Dursun Gürlek: Büyükleri unutarak küçük adam olduk
Tarihçi-Yazar Dursun Gürlek, medeniyetimizden kopuş sürecini değerlendirdi ve bu hastalığın şifası için reçete niteliğinde tavsiyelerde bulundu. "Büyükleri unutarak küçük adam olduk" diyen Gürlek, düşünürlerimiz ve aydınlarımızın takip edilmesi ve anlaşılması gerektiğini söyledi.
Tarihçi-Yazar Dursun Gürlek, Haber7 Yayın Koordinatörü Tarık Dağlı ve Haber7 Editörü İbrahim Can'a konuştu. Güncel konuların da geçtiği sohbette, Dürlek gençlere altın değerinde tavsiyelerde bulundu. Kültür ve medeniyetimiz için büyük adamların önemine dikkati çeken Dursun Gürlek, "Büyük adamları unutarak küçük adamlar haline geldik. Yahut da küçükleri büyüttük" dedi. Dursun Gürlek mülakatımızın ikinci kısmı:
Sizin gibi değerli büyüklerimize ilgi duyan bir kitle var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yeterli mi?
Benim kanaatim şu: Gençler işlenmeye hazır bir ham maddedir. Ben gençliğimden biliyorum. Aslında ben de gencim. Gençlik biraz izafidir. Adamına göre değişir. Mesela Mimar Sinan Selimiye Camii’ni yaparken 80 yaşını geçmişti. O bir gençti. O ayrı. Fakat bildiğimiz manada gençlerin, ilerideki yıllarda da gençliklerle muhafaza edebilmeleri için gençlik yaşlarında kendilerini iyi yetiştirmeleri lazım. Çünkü vücut sağlam, anlama kabiliyeti fazla, heyecan var. Bütün bu özellik ve güzellikleri iyi yönlendirmek gerekiyor. Kim yapacak bunu? Anne, baba, arkadaş çevresi, okullarda öğretmenler. Üzülerek ifade edelim ki bu saydığım maddelerin hepsi yetersiz. Hele hele günümüzde. Şimdi gerçekleri niye söylemeyelim? Bizim öğrencilik yıllarında kaliteli hocalarımız vardı. Az önce de ifade ettiğim gibi beni edebiyata yönlendiren hocamdır. Şimdi tabii ki öğretmenlerimizin rencide edecek bir söz ağzımdan çıkmayacaktır ama gerçeği de söylemekten hiç çekinmem.
Öğretmenlerimiz, imamlarımız hatta vaizlerimiz istisnalar müstesna kendilerini yenilemiyorlar. Sen filan okulu bitirdin, diploma aldın. Diploma almak, bilgin oldun, alim oldun, kaliteli bir meslek sahibi olduğun anlamına gelmiyor. O sana bir anahtardır. Asıl tahsil üniversiteyi bitirdikten sonra başlıyor. Çünkü hadis var. Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.
Dolayısıyla gençlerin mayasını iyi yoğurmak için annelere, babalara, öğretmenlere, arkadaş çevresine büyük iş düşüyor. Genç çabuk etkilenir. Ve kişi sevdiğiyle beraberdir. Benim çok iyi arkadaşlarım oldu gençliğimde, onların etkisinde kaldım. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim sözü boş değil. Gençlerle ilgilenmemiz gerekiyor. Evet, bugün maalesef gençliğimiz tekniğin, bilgisayarın ve benzeri medyanın çok fazla etkisi altında kalıyor. Elbette kullanacaksın. Tekniğe, bilgisayara, medyaya alakasız kalamazsın. Ama onun da esiri olmayacaksın.
Gençler bizden farklı yetişiyor ama bu onların da ciddi manada bir eksiği de olmayabilir. Zira zaman değişiyor.
İyi yönlendirmek lazım. İnsanın duygularında bile öyledir. Mesela insanda inat duygusu vardır. Kaldıramazsın. Mecrasını değiştireceksin. Sabah namazına kalkma konusunda inat ediyorum. Her gün 50 sayfa konusunda inatlıyım. Bak şimdi inat da güzelleşti. Kelimelerin yönlerini değiştirmek lazım. Mesela alçak kelimesi olumsuz değil mi? Ama onun yanı başına gönül kelimesini getir. Ne oluyor, alçak kelimesi güzelleşiyor. Kelimeler çok önemli. Hangi kelimeyi nerede ne zaman kullanacağını bilen alimdir. Ve medeniyetimiz kelime medeniyetidir. Kelamullah diyoruz değil mi? Allah’ın kelamı. Musa kerimullah diyoruz. Kelam diyoruz. Mükaleme diyoruz. Karşılıklı konuşma. Osmanlıca o kadar zengin ki…
Gençlere bunu sevdirmek lazım. Yani ben Ali Fuat Başgil’in Gençlerle Baş Başa eserini ilkokulda okuyunca bu işe oradan başladım. Belki inanmayacaksınız ama Gençlerle Baş Başa neredeyse ezberimdedir. Bu arada tabii Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Gençlik Rehberi’ni de çok okudum. Hatta Eşref Edip Bey’le tanışmamız esnasında Eşref Edip’in Üstat’la ilgili bir yazısında neredeyse tamamını ezberden kendisine okumuştum.
Bizim kültürümüzde yüz yüze gelmek de önemlidir. Osmanlı zamanında mesela hangi mektebi bitirdiği pek sorulmaz. Hangi hocadan ders aldın diye sorulurmuş. Çünkü karşı karşıya gelmek önemlidir. Hatta eskiden bazı tarikat şeyhleri varmış. Müritleriyle hiç konuşmaz, nazar ederlermiş. O bakımdan Cemil Meriç’ten feyz aldık. O dönemin büyüklerinin hepsini sevdik. Cemil Meriç, Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Osman Turan, Ahmet Kabaklı Hoca, Ekrem Hakkı Ayverdi, Samiha Ayverdi, Münevver Ayaşlı… Bunların hemen hemen hepsiyle hemhal olduk.
Bizim medeniyetimiz kitap medeniyetidir, sohbet medeniyetidir, cami medeniyetidir, çeşme medeniyetidir.
Medeniyetimizden koptuk. Bu hastalığın şifası nedir?
Hastalığın şifası belli. Önce teşhis etmesi lazım. Hastalığımız cehalet. En büyük düşmanımız. Gençleri nasıl eğiteceğiz? Bütün mesele bu. Batılıların otokritik dediği, bizim nefis muhasebesi dediğimiz, şimdi özeleştiri diyorlar ama ben onu pek sevmiyorum; üvey eleştiri var mı? Nefis muhasebesi dediğimiz cümle çok önemli. Her zaman kendimizi nefis muhasebesine tabi tutmalıyız. Yanlışlarımız, eksiklerimiz var. Bugün maalesef insanlar eksiklerini kabul etmekte zorlanıyorlar. Nefislerine ağır geliyor. Bu çok önemli.
Bu cümleyi mukaddime yaparak şöyle söyleyebilirim: Kültürle, sanatla, ilimle, irfanla ilgilenmesi gereken kurumlar, müesseseler, belediyelerden tut bakanlığa kadar, yeteri kadar ilgilenmiyorlar, ilgilenir gibi yapıyorlar.
Türkiye’nin en önemli meselesidir kültür. Ekonomi de siyaset de önemlidir ama bunların çoğu gelip geçici. Kültür kalıcıdır. Türkiye’nin şu an kalıcı bir kültür politikası yok. Dünyanın kültür bakımından en zengin milletiyiz. Fakat o hazineler yerin altında. Bugün onlar yerin altında. Şöhretleri biliyor. Ekranlarda arzı endam eden kof şöhretleri, kültür adına yanlış imaj veren kimseleri tanıyor gençler. 10 yıl öncesine kadar en büyük kütüphanecimiz Ali Emiri Efendi’yi kimse tanımıyordu. Hamdolsun çorbada tuzum var. İbnü Emin Mahmut Kemal Bey’i kimse tanımıyordu. Bu zata Demokrat Parti döneminde Cumhurbaşkanı, Başbakan bizzat gidiyordu.
Alime, sanatkara, kültür adamına gösterilmesi gereken saygı göstermiyor. Bu da ahir zaman alameti. Bütün işimizi gücümüzü bırakıp ilim, irfan, sanat konusuna sil baştan eğilmemiz gerekiyor. Bunlar da sabır ister. Çalışma ister. Süreklilik ister. Bir anda yok. Hamdım, piştim, yandım diyor değil mi Hazreti Mevlana. Gençleri sevmek, onları yönlendirmek çok önemli.
Peki Dursun Gürlek şu yılda 18 yaşında üniversite talebesi bir genç olarak İstanbul’a gelse, ne yapardı?
Yine Cemil Meriç’i ziyarete giderdim. Gideceğim yerler bellidir. Kütüphane, Sahaflar Çarşısı ve sohbet meclisleri. Kütüphane dışındakiler dağıldı ama yine de var. Kitapçılar, kütüphaneler, evlerde yapılan sohbetler, Kubbealtı’nda yapılan sohbetler, Edebiyat Vakfı’nda yapılan sohbetler, Küllük kahvesine bile yetiştim ben. Oralardan feyzimizi aldık. O çeşmelerden su içtik. Bugün dünyaya gelsem, yine oraya giderdim.
Küllük kahvesini anlatsanız biraz da…
Küllük ikidir İstanbul’da. Birinciye biz de yetişemedik. Asıl Küllük Beyazıt Camii’nin yanındakidir. İkincisi ise diğer adıyla Marmara Kıraathanesi’dir. Ben son dönemine yetiştim. Rahmetli Profesör Erol Güngör’ün, rahmetli tarihçimiz Ziya Nur Aksu’nun, rahmetli ayaklı kütüphanemiz Ali İhsan Yurt Hoca’nın, sahaflar şeyhi Muzaffer Ozak’ın gelip sohbet ettiği Marmara Kıraathanesi’nin son dönemine yetiştim. Rahmetli Mehmet Şevket Eygi’nin, Sezai Karakoç Bey’in… Bunlar zaten hepsi ayaklı kütüphaneydi. Tadına doyulmaz sohbetler yaparlardı. Saatlerce biz onları zevkle dinlerdik. İnşallah onun da kitabını yazarız. Kıraathane. Okuma odası.
Millet Kıraathanelerini gördünüz mü?
Gördüm. Hatta bazılarına davet edildim. Çok güzel. İşte bu millet kıraathanelerini çok güzel canlandırmamız lazım. Sayıları da çoğalıyor. Ama içini doldurmak lazım. İçini doldurmak da bizim gibi yaşı ilerlemiş gençlerle, sizin gibi yaşı ilerlememiş gençler arasında bir ortak çalışma şeklinde olur. Kaynaşmak. İslam birlik dinidir. Seveceğiz birbirimizi. Maalesef bugün Müslümanlar arasında nefret, kıskançlık hakim. Bunların hepsi kötü. İyi olan birlik, beraberlik, sevgi, şefkat.
Kaybettiğimiz değerler de var… Müslümanlık vasıflarından uzaklaştık.
Müslümanlığın en çok önem verdiği mevzulardan biri edeptir. İlimden de önce gelir hatta. Bugün edebimizi yitirdik. Bakın nasıl konuşuyoruz? İnsanlar dışarıda bağıra bağıra konuşuyor. Cep telefonuyla yarım saat konuşuyor. Ve biz onları dinlemek zorunda kalıyoruz. Canımız sıkılıyor. Böyle bir sürü olumsuz misal. Önce edep, sonra ilim. Eskiden birçok Müslümanın evinde “Edep ya hu” levhası asılıydı. Ben hanım yazarların içinde iki hanım yazarımızdan etkilenmişimdir. Biri Samiha Ayverdi, diğeri Münevver Ayaşlı.
Münevver Hanım edebi çok güzel tarif eder: Edepli olmak, edep ya hu dedirtmemektir.
Zaten böyle bir insanla karşılaşınca konuşma ihtiyacı duyuyorsunuz. Hep konuşsun istiyorsunuz.
Değişmenin önüne geçemezsiniz. Tanpınar’ın dediği gibi, devam ederek değişmek, değişerek devam etmek esastır. Ama bunun zamanı, mekanı, ölçüsü, kuralı, cinsi, miktarı… Her şeyi var. Onlara dikkat etmek lazım.
Bu değişimin temelinde ne var?
Dil faktörü var, diğer sosyolojik faktörler var. İstediğin kadar sıralayabilirsin ama dil başta geliyor. Konuşamıyoruz ve anlaşamıyoruz. Çünkü 300 kelimelik bir dil yetmiyor. Sizinle burada 5-6 saat konuşmak için 10 bin kelimeyle konuşmamız lazım. Ben size biyografiler anlatsam. Biyografi çok önemli.
Büyük adamların hal tercümesi. Büyük adam olmak için büyük adamları iyi tanımak lazım. Büyük adamların anıldığı meclislere nur yağar diyor Efendimiz. Biz büyük adamlarımızı unutarak küçük adamlar haline geldik. Yahut da küçükleri büyüttük.
En büyüğümüz kim? Peygamberimiz. Onu sevenler sırasıyla büyük.
Geçmişimizle bağımız koptu. Artık gençler dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamıyor…
Maalesef bu hale geldik ama doğudan ışık geliyor. Son zamanlarda Osmanlı kültürüne merak arttı. Kendi derslerimden biliyorum. Çok talebe var. Bu bir ümit ışığıdır. Fakat yeterli değil. Demin ismini saydığımız meselelerin Osmanlı Türkçesine daha fazla önem vermesi gerekiyor. Birisi, Osmanlı Türkçesi bilmiyorsa okumayı bilmiyor diyordu Cemil Meriç. Atilla İlhan bile Osmanlı Türkçesi öğrensin keratalar diyordu. Yıllar önce Peyami Safa, Mehmet Kaplan bunun önemini vurguluyorlardı. Bakın bu kadar zaman geçti. Bu meseleyi yeteri kadar anlayamadık. Bir zamanlar Osmanlı Türkçesinin zorunlu hale gelmesi gündemdeydi. Ben korktum. Çünkü bu dersi hakkıyla anlatacak ve sevdirecek öğretmen sayısının az oluşundan dolayı.
Osmanlıcayı bazıları Fransızca, İngilizce gibi zannediyor. Bizim öz dilimiz. Dedelerimizin dili. Ne acı bir şey dedesinin dilini anlamayan torunlar.
Öğretmenlerimizin, imamlarımızın ve diğer meslek erbabının mutlaka öğrenmesi gerekiyor. Yoksa hata yapıyorlar konuşmalarında. Camimizin hazinesinde meftundur diyor. Hazine değil hazire. Meftun değil medfun. Ne büyük gaf. Bilmiyorsan kullanma bu kelimeleri. İnsanı güldürürsün kendine. Onun için gençlerimizin mutlaka Osmanlı Türkçesini en iyi bilmesi gerekiyor. En az bir Batı dili, bir Doğu dili bilmeleri icap ediyor. İyi Arapça ve iyi Fransızca ya da İngilizce. Hadis var. Düşmanınızdan emin olmak için onların dilini öğreniniz.
-
said 5 yıl önce Şikayet Etküçüklere konuşmayı öğrettik dinlemeyi öğretemedik, bunuda büyükler öğretti, çağ ilim çağı insanlar cahil çünkü .....Beğen
-
SOS 5 yıl önce Şikayet Etçok güzel günümüzün hatta geçmişimizin kaybolmaya yüz tutan miraslarını güzel özetlemş. hepimiz bu miraslara sahip çıkmalıyız.Beğen Toplam 2 beğeni
-
EL-AZİZ 5 yıl önce Şikayet EtAğzınıza sağlık hocam.Rabbim istifade edenlerden eylesin...Beğen Toplam 3 beğeni
-
Hikmet 5 yıl önce Şikayet EtDilinize sağlık efendim. Allah ömrünüzü bereketli kılsın inşallah. Haber7.com sitesine ve bu röportajı gerçekleştiren kişiye de teşekkür ederiz (Millet adına). Diğer münevverlerle de devam etmesi dileği ile...Beğen Toplam 2 beğeni
-
yılmaz bay 5 yıl önce Şikayet Etçok güzel ilim ilim ilim okumak okumak selamBeğen