i Mebusan dışına taşınan bu olay kamuoyunda büyük yankı yaptı.
Gazeteler düellonun tarihinden nasıl yapıldığına, hangi silahların kullanıldığına kadar günlerce bu konuyu işlediler. Rusların ünlü yazarı Puşkin’den Amerikalı devlet adamı Hamilton’a kadar düello sonucu hayatlarını yitiren ünlülerin yaşam öykülerini yazdılar.
Şeyhülislam, bir hadis-i şerifi hatırlatarak olaya müdahil oldu. “Peygamber Efendimiz, ‘İki mümin kılıç kılıca gelirlerse ikisi de cehennemliktir’ buyurmuşlar. ‘Maktul de mi ya Resûlallâh? Diye sual olununca, ‘Evet, çünkü o da öldürmek kastıyla işe girişmiştir’ buyurmuştur.”
Ardından Sadaret makamına bir yazı göndererek, iki Müslümanın düello etmelerinin dinen yasak ve haram olduğunu, gerçekleşmesi halinde her iki tarafın da ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini, Padişah tarafından irade-i seniyye çıkarılarak önlenmesini istedi.
Bunun üzerine Piriştine Mebusu Hasan Bey, Sabah gazetesine bir beyanat verdi. “Hayatım Padişahımız efendimiz hazretlerine aittir, fakat haysiyetim zatıma ve aileme aittir” diyerek kararlılığını sürdürdü.
Alemdar Gazetesinden Necmeddin Hüseyin Bey, Şeyhülislamın yaklaşımına karşı çıkarak düelloyu destekledi. “Sıffın Muharebesinde Hz Ali, Muaviye’yi mübarezeye, yani düelloya davet etti. Binaenaleyh, düello şeriat-ı İslâmiyeye muvafıktır” dedi. Sebilürreşad gazetesinden Milaslı İsmail Hakkı Bey bu yoruma itiraz etti. Hz. Ali’nin halife olduğunu, muhalefet edeni hesaplaşmaya davet etme hatta katli için emretme yetkisi bulunduğunu söyledi. Yazısının devamında Şeyhülislamlık makamına destek çıktı. Düellonun tartışmasız haram olduğunu yazdı. “Düelloda öldüren katil, ölen müntehir hükmü giyer” dedi.
Dönemin ünlü müderrislerinden Selim Efendizâde Mustafa Naki Efendi de benzer bir açıklama yaptı. İntihardan farkı olmayan ve hatta aleni yapıldığı için toplum ahlakını bozan düellonun, hem uygulama hem de lafzının ecnebi kaynaklı olduğunu, dinen haram, hukuken de yasak olduğunu belirtti.
Ardından taraflardan kimin haklı, kimin haksız olduğu, öncelikle kimin hakarete uğradığı yönünde tartışmalar başladı. Konuyu araştırmak üzere iki mebus hakem olarak atandı. Süreç bu şekilde uzayıp gitti. İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin de araya girmesiyle, Türk siyasetinin ilk düello tartışması kansız bir şekilde kapanmış oldu.
Aradan dokuz yıl geçti.
Meclis-i Mebusan’ın İngilizler tarafından dağıtıldığı, yeni meclisin Türkiye Büyük Millet Meclisi adıyla Ankara’da açıldığı ve İstiklal Harbinin en yoğun günlerinin yaşandığı 1920 yılında yeni bir düello tartışması yaşandı. Hatta bu defaki tartışma meclis koridorlarında konuşulmakla sınırlı kalmamış, düello hakkının ihdasıyla ilgili bir kanun teklifi verilmişti.
Teklifi veren kişi, Bursa Milletvekili Operatör Emin Beydi...
30 Aralık 1920 günüydü. Mecliste tifüs, kolera gibi bulaşıcı hastalıkların önlenmesiyle ilgili bir kanun teklifinin müzakeresi yapılıyordu. Kürsüde Bursa Milletvekili Doktor Emin Bey konuşma yapıyor, kanunun bir an önce çıkması gerektiğini savunuyordu. Konuşmasının bir yerinde, “salgının önlenmesi için kadınların da muayeneden geçirilmesi gerektiğini” söyledi. Bu cümlenin duyulmasıyla birlikte bir grup milletvekili öfkeyle ayağa fırladı. “Müslüman kadınlar muayene edilemez” diyerek bağırmaya başladı. Emin Bey, “Bir hekim olarak cahiller istiyor diye halkımızın ölmesine seyirci kalamam” diye karşılık verdi. İşte o an, ortalık karıştı.
Aralarında Kastamonu Milletvekili Tevfik, Ankara Milletvekili Şemsettin, Yozgat Milletvekili Hasan ve Konya Milletvekili Fehmi beylerin bulunduğu öfkeli grup, “terbiyesiz herif, edepsiz herif, deyyus herif!” nidalarıyla kürsüye yürüdü. Emin Bey, “sözlerinizi size iade ediyorum” diyerek karşılık verdi. Ardından kalabalığa dalıp yumruklarını savurmaya başladı. Onlar da üzerine çullandılar. Kavga kısa zamanda büyüdü. Yumruklar, tekmeler havada uçuştu. Kaşlar yarıldı, zabıtlar yırtıldı, masalar devrildi. Meclis adeta muharebe alanına döndü...
Zorlukla yatıştırılan bu kavganın ardından genel kurula ara verildi. Yüzü kanlar içinde kalan Emin Bey revire götürüldü. Sinirden titriyor, arkadaşlarından kâğıt-kalem istiyordu.
Bu hadise, parlamento tarihimizin ikinci düello vakası olarak kayıtlara geçerken, Emin Bey, benzer olayların tekrarına karşı korunma çaresi olarak “düello usulünün ihdasına ilişkin olarak” kanun teklifi verdi. TBMM’nin 126. İçtimasında gündeme alınan teklif, Layiha Encümenine havale edildi.
Teklifi inceleyen komisyon, düelloyu şeriata ve İslam geleneklerine aykırı, olarak değerlendirdi. Kanun teklifi Meclis’in 30 Ocak 1921 tarihli birleşiminde okunarak reddedildi.
Okunan komisyon görüşü şöyleydi:
“Düello âdetinin lüzum-u ihdas ve kabulüne dair Bursa Mebusu Operatör Emin Beyin, Makam-ı Riyasetten mahavvel teklif-i kanunisi Encümenimizce mütalâa olundu. Şeriat-ı garrayi Ahmediye ve ananat-ı kadime-i İslâmiyeye münafi ve şimdiye kadar sabık Meclisi Mebusanca kabul edilmeyerek reddolunan bir âdet-i sakimenin, milletin yegane hârisi din ve şeriat telakki ettiği bu Meclis-i Âlice ibdai bittabi rehini cevaz olamayacağından muvafıkı hikmet ve şeriat olmayan teklif-i mezkurun Encümenimizce reddi ile Heyet-i Umumiyeye arzına karar verildi.”
......
Kısacık parlamento tarihimiz ikinci kez düello tartışmasına şahit olmuş, ölümlü olmasa da hem Meclis zabıtlarına girmiş hem de kanlı bitmişti.
Siyaset zor zanaat diyenlere ithaf olunur...
Zekeriya Yıldız / Haber7
Düellocu mebuslar...
II. Meşrutiyetin ilk seçimleri 1908 yılının Kasım-Aralık aylarında yapıldı.
İki ay süren ve sadece erkek seçmenlerin oy kullandığı bu seçimlere iki siyasi parti katılmıştı: Ahrar Fırkası ile İttihat ve Terakki Cemiyeti…
İttihat ve Terakki, seçimleri açık ara kazanmış, 288 kişilik mecliste çoğunluğu ele geçirip iktidar olmuştu.
Ne var ki kısa zamanda hizipleşmeler doğmuş, çok sesliliğin acemisi olan meclis koridorları siyaset tarihimizin en renkli tartışmalarına sahne olmaya başlamıştı.
Bu tartışmaların en ilginci, muhalif iki mebus arasında yaşanan düello tartışmasıydı…
Tartışmanın fitilini ateşleyen olay da yeni bir partinin kuruluş haberiydi.
21 Kasım 1911 tarihinde İttihatçılardan ayrılan bir grup, Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurmak amacıyla Dâhiliye Nezaretine dilekçe vermişlerdi.
Bunun üzerine İttihatçıların İstanbul Mebusu, aynı zamanda dönemin en sivri dilli gazetecilerinden biri olan Hüseyin Cahit, 23 Kasım 1911 tarihli Tanin gazetesinde şöyle bir yazı kaleme aldı:
“Hürriyet ve İtilaf Fırkasının yönetim kurulu ve kurucuları diye duyurulan sayın kişiler arasında öylelerini yan yana görüyoruz ki kazanda yirmi yıl birlikte kaynatılsalar uyuşmalarının mümkün olmadığını herkes kabul eder… Bu kişiler yapmak için değil yıkmak için birleşmişlerdir. Çünkü aralarında ancak bu noktada ittifak olabilir.
Bizim düşüncemizde Hürriyet ve İtilaf Fırkası ülkede iş görmek üzere kurulmuş sürekli ve verimli bir parti değildir. Ancak yıkma ve kırıp dökme için işe yarayabilir bir güç olmak üzere ana rahmine düşmüştür.”
Bu sözler, yeni partinin kurucularından biri olan Piriştine Mebusu Hasan Beyi öfkelendirdi. Meclis koridorlarında avaz avaz bağırarak Hüseyin Cahit’i düelloya davet etti. Bir adım daha öteye gidip Amasya Mebusu İsmail Hakkı Paşa ile Sinop Mebusu Rıza Nur’u, düellonun yeri ve silahların tespiti için Hüseyin Cahit’e gönderdi.
Hüseyin Cahit Bey, teklifi kabul etti. Partisinin Serez Mebuslarından Mithat Şükrü ve Derviş Ragıp Beyleri, kendisine temsilci olarak seçtiğini söyledi.
İki mebusun temsilcileri 23 Mayıs 1911 günü Meclis-i Mebusan’da bir araya gelerek şartları görüştüler. Görüşmede düellonun tabanca ile yapılmasına, ilk kurşunun Hüseyin Cahit tarafından atılmasına, kanunen yasaklanmadığı bir ülkede mesela Yunanistan veya Bulgaristan’ın tarafsız bir bölgesinde yapılmasına karar verdiler.
Mebuslar, gelişmeleri merak ve şaşkınlıkla izliyor, kimin kazanacağına ilişkin bahisler bile açılıyordu.
Düello, Orta Çağ Avrupa’sında ve Rusya’da 17. Yüzyılın ikinci yarısına kadar uygulanan gayrimeşru bir adalet dağıtma geleneğiydi. Devlet otoritesinin asayiş ve adaleti temin edemediği dönemlerin ürünüydü. Daha çok gayrimüslim vatandaşların karıştığı bir-iki münferit olay dışında Osmanlı topraklarında duyulmamış, yaşanmamıştı.
Kısa zamanda Meclis-i Mebusan dışına taşınan bu olay kamuoyunda büyük yankı yaptı.
Gazeteler düellonun tarihinden nasıl yapıldığına, hangi silahların kullanıldığına kadar günlerce bu konuyu işlediler. Rusların ünlü yazarı Puşkin’den Amerikalı devlet adamı Hamilton’a kadar düello sonucu hayatlarını yitiren ünlülerin yaşam öykülerini yazdılar.
Şeyhülislam, bir hadis-i şerifi hatırlatarak olaya müdahil oldu. “Peygamber Efendimiz, ‘İki mümin kılıç kılıca gelirlerse ikisi de cehennemliktir’ buyurmuşlar. ‘Maktul de mi ya Resûlallâh? Diye sual olununca, ‘Evet, çünkü o da öldürmek kastıyla işe girişmiştir’ buyurmuştur.”
Ardından Sadaret makamına bir yazı göndererek, iki Müslümanın düello etmelerinin dinen yasak ve haram olduğunu, gerçekleşmesi halinde her iki tarafın da ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini, Padişah tarafından irade-i seniyye çıkarılarak önlenmesini istedi.
Bunun üzerine Piriştine Mebusu Hasan Bey, Sabah gazetesine bir beyanat verdi. “Hayatım Padişahımız efendimiz hazretlerine aittir, fakat haysiyetim zatıma ve aileme aittir” diyerek kararlılığını sürdürdü.
Alemdar Gazetesinden Necmeddin Hüseyin Bey, Şeyhülislamın yaklaşımına karşı çıkarak düelloyu destekledi. “Sıffın Muharebesinde Hz Ali, Muaviye’yi mübarezeye, yani düelloya davet etti. Binaenaleyh, düello şeriat-ı İslâmiyeye muvafıktır” dedi. Sebilürreşad gazetesinden Milaslı İsmail Hakkı Bey bu yoruma itiraz etti. Hz. Ali’nin halife olduğunu, muhalefet edeni hesaplaşmaya davet etme hatta katli için emretme yetkisi bulunduğunu söyledi. Yazısının devamında Şeyhülislamlık makamına destek çıktı. Düellonun tartışmasız haram olduğunu yazdı. “Düelloda öldüren katil, ölen müntehir hükmü giyer” dedi.
Dönemin ünlü müderrislerinden Selim Efendizâde Mustafa Naki Efendi de benzer bir açıklama yaptı. İntihardan farkı olmayan ve hatta aleni yapıldığı için toplum ahlakını bozan düellonun, hem uygulama hem de lafzının ecnebi kaynaklı olduğunu, dinen haram, hukuken de yasak olduğunu belirtti.
Ardından taraflardan kimin haklı, kimin haksız olduğu, öncelikle kimin hakarete uğradığı yönünde tartışmalar başladı. Konuyu araştırmak üzere iki mebus hakem olarak atandı. Süreç bu şekilde uzayıp gitti. İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin de araya girmesiyle, Türk siyasetinin ilk düello tartışması kansız bir şekilde kapanmış oldu.
Aradan dokuz yıl geçti.
Meclis-i Mebusan’ın İngilizler tarafından dağıtıldığı, yeni meclisin Türkiye Büyük Millet Meclisi adıyla Ankara’da açıldığı ve İstiklal Harbinin en yoğun günlerinin yaşandığı 1920 yılında yeni bir düello tartışması yaşandı. Hatta bu defaki tartışma meclis koridorlarında konuşulmakla sınırlı kalmamış, düello hakkının ihdasıyla ilgili bir kanun teklifi verilmişti.
Teklifi veren kişi, Bursa Milletvekili Operatör Emin Beydi...
30 Aralık 1920 günüydü. Mecliste tifüs, kolera gibi bulaşıcı hastalıkların önlenmesiyle ilgili bir kanun teklifinin müzakeresi yapılıyordu. Kürsüde Bursa Milletvekili Doktor Emin Bey konuşma yapıyor, kanunun bir an önce çıkması gerektiğini savunuyordu. Konuşmasının bir yerinde, “salgının önlenmesi için kadınların da muayeneden geçirilmesi gerektiğini” söyledi. Bu cümlenin duyulmasıyla birlikte bir grup milletvekili öfkeyle ayağa fırladı. “Müslüman kadınlar muayene edilemez” diyerek bağırmaya başladı. Emin Bey, “Bir hekim olarak cahiller istiyor diye halkımızın ölmesine seyirci kalamam” diye karşılık verdi. İşte o an, ortalık karıştı.
Aralarında Kastamonu Milletvekili Tevfik, Ankara Milletvekili Şemsettin, Yozgat Milletvekili Hasan ve Konya Milletvekili Fehmi beylerin bulunduğu öfkeli grup, “terbiyesiz herif, edepsiz herif, deyyus herif!” nidalarıyla kürsüye yürüdü. Emin Bey, “sözlerinizi size iade ediyorum” diyerek karşılık verdi. Ardından kalabalığa dalıp yumruklarını savurmaya başladı. Onlar da üzerine çullandılar. Kavga kısa zamanda büyüdü. Yumruklar, tekmeler havada uçuştu. Kaşlar yarıldı, zabıtlar yırtıldı, masalar devrildi. Meclis adeta muharebe alanına döndü...
Zorlukla yatıştırılan bu kavganın ardından genel kurula ara verildi. Yüzü kanlar içinde kalan Emin Bey revire götürüldü. Sinirden titriyor, arkadaşlarından kâğıt-kalem istiyordu.
Bu hadise, parlamento tarihimizin ikinci düello vakası olarak kayıtlara geçerken, Emin Bey, benzer olayların tekrarına karşı korunma çaresi olarak “düello usulünün ihdasına ilişkin olarak” kanun teklifi verdi. TBMM’nin 126. İçtimasında gündeme alınan teklif, Layiha Encümenine havale edildi.
Teklifi inceleyen komisyon, düelloyu şeriata ve İslam geleneklerine aykırı, olarak değerlendirdi. Kanun teklifi Meclis’in 30 Ocak 1921 tarihli birleşiminde okunarak reddedildi.
Okunan komisyon görüşü şöyleydi:
“Düello âdetinin lüzum-u ihdas ve kabulüne dair Bursa Mebusu Operatör Emin Beyin, Makam-ı Riyasetten mahavvel teklif-i kanunisi Encümenimizce mütalâa olundu. Şeriat-ı garrayi Ahmediye ve ananat-ı kadime-i İslâmiyeye münafi ve şimdiye kadar sabık Meclisi Mebusanca kabul edilmeyerek reddolunan bir âdet-i sakimenin, milletin yegane hârisi din ve şeriat telakki ettiği bu Meclis-i Âlice ibdai bittabi rehini cevaz olamayacağından muvafıkı hikmet ve şeriat olmayan teklif-i mezkurun Encümenimizce reddi ile Heyet-i Umumiyeye arzına karar verildi.”
......
Kısacık parlamento tarihimiz ikinci kez düello tartışmasına şahit olmuş, ölümlü olmasa da hem Meclis zabıtlarına girmiş hem de kanlı bitmişti.
Siyaset zor zanaat diyenlere ithaf olunur...
Zekeriya Yıldız / Haber7