Ömer Tuğrul İnançer: Selam vermeyi bile bilmezler
Hukukçu, Yazar ve tasavvuf musikisinin önde gelen ismi Ömer Tuğrul İnançer, haber7.com'a önemli açıklamalarda bulundu.
Türk Tasavvuf Musikisi'nin önemli isimlerinden biri olan Ömer Tuğrul İnançer, Haber7.com Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Editör Asya Karagül, ile Kurban Bayramı ve 'Tarihçi Yazar İlber Ortaylı'nın elini öpmesi' sonrası çıkan tartışmalar ile ilgili bir sohbet gerçekleştirdi.
İşte Ömer Tuğrul İnançer'in açıklamalarından satırbaşları:
Önümüz Kurban bayramı… Bayramlar hoşgörü ve merhamet ikliminin yoğun yaşandığı çok özel zaman dilimleri… Müslümanlar bayramlarını nasıl geçirmeli?
Tatil yaparak geçiriyoruz ya işte. Tatili 9 güne uzatmakla meşgulüz. Yanlış telakkilere resmi makamların ciddi cevaplar vermesi lazım. Et festivali olarak görenlerin bu yanlışlarının düzeltilmesi lazım. Yanlışları düzenlemeden maada bunu yayıyorlar. Ben Kuran-ı Kerim’de fakire kurban dağıtın diyen bir emir görmedim. Peygamber Efendimizde de görmedim. Kurbanı üçe bölün 1/3’ini kendinize ve ailenize alın, 1/3’ini dostunuza, komşunuza, 1/3’ini ise fakire dağıtın buyuruluyor. Fukaraya verin demiyor, kendin de yiyeceksin. Ben zaten her gün et yiyorum diyen zihniyet var.
"SAKIP AĞA'NIN KESTİĞİ KURBANI VEHBİ BEY YİYECEK"
Bir arkadaşımız yeni bir eve taşındı geçen sene, Kurban Bayramı'nda et götürdük. “Bizim ihtiyacımız yok” diye çevirdi. İkramı reddeden bir kaba saba toplum olduk. Ben seneler önce bir TV kanalında o zaman rahmetli Sakıp Ağa da sağ idi, Vehbi Bey de. Bu iki zat birbirini tanıyor, hiçbirinin kurban etine ihtiyacı yok. Sakıp Ağa, ‘bismillahi Allah u ekber’ dedi ya da vekili dedirtti. Vehbi Bey’de aynı şekilde. Onun besmelesi başka onun besmelesi başka. Onun besmelesiyle olan etten Sakıp Ağa yiyecek. Sakıp Ağa’nın besmelesi ile olan etten Vehbi Bey yiyecek. Bunu anlamıyorlar. Evvela Kurban Bayramı’nın kurbiyet olduğunu, kurban ve feda kelimesinin birbirine pek bağdaşmadığını. Ama ben Rabbim'e kurbiyet için canımı feda ederim, bu başka laf. “Rabbime kurban olurum” O kadar kolay değil kurban olmak. Yani, yakın olmak. O kadar kolay değil. Bu yakınlığı temin etmek için gerekirse en kıymetlim olan canımı veririm, buna eyvallah. Ama kurban olurum? Neye kurban oluyorsun? O kadar kolay mı yakın olmak.
"HELAL KESİM DİYE BİR ŞEY YOK, KESİMSE HELALDİR"
Bir de bu kesim ile ilgili olarak bir helal kesim lafı gidiyor. Efendim besmelesiz kesiyor, ne olmuş kesiyorsa? Ben lisedeyken İstanbul’un nüfusu 1 milyondu. 6-7 Eylül hadiseleri öncesinde herhalde 5 bin civarında Yahudi aile vardı. Bunların içinde ayakkabı tamircisi, oluk tamircisi de vardı piyasada zengin olan da. Bunlar et yiyordu. Ama Yahudinin et yemesi için haham yetkisinde bir adamın kesmesi lazım. Belli bir ruhbaniyete sahip olacak. Ne yazık ki akılları fikirleri başka yerde olduğu için hayvanın üreme organına yakın diye butlarını yemezler, kollarını yerler. Sakatat da yemezler.
Şimdi Haliç Kongre Merkezi olan eski İstanbul Mezbahası’nda Yahudilerin ayrı yeri vardı. Koşer oraya gelir keserdi. Sakatat ile butlar terazi ile tartılıp Müslüman kasaplara satılırdı. Ben bunu gözümle gördüm. Binanın yan tarafı da küçükbaş borsası idi. Yahudi kesti dikkat edin. Ama bu Sultan Mahmud zamanında da böyle, IV. Murad zamanında da II. Bayezid zamanına kadar böyle. Peki Yahudi’nin kestiğini yiyorum, diğerini neden yemeyeyim? Efendim kesmiyorlar kurşun sıkıyorlar, bayıltıyorlar o zaman mundar.
Bir Müslüman konuşurken besmele çekmeden kesti, o kasaplık et yenilir mi yenilmez mi? Yenilir. Kurbanda besmeleyi unuttu, o et kasaplık olur kurbanlık olmaz. Sahibi o gün cebinde kurban alacak kadar parası varsa gidecek alacak ve besmele ile kesecek.
Bu incelikler bile bilinmiyor. Bu helal kesim lakırdısını bence birtakım tüccarlar çıkardı. Sade benim dükkanımdan al, helal kesim diye. Eğer kesimse helaldir. Bunun yanı sıra, bir Budist tapınağa bir karanfil götürdü onu koklayamazsın, haramdır. Bir portakal götürdü, yiyemezsin haramdır. Neden? Puta verildiği için.
Bunu bilmiyor, helal kestin haram kestin. Kesimse helaldir. Ama Avrupa’da da hayvanların kesildiğini biliyorum. Sallandırıyorlar, bıçak kesiyor. Yere yatırmıyor da öyle kesiyor. Tavuklar kesiliyor. Çırpınmasın diye elektrik şoku veriliyor. Bazen elektrik şokunda ölenler oluyormuş. Onu ayıklıyorsa dikkat ediyordur, ayıklamıyorsa bilerek yapılmadığı için çok da önemli değildir.
"YAŞAMA DİNİ OLAN İSLAM'I TAPINMA DİNİ YAPTIK"
Bu kadar basite indirgemenin, bu kadar basitleştirmenin, bu kadar maddileştirmenin alemi ne? Kurbandaki esas gayeyi unutmuşuz et bayramı haline getirmişiz. Birtakım ritüelleri yerine getirmekle vazifemizi yapmış addediyoruz. Bir yaşama dini, tarzı olan Müslümanlığı ibadet ritüellerini yerine getirme yani tapınma dini haline indirgedik. Müslümanlık tapınma dini değildir. Hayatın içinde tapınma zaten vardır ama hayatını Allah’lı yaşamak, Peygamberli yaşamak Müslümanlıktır. Bayram da böyle.
‘Ah nerede eski bayramlar!’ Bana göre nerede eski bayramlar değil. Ben eskiden dedesinden harçlık alan bir çocuk olarak mutlu bir bayram geçiriyordum. Şimdi torunlarına harçlık veren bir dede olarak yine mutlu bir bayram geçiriyorum. Ne fark var arada? Bu eskiye özlem... Eski her şey iyi olsaydı bu kadar kaybımız olmazdı. Eski olan her şey iyi değildir. Biraz da eskileri hep bizim gibi ihtiyarlar söylüyor, gençlik günlerini özlüyorlar galiba. Halbuki her yaşın ayrı güzelliği vardır, Allah sağlık versin yeter ki. Eskiye özlem yerine önüne bakmak, eskiden ibret almak topluma ve ferde çok daha faydalıdır.
Sizin unutamadığınız bir bayram var mı?
Kurbanlar içerisinde Hac’da olduğum bayramlar tabi farklı. Bunların içinde herkesin kendine göre zevki var. Ben Arafat manzarasına ve Arafat’tan dönenleri seyrederken çok duygulanırım. Ramazan’da teravihte salat-ı vitr’de son tekbirden sonra ses kesilir bir sessiz ses olur, ona çok değişik hissederim. Bir de Mevlevi semasında son selamda ses biter bir ney bir tanbur ile sadece ayak gıcırtısı duyulur. Onu severim. Bunlar benim için keyifli.
"SADECE İLBER HOCA BENİM ELİMİ ÖPMEDİ BENDE ONUN ELİNİ ÖPTÜM"
-İlber Ortaylı ile karşılaşmanız ülke gündeminde oldukça konuşuldu. İlber Bey size karşı yaklaşımını bir ‘zerafet ve gelenek’ olarak nitelendirdi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Biz onunla epey zaman evvel Bursa'daki kitap fuarında karşılaşmıştık. Nedense bu sosyal medya denilen alet hep dedikodu mevzusu olarak çalışıyor halbuki hayırlı olarak da çalışabilir. Bilgilerin paylaşılması olabilir. O mecralarda ben rastlıyorum güzel bir laf altında Hz. Mevlana. Ben aşağı yukarı 40 seneden fazladır Hz. Mevlana ve Mesnevi ile ilgili okuyorum. Dolayısıyla öyle bir sözünü duymadım. Benim veya sizin "Hz. Mevlana'nın hangi kitabında bu yazıyor?" diye sorma imkanımız yok. Onun için eskiden ağzı olan konuşuyor denilirdi şimdi de sosyal medyası olan yazıyor. Neresi doğru neresi yanlış bilinmiyor.
O geçen gün bile değildi, geçen yaz mıydı neydi? Bursa'daki kitap fuarında. Biz İlber Bey Topkapı Sarayı başkanı iken bende Kültür Bakanlığı’ndayken aynı bakanlığın memurları olarak tanışıyoruz, bir iş müşterekliğimiz var. Ayrıca müşterek ahbaplarımız var beraber seyahatlere gittik. Ayrıca el öpmek meselesi... Bilmiyorlar. El öpmek yok. Ona görmek denir. Onun teknik tabiri görüşmektir.
"ÇOCUK DA OLSA ADEMOĞLUDUR: HZ. İNSAN"
İlber hocanın fakire ayağa kalkması meselesi... Görüşmek için ayağa kalkacak. O gelseydi ben ayağa kalkacaktım. Biz birbirimizin elini öptük. O benim elimi öpmedi ki. Bende onun elini öptüm. Buna görüşmek denir. Bu Medine’de ensarın, şimdi de evlad-ı rasulün adetidir. Tasavvuf hayatında da bütün tasavvuf muhtesipleri yapar ama Mevleviler mutlaka yapar. Bu karşılıklı çocuk, büyük, erkek, kadın önemli değil- saygıdır. Çocuk da olsa ademoğludur. Hz. İnsan. Çünkü çocuğa “bunun yaşı küçük benden daha az günah işlemiştir” diye bakacaksın. Yaşlıya “bunun yaşı çok benden daha fazla ibadet etmiştir” diye bakacaksın. Her iki halde de eli öpülesi insandır. Reverans ve eli dudağa değdirmeden yaklaştırmak el öpmek olarak sayılıyor.
EBU CEHİL'İN OĞLU, EFENDİMİZE KUMANDANLIK YAPIYORDU
Bakanlıkta görevliyken bir Mevlevi ayini için İspanya’ya gittik. Kraliçe Sofia haber gönderdi, kendisi ayini izlemeye gelmişti. Kulise geleceğim diye haber gönderdi, nezakettir bu. Gelince bende reverans yaptım. Sonra vay efendim başımdaki sikke ile Müslümanları İspanya’dan kovan kraliçenin önünde eğilmişim. Olmuş 500 sene. Kastilya kraliçesi pasaklı Elizabeth’in işlediği günahın Sofia ile ne alakası var. Ebu Cehil’in oğlu İkrime (r.a.) Efendimize kumandanlık yapıyordu. Babasının günahından ona ne? Ayrıca Allah-u zülcelal Kitab-ı Kerimi’nde buyuruyor ki, “Size düşmanlık yapmış olmak için gelmeyen bir gayrimüslime ikram etmeniz Allah’ın hoşuna gider.” Bu mealde ayet var. O Kraliçe bize tebrike geliyor, düşmanlığa değil. Orada ne ikram edebiliriz? Meyve yok, çay yok. Saygı gösterdik. Anlamıyor. Rasulullah Efendimiz hazretleri Mescid-i Nebi’de oturmaktayken dediler ki “Filanca kabile geldi.” Efendimiz gelsinler dedi, putperest adamlar. Adamlar gelirken kıyam etti. “Bir temsil yetkisi olan bir topluluğu temsil eden kişiye tanzim göstermek lazım” buyurdular. Ben orada sünnet-i seniyyeyi işledim. Kraliçe bir toplumu temsil etmiyor mu? Ayrıca putperest değil, kitabi. Biliyorsunuz putperest ile kitabı kavga etse bizim gönülden kitabiyi tutmamız lazım. Bilmiyorlar.
İlber hocanın gösterdiği nezaketi, ayrıca orada konuştuk, kendisi kitap imzaladı. O kitap zaten bende var yok önemli değil ki o da bir ikram.Bunun konuşulacak münakaşa edilecek ne hali var? Münakaşa ve kavgasını yapanlar terbiye fukarası. Öte yandan bu hale özenenler de olmuş.
İlber hocaya yüklenenler de oldu...
Tabi. Neden? Onlar terbiyesizler. Selam vermeyi bile bilmezler. Çünkü selam vermek ve selamı yaymak sünnet-i seniyyedir. O kadar uzaklar ki selam bile vermezler. “Enchante”yi, “Bonjour”u bilirler. O da eğer bir menfaat varsa. Gönül almak için değil menfaat temin etmek için der.