Ömer Tuğrul İnançer: En büyük materyalist şeytandır!
Hukukçu, Yazar ve tasavvuf musikisinin önde gelen ismi Ömer Tuğrul İnançer, haber7.com'a önemli açıklamalarda bulundu.
Haber7.com Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Editör Asya Karagül, Türk Tasavvuf Musikisi'nin önemli isimlerinden biri olan Ömer Tuğrul İnançer ile toplumsal sorunlara dair bir sohbet gerçekleştirdi.
İşte İnançer'in açıklamalarından önemli başlıklar:
-Bu toplumsal değişim ve dönüşüm sürecinin kontrol altında sürdürülebilmesi sağlanabilir mi? Bu süreç hangi alanlarda desteklenmeli? Değişimin engellenmesi ya da yavaşlatılması ya da uyarlanması gerekenler nelerdir?
Ona biz bir şey yapamayız. Nasıl ekonominin kendi kanunlarına, devletin çıkardığı kanunlar mani olamıyorsa, istediğin kadar narh koy arz talep kanunu narh kanunun bozar. Çok basit bir şey. Onun için toplumsal değişimi bozamayız. Bu değişimin zahirde olduğunu, hakikatte bir değişim olmadığını öğretmemiz lazım. Bunun da yolu Efendimiz’den geçer.
-Bu değişimi tetikleyenler, etki edenler biz Müslümanlardan daha mı cesur?
Hayır, daha namussuz. Her şeyden önce, elde ettikleri mali gücün kaynağı hırsızlık. Afrika ve Güney Amerika başta olmak üzere oradan sömürdükleri. Sanayi devrimi diye bize kazıkladıkları ileriliğin kaynağı ne? Özellikle Amerika’dan çaldıkları altında, Afrika’dan çaldıkları insan emeği. Kaynağı bozuk oldu mu sonu da bozuktur. Bunun cesaretle alakası yok. Bu kendilerini üstün görmek, avuç içi kadar Hollanda’nın Endonezya’da ne işi var? Bir adanın dörtte biri kadar olan İngiltere’nin İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ile birleşip, Birleşik Krallık adı altında koca Hindistan kıtasında ne işi var? Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl diyor bizim yerli cahiller. İngiltere’de ip yapılmaz ki. İngiliz kumaşı, İngiltere’de kumaş yapılmaz ki. Osmanlı dönemi dahil dünya piyasasında Hint kumaşı daima en üstündür ve senin İngiliz kumaşı dediklerin bildiğin Hint kumaşıdır. Daha ilerisini söyleyeyim İngiltere tacının başındaki dünyanın en büyük elması Kuh-i nur, Hindistan’da Babüroğlu Hümayun Şah’ın mezarından çalınmıştır. Çalmadır. Şah Cihan’ın ve Mümtaz Mahal’ın mermer sandukasında oyuklar göreceksiniz. O oyuklardaki pırlanta, zümrüt, yakut İngiliz süngüleriyle çıkartılarak alınmıştır. Bir bizim Topkapı’dan bir şey çalamadılar. Amerikalılar Bağdat’a girdiklerinde ilk yaptıkları şey neydi? Hatırlayın, müzeyi soydular. Bağdat Müzesi’ni soydular evvela. İşte bu.
"EN BÜYÜK MATERYALİST ŞEYTANDIR"
-Kanayan yaramız gençlik. Günümüz gençlerinin öz değerlerinden uzaklaştığını, hatta gelenekleri hor gördüklerini biliyoruz. Yoğun bir sevgisizlik, materyalist bir yaklaşım var. Bu tablo neyin sonucunda ortaya çıktı?
Efendimiz’den uzaklaşmanın sonucunda ortaya çıktı. Adem (as)’e secdeyle emir olunan meleklerden iblis itiraz etti. İtiraz gerekçesi olarak da “Adem’i topraktan yarattın, beni ateşten yarattın. Ateş topraktan üstündür, dolayısıyla ben ondan üstünüm. Sana secde ederim, ona etmem” dedi. Yani, Adem (as)’e secde etme emrini bir kenara bıraktı materyalist düşündü. Onun materyali toprak, benim ateş. Yani, dünyanın kainatın en kıdemli materyalisti şeytandır. Efendimiz’i tanısa şeytana uymaz, materyal ile işi kalmaz. Adem’deki nur-u Muhammedi’yi, esma-i ilahiyi ve nef’a-i ilahiyi görseydi materyaline bakmayıp secde ederdi. Materyale bakanlar manayı görmezler.
Gelecek nesilleri yetiştiren aileler için bu konuda neler söylemek istersiniz?
Aileler peygamberlerini öğrenirlerse ve çocuklarına da öğretirlerse, ama “yalan söyleme evladım çok kötü bir şeydir” dedikten sonra telefon çalınca “hanım ben evde yokum” diyorlarsa olmaz.
"ZAHİR DEĞİŞİYOR HAKİKAT DEĞİŞMİYOR"
Bu durumun sebebi değişen dünya gerçekleri mi yoksa bu gençlerin yetiştirme tarzlarının bir sonucu mu?
Siz dünyanın değişikliğine neden bu kadar ehemmiyet veriyorsunuz? Zahir değişiyor hakikat değişmiyor. Görüntü, zuhura geliş, ortaya çıkış değişiyor, hakikat değişmiyor. Mescid-i Nebi’den örnek vereceğim. İlk yapıldığında hurma kütüğü yakılarak aydınlatılıyordu. Sonra Yemen’den bir zat geldi yağ kandili öğretti. Asırlarca yağ kandili yandı. Sonra petrol lambası icat olundu, sonra hava gazı, sonra elektrik icat olundu. Biz meşaleyi, kandili, petrol lambasını, elektrik ampulünü konuşuyoruz. Aydınlanmayı niye konuşmuyoruz? Onun için dünyanın değiştiği yok. Ampul yerine meşale yakmak veya kandil yerine gaz lambası yakmak değişim değildir. Aydınlanmak esastır, o değişmiyor. Alet değişiyor. Bugün İbn-i Sina’nın tıbbından daha ileri bir tıp yok. Aletler değişiyor. Yani, yaşlılık hastalığı prostat. Kesilerek yapılan prostat ameliyatı, şimdi saç teli kadar ince bir delikten girilerek yapılıyor. Ama prostat ameliyatı yapılıyor. Fark etmiyor.
"PEYGAMBER ZEVCESİ ÇALIŞIYORSA HER KADIN ÇALIŞIR"
Efendimiz Hazretleri öyle bir hayat yaşamışlar ki her anında bizim bir derdimizi çözecek örnek var, esas şefaat odur. İyi tetkik etmeliyiz. Basit bir misal vereyim, hanımların çalışıp çalışmaması meselesi. Efendimiz’in zevcelerinden biri, annelerimizden biri çarşıdan deri aldırıyor. Kesiyor, biçiyor, dikiyor çocuk patiği, eldivene benzer tutamaç, çanta yapıyor. Pazara gönderip sattırıyor, gelen mangırı sadaka olarak dağıtıyor. Yani? Çalışıyor. Peygamber zevcesi bu. Peygamber zevcesi çalışıyorsa her kadın çalışır. Çalışmanın şeklini sonra münakaşa ederiz ama kadın çalışır, niye çalışmasın? Veya evinde çok ciddi bir şekilde tasarruf tedbirleri alarak çalışırız. Çünkü har vurup harman savurmak biraz da bedeni rahatlığın gereğidir. Bedenini biraz daha fazla çalıştırıp tasarruf sağlamak çalışmak değil midir? İşte biz Efendimiz’i o kadar tanımıyoruz ki...
Efendimiz’in en yakını, çocukluğundan itibaren yani Halime validemizin, süt annesinin yanından döndükten sonradan itibaren ahirete doğuncaya kadar en yakını Hz. Ebubekir. Bunda hiç şüphe yok. Çocuklukta daha, Hz. Ebubekir’in babası Abu Kuhafe hazretlerinin dükkanında beraber oynuyorlar, beraber yardım ediyorlar. Nasıl bir göstergedir ki Medine’de koyun koyuna yatıyorlar. Ama... Bu söylediğim kimsenin gücüne gitmesin. Efendimiz’in mahremi Ebubekir hazretleri değil, validelerimiz.
Şimdi soruyorum sevgili seyircilere, acaba Allah’ın bize Ashap suresindeki ayetle anne olarak tayin ettiği validelerimizin isimlerini sayabilecek kaç kişi var? Yani, biz anasının adını bilmeyen Müslümanlarız. Bizim biyolojik annemiz bizim irademizle anne değildir. Hiç kimse benim annem falanca olsun diyemez. Doğar, biyolojik annesi olur. Bir anımdan süt emdi, süt annesidir. Onu da kendisi seçmemiştir, annesi babası seçmiştir. Evlendi, kayınvalidesi akdi annesidir. Veya bir çocuklu bey veya hanımla evlendi o çocuk onun akdi yavrusudur. İyi de bunların hepsi hayattan geliyor. Peki Rasulullah Efendimiz’in zevceleri? Allah tayin etmiş, bunlar sizin anneleriniz diye. Biz o annelerimizin adını bile bilmiyoruz. Nerede kaldı ki hayatlarını inceleyip onlardan örnek almak.