Yavuz Bülent Bakiler: Aydınımız kendi soyundan kopmuş
Yazar, şair ve fikir adamı Yavuz Bülent Bakiler, Haber7 Gündem Masası’nın konuğu oldu. Türkiye’de Atatürk’ü bilmek ve onu olduğu yere koymanın birtakım çevreler tarafından Atatürk düşmanlığı olmakla suçlandığını anlatan Bakiler, Türk aydınlarına da önemli mesajlar verdi.
Yazar, şair ve fikir adamı Yavuz Bülent Bakiler, Haber7 Gündem Masası’nda Haber7 Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Yayın Koordinatörü Tarık Dağlı'nın sorularını cevapladı. Türkiye’de Atatürk’ü bilmek ve onu olduğu yere koymanın birtakım çevreler tarafından Atatürk düşmanlığı olmakla suçlandığını anlatan Bakiler, Türk aydınlarına da önemli mesajlar verdi.
NİHAL ATSIZ BENİ ATATÜRK KONUSUNDA UYARDI
“Atatürk yobazları, din yobazlarından tehlikelidir” diye bir ifadeniz var. Son günlerde özellikle 10 Kasım sonrası, her 10 Kasım’da yaşadığımız olayların benzerlerinin cereyan ettiğini gördük. Geçtiğimiz günlerde Atatürk’e benzeyen birisinin sosyal medyada görüntüleri ciddi tartışıldı. Sonrasında çocukların Atatürk’e secde ettiğini gösteren görüntüler ortaya çıktı. Toplumdaki bazı kesimlerin Atatürk’e olan bu tarz yorumlamaları hakkında düşünceleriniz nedir?
Bu son derece önemli ve tehlikeli bir konu. Çünkü Türkiye’de Atatürk’ü bilmek ve onu olduğu yere koymak, birtakım çevreler tarafından Atatürk düşmanlığı olmakla suçlanıyor, katiyen abartmadan söylüyorum. Kesin… Ben fakültenin 1. sınıfında Gaziantepli bir arkadaşımla Kopuz diye bir dergi çıkarıyordum. Milliyetçi ve Türkçü bir dergiydi. O münasebetle bizim yazarlarımız arsında Nihal Atsız da vardı. Bir konu münasebetiyle ben Atsız’la görüşürken bana bir nasihatta bulundu. Dedi ki, “Yavuz Bülent, herhangi bir toplulukta birisi sana hitap ederek ‘Atatürk diyor ki 3 kere 5 75 eder’ derse, sakın itiraz etme. De ki, ‘Ben bugüne kadar 3 kere 5’in 15 ettiğini sanıyordum, ama mademki Atatürk 75 eder diyor, ben de bundan böyle 3 kere 5’in 75 ettiğini söylerim.’ Ve sonra konuyu kapat, yoksa bu adam seni Atatürk düşmanı diye şikâyet eder, anandan emdiğini burnundan getirirler.”
ALİ FUAT CEBESOY’UN KİTABINI HAZIRLATINCA KENAN EVREN BENİ GÖREVDEN ALDI
Ben Atsız’ın bu ikazını müsteşar yardımcısı olduğum yıla kadar dikkate aldım. Katiyen bu konuyla alakalı bir münakaşaya filan girmedim. Ama 1981 yılında Atatürk’ün doğumunun 100. yıl dönümünde Kültür Bakanlığında müsteşar yardımcısıydım ve Atatürk’ü anma faaliyetleri bana verilmişti. Dün olduğu gibi bugün de milyonların karşısında açık açık söylüyorum: O münasebette en güzel, en doğru faaliyeti ben yaptım. 100. yılda 100 kitap çıkarmayı planladım. Türkiye çapında bir ağaçlandırma faaliyeti başladım. 9 dalda yarışma açtım. Bu yarışmalar neticelendi. Aşağı yukarı 5 milyona yakın ağaç dikildi. Bir de milli mücadele kahramanlarımızdan Ali Fuat Cebesoy Paşa’nın -ki daha sonra TBMM Başkanlığını da yapan 1. Ordumuzun komutanıdır, Atatürk’ün çocukluk, gençlik arkadaşıdır- onun bir kitabını bastırdım. “Vay sen misin Atatürk’ün doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Büyük Nutuk’tan başka, bir milli mücadele kahramanının kitabını bastıran” deyu, beni Kenan Evren Paşa bakanlık müsteşarlık yardımcılığından bakanlık müşavirliğine aldı. Sonra ben 1. dereceden maaş alıyordum, beni 5. dereceye indirdiler. Suçum bir milli mücadele kahramanımızın eserini bastırmak. Ben toplantılarda çok açık ve kesin cümlelerle konuştum.
Dedim ki, “Atatürk bizim milli mücadelemizin kayıtsız şartsız lideridir. Bana bir milyon defa sorsalar, milli mücadelemizin lideri kimdir deseler, ben bir milyon defa milli mücadelemizin lideri Atatürk’tür” derim. Ama Atatürk’ün de birtakım yanlışları olduğunu söylerim. Bunu söylemek de benim en asli vazifelerimden bir tanesidir. Bu yüzden, milli mücadele kahramanlarımızı sadece Atatürk’ün etrafında toplanan kimseler olarak görmemeliyiz. Bir çavuşumuzun, milli mücadele ile ilgili bir hatırası varsa devlet onu da bastırmalıdır ve devlet mutlaka bütün milli mücadele kahramanlarımızın kitaplarını kendi yayınları arasına almalıdır. Atatürk’ün Büyük Nutuk’unu bastırmayalım mı? Kaç defa, bir milyon defa. Ama Atatürk ile birlikte bu mücadeleye katılan kahramanlarımızın da eserlerini bastıralım” dedim. O münasebetle Ankara’dan kalktım İstanbul’a geldim. İstanbul’da Kazım Karabekir’in kızı Hayat Hanım ile Ali Fuat Cebesoy’un yeğeni Ayşe Hanım’la buluştum. Onlara durumu anlattım. Hayat Hanım ve Ayşe Hanım karşılıklı oturuyordu. Karabekir’in kızı kalktı, Ayşe Hanım’ın boynuna sarıldı, 2 kadın karşılıklı hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Kazım Karabekir’in kızı diyordu ki Ayşe Hanım’a, “Ayşe Hanımcığım, Allah bize bu günleri gösterecek miydi? Bak devlet benim babamın, senin amcanın kitabını bastırmak istiyor.”
Ben biraz gözü sulu bir adamım. Ben de kendimi tutamadım, çıktım dışarı ağladım. Ankara’ya döndüm, Ali Fuat Cebesoy’un kitabının 1. cildini bastırdım, 2. cildi matbaaya verdim, bitmesine çok az kalmıştı ki Kenan Evren ve arkadaşları 12 Eylül’de vatanı kurtardılar ve gelir gelmez beni müsteşar yardımcılığından müşavirliğe aldılar. “Sen nasıl Atatürk’ün kitabından başka bir kitap bastırırsın” deyu Atatürkçülük ruhuyla beni geri hizmete aldılar.
ATATÜRK YOBAZLIĞI DEVAM EDİYOR
Bu yobazlık hala devam ediyor. O bakımdan biz halkımıza, gençliğimize Atatürk’ü olduğu gibi katiyen anlatamıyoruz. Atatürk bir büyük kahramandır, Atatürk’ün büyük hizmetleri olmuştur, amenna, o hizmetlerin yanında Atatürk’ün yanlışları da oldu. Ben o yanlışları söylüyorum. Ben Atatürk’e saygılı bir adamım ama Atatürk kadar ve Atatürk’ten daha fazla milletimi seviyorum.
Milleti ayakta tutan kültür değerleri arasında dili biliyorum. Atatürk’ün 3 ayrı dil anlayışı var. Bunlardan 2’si ummanları dolduracak kadar yanlış. Yanlış! Yanlış yaptı Atatürk. Nitekim bizzat kendisi de itiraf ediyor: “Dili bir çıkmaza saplamışızdır” diyor Falih Rıfkı Atay’a. Dili bu çıkmazdan kurtarmak lazım, diyor. Atatürk bütün Arapça ve Farsça kelimelerin dilimizden atılmasını emir verdi. 2 yıl sonra kimse kimseyi anlayamaz hale geldi. Atatürk bu durumu gördü ve vazgeçti, vazgeçti, vazgeçti… Aradan 80 yıla yakın zaman geçti, üniversitelerde okuyan çocuklarımıza anlatamıyoruz ki Atatürk dilimize giren Arapça ve Farsça kelimelerin dilimizden atılmasından vazgeçmiştir, diyemiyoruz. Böyle bir durum karşı karşıya kaldığımız ve ben de doğruları ortaya koyduğum zaman birtakım sıkıntılar yaşıyorum. O bakımdan bazı kimselerin Atatürk’ün karşısında çocuklarımızı secdeye vardırmaları veya onu ilah gibi göstermeleri son derece yanlış bir harekettir, önce Atatürk’e saygısızlıktır, sonra milletimize saygısızlıktır. Herkes bu konuda üzerine düşeni yapmalı ve yanlış davranışlardan uzak kalmalı.
Edebiyat dünyasında ülkemize büyük hizmetleriniz var. Ordunun da güçlenmesi gerekiyor dediniz. Daha önceki röportajınızda asker olmak istediğinizi ama olamadığınızı ifade etmiştiniz. Doğru tercihi yaptığınızı düşünüyor musunuz? Bu konuyla alakalı aklınızda kalan hiçbir şey oldu mu?
Babam Sivas’ta bir daire amiriydi, nüfus müdürüydü. Ben liseyi bitirdikten sonra asker olmak, Kara Harp Okulu’na gitmek istedim. Anneme dedim ki, “Anne, ben Kara Harp Okulu’na gitmek ve subay olmak istiyorum.” Annem gidip babama söyledi bunu. Babam anneme, “Hayır olmaz” demiş. Annem bana, “Baban itiraz ediyor” dedi. Olmaz deyince ben ağlamaya başladım. Ağlayınca annem tekrar babama gitmiş. Demiş ki, “Bak çocuk ağlıyor, bırak gitsin.” Babam, benim karşıma geldi, “Oğlum, annene durumu söyledim. Bak ben bir daire amiriyim. Ama amirlerimin emri altındayım. Sen askere gittiğin taktirde senden 3-5 gün önce askere giden kimselerin emri altında olacaksın. Ben hiç kimsenin emri altında kalmanı istemiyorum. Düşüncelerini açık açık ortaya koymalısın. Eğer sen askere gittiğinde, askere senden 1 hafta, ay veya yıl önce askere gelen bir kimseyle karşı karşıya kalırsan onun söylediklerine uymak zorunda olursun. O bakımdan şahsiyetini kaybedersin. Ben istiyorum ki memuriyet hayatında kimsenin altında olmayasın. Asker olmayacaksın, memur olmayacaksın, sivil hayatta çalışacaksın. Eğer benim oğlum olmak istiyorsan böyle davranacaksın. Ben sana 2 metre uzunluğunda bir ip alırım, gider Sivas’ta Garipler Pazarı’nda orada hamallık yaparsın, devlet memurluğundan daha iyi. Ama ısrar edersen, benim evladım değilsin” dedi. Babam böyle söyleyince ben serbest meslek seçmek mecburiyetinde kaldım ve avukat oldum. Avukatlık birkaç yıl yaptım, oradan tekrar devlet memuriyetine döndüm, babam da artık itiraz etmedi, devlet memurluğu yaptım.
Memuriyet hayatınız kadar, siyasi girişimleriniz de ilginç anekdotlarla doldu. 4 defa seçime girmişsiniz ve hiçbirinde seçilememişsiniz. Biraz bundan bahsetmek ister misiniz?
Ben Ankara Radyosu’nda çalışıyordum. Sivas’taki siyasiler beni zorla Ankara’dan aldırdılar ve beni Sivas’a götürdüler. “Seni Belediye Başkanı yapmak istiyoruz” dediler. Sivas o zaman 100 bin nüfuslu bir şehirdi ve ben 30 yaşında gencecik bir adamdım. 100 bin nüfuslu bir şehirde belediye başkanı olmak gerçekten beni korkutuyordu ama aynı zamanda sevindiriyordu da. Gittim, orada ders gördüğüm lisede 1 yıl felsefe grubu derslerine girdim. Acaba, felsefe grubu derslerinden vakti zamanında istifa etmediğim için seçime girsem ve kazansam seçim iptal edilir mi diye bir endişe çıktı ortaya. Belediye Başkanlığı seçimine katılamadım.
Beni milletvekili seçimine soktular. Ön seçimden sonra, 1969 yılında 5. sıradaydım. İlk 4 kazandı, ben kaybettim. Ondan sonraki seçime girdim, Adalet Partisi İl Başkanı’ydım aynı zamanda, 5’ten 4’e çıktım. İlk 3 kazandı ben kaybettim. Yenilen doymazmış. Sonraki seçimde 3. sıradaydım, ilk 2 kazandı ben kaybettim. Sonraki seçime katıldım, 2. sıradaydım, 1 kazandı ben kaybettim. Sonra “Alın abdestinizi, verin pabucumu, ben gidiyorum” dedim ve ayrıldım.
TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ İLİMDE, TEKNİKTE ELEMAN YETİŞTİRMEMİZE BAĞLI
İlmiye sınıfından isimler yetişme sıkıntısı var zannedersem. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu çok dehşetli bir soru. Utanç verici bir soru tabii ki. Lisenin son sınıfındayken birtakım sanat dergilerinde yazmaya başladım. Üniversitede okuduğum yıllarda ve diploma aldıktan sonra da şiirlerim sanat ve edebiyat dergilerinde çıktı. O sanat ve edebiyat dergilerinde benden önce yazan kimselerle beraber oldum. Onlardan çok istifade ettim. Onlarla beraber olmanın sayılamayacak kadar büyük faydalarını gördüm. Fakat bugün öyle bir zenginlik içerisinde değiliz. Sanat ve edebiyat dünyasından uzak kaldık.
Ne yapalım Türkiye’nin durumu bu. İlmiye sınıfına mensup kişilerle görüşmelerimiz zayıfladı ve çocuklarımız okumaktan ve yazmaktan ziyade ellerindeki bilgisayarlarla, tabletlerle meşgul. Günlerce onlarla uğraşıyorlar. Sanat ve edebiyat dünyasından kimselerle görüşmek ve birtakım güzellikleri kapmak diye bir hassasiyetleri yok. Hep tabletlerle uğraşıyorlar. Onlara saatlerce bakıyorlar. Böyle bir kayıp içerisindeyiz. Bu kayıp aynı zamanda milletimiz açısından da çok büyük zararlar meydana getiriyor. Çünkü Türkiye’nin geleceği ilimde, sanatta, teknikte ciddi elemanlar yetiştirmemize bağlı. bu elemanları yetiştirmediğimiz müddetçe Türkiye’nin geleceğine emin nazarlarla bakamayız. Bu computerlar, bu el telefonları Allah göstermesin gelecekte bir facia ile karşı karşıya kaldığımız zaman bize bir fayda sağlamaz, sağlamayacaktır. Okumak, araştırmak, öğrenmek meselelerin meselesi, şahı olarak karşımıza çıkıyor. Benim zamanımda bu vardı. Ama şimdi bu güzelliklerden mahrum kaldık.
SOSYAL MEDYA TAKİP ETMİYORUM
Sosyal medya ile aranız nasıl? Takip ediyor musunuz?
Hayır. Televizyonlarda haber programlarını dinliyorum. Benim anlatılmaz ölçüler içerisinde çok kötü huylarım var. Mesela ben radyo ve TV programlarında Türkçemizin güzel konuşulmasını ve ortaya konmasını bir mizaca sahibim. TV ve radyolarda Türkçenin başını gözünü yara yara konuşan kimseleri dinlemeye tahammülüm yok benim. Derhal kapatıyorum.
Bu anlamda millet ve ülke olarak bir kayıp içerisinde olduğumuzu söyleyebilirim. Zaman zaman zevkle takip ettiğim ve incelediğim, baştan sona huşu içerisinde dinlediğim programlar da oluyor. Fakat bu programlar benim arzu ettiğim seviyede değil. Bu Türkiye’nin içerisinde bulunmuş olduğu durumdan kaynaklanıyor. Çünkü biz dünyada en az okuyan milletlerin başında geliyoruz. Sizin gibi ben de bu sıkıntıları derinden yaşayan bir kimseyim. Bunu birtakım başka bir kitapları okumakla gidermeye çalışıyorum.
İSTANBUL’DA YAŞAMAKTAN MEMNUN DEĞİLİM. KARIM İÇİN GELDİM
Sivaslısınız, Ankara’da uzun yıllar görev yaptınız ama İstanbul’da yaşamayı tercih ettiniz. Bunun özel bir sebebi var mı?
Eğer evliyseniz, bu sorunun cevabını çok iyi bilirsiniz. Biz evlendikten sonra hanımın memleketinden oluyoruz. Evet bu böyle. Çünkü İstanbul çok büyük bir şehir. Çok dağınık bir şehir. Ankara’da ben evden çıktığım zaman bir günde birkaç arkadaşıma uğramak imkânını bulabiliyordum. Fakat İstanbul’da bir gün evinizden çıktınız mı bir arkadaşınıza gittiniz mi ancak gece yarısı evinize dönüyorsunuz. Ben şimdi İstanbul’da bulunmaktan ve oturmaktan, bunu kimse duymasın söylemeyin, memnun değilim. Şikâyetçiyim hatta. Keşke Ankara’da kalsaydık, ama ne yapalım artık geldik İstanbullu olduk. Burada evimiz var, Büyükada’da dairemiz var. Göztepe’de dairemiz var. Benim artık yeniden Ankara’ya gitmem mümkün değil.
BİZİM AYDINIMIZ KENDİ SOYUNDAN KOPMUŞ
Turancılık hayalinizin bir gün gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz?
Turancılık Türk’ün uzak bir idealidir, gerçeklesin gerçekleşmesin ama Turan duygusu beni çok heyecanlandırıyor. Türkiye’nin kalkınması ve çağdaş medeniyet seviyesine yükselmesi kayıtsız şartsız Türk cumhuriyetleri ile sıkı münasebetler içerisinde olmasına bağlıdır. Neden biliyor musunuz? Dilimizin kaynağı orası. Biz oradan geldik. Dinimizin kaynağı orası. Edebiyatımızın kaynağı orası. Tarihimizin, gelenek ve göreneklerimizin kaynağı orası. Kardeşlerimiz o topraklarda yaşıyor. Dünyada hiçbir millet, bunu çok açık ve net söylüyorum, bizim aydınımız gibi kendi kökünden, soyundan ve sopundan kopmuş değildir. İki örnek vererek bu sohbete bağlamama müsaade ediniz.
Ben 1961’de yedek subaydım. O yıllarda ABD Başkanı Kennedy’nin bir açıklaması oldu. Dikkat edin, çok mühim. “Dünyanın neresinde bir ABD vatandaşı yaşıyorsa bilinmelidir ki o ABD vatandaşına yapılan haksızlığı bütün ABD milletine yapılmış kabul ederim” dedi. Helal olsun dedim. Bir Cumhurbaşkanı ancak böyle haysiyetli bir ölçü içerisinde konuşur ve kendi vatandaşlarına sahip çıkar. Ondan sonra Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle bir açıklamada bulundu: “Dünyanın neresinde Fransız milletine mensup bir kişi yaşıyorsa bilinmelidir ki bütün Fransa milletinin kalbi o Fransız’la beraber atıyor” dedi. Helal olsun sana, General de Gaulle dedim.
Şimdi bizde böyle bir anlayış yok katiyen. Bizde birisi Türk dünyasıyla ilgilenince, “Seni ırkçı seni, seni Turancı seni, seni Faşist seni” diye ayılar gibi homurdanmaya başlar. Dünyanın en büyük ayıplarından birisidir. Bunun sayılamayacak kadar büyük faydaları vardır.
Şu an aynı yaklaşımın devam ettiğini düşünüyor musunuz?
Biraz gevşeme var. Fakat arzu edilen seviyede değil. Hem Türk cumhuriyetlerinde hem de Türkiye’de zemin henüz müsait değil ama Türkiye’nin kayıtsız şartsız, Türk cumhuriyetleriyle siyasi, iktisadi, kültür münasebetleri içinde bulunması gerekir. Kayıtsız ve şartsız
-
Muhammed Sami 3 yıl önce Şikayet EtAtatürk aleyhine yapılan her hareketi Atatürke yapılan her haksızlığı Allah kendi ayaklarına dolandırsın inşallah bu vatana emeğini ömrünü vermiş bu vatan için 11 cephede savaşmış bir insana hainlik nankörlük kim yapıyorsa bunun adına Kanı bozukluk derim ben ne dinimden vazgeçerim nede Ata'mdan Ne mutlu Türküm diyeneBeğen
-
ömer 5 yıl önce Şikayet Etne uzatıyorsnuz atın meslektenBeğen
-
Gazi Şehir 5 yıl önce Şikayet Etatatürk'ü kullanan kemalistlerle, dini kullanan gülenistler, recep tayyip erdoğan düşmanlığında birleşip omuz omuza verdiler.Beğen Toplam 2 beğeni
-
srgl 5 yıl önce Şikayet EtAslında 10 kasımda yapılan okullardaki tapınma eylemler bir birleri ile aynı demek ki ortada örgütsel bir faaliyet var: Devletin olayın üzerine gitmesi durumunda görün bakın altından neler çıkarBeğen
-
Senol 5 yıl önce Şikayet EtBunlar Gazi paşayı karalamak için yapılan hareketler.. Atatürk'ün hayatı bu gibi yanlışları düzeltmekle geçti...Beğen Toplam 3 beğeni