24 Kasım Öğretmenler Günü! Çocuklara adanmış hayat hikayeleri

24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle, Haber7.com olarak Türkiye'nin dört bir yanından öğretmenlerle renkli söyleşiler yaptık. Mardin'de sınıf öğretmenliği yapan ve sosyal medyadan hepimizin tanıdığı Murat Turgut, anaokulu öğretmeni Kübra Şahin ve imam hatip lisesinde meslek öğretmenliği yapan Ahmet Talha Boyalık ile yaptığımız söyleşilerden önemli kesitleri sizlerle paylaşıyoruz.

24 Kasım Öğretmenler Günü! Çocuklara adanmış hayat hikayeleri
24 Kasım Öğretmenler Günü! Çocuklara adanmış hayat hikayeleri
GİRİŞ 23.11.2019 18:33 GÜNCELLEME 23.11.2019 20:33
Bu Habere 4 Yorum Yapılmış

Haber7.com olarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle sosyal medya hesaplarından okulda öğrencileriyle geçirdikleri neşeli dakikaları paylaşan öğretmenlerle renkli söyleşiler yaptık.

 

Mardin'de sınıf öğretmeni Murat Turgut, İstanbul'da anaokulu öğretmeni Kübra Şahin ve imam hatip lisesinde meslek öğretmenliği yapan Ahmet Talha Boyalık, Haber7 mikrofonuna öğretmenlikte benimsedikleri ilkeleri, sosyal medyada nasıl bu tarz paylaşımlar yaptıklarını ve başlarında geçen acı tatlı okul hikayelerini anlattılar. Söyleşilerden önemli kesitleri sizlerle paylaşıyoruz.

MURAT TURGUT

Öğretmenliğin anlam ve değerinin, hem öğretmenler hem de öğretim ve eğitimin gayesi olan herkes tarafından daha iyi anlaşıldığı bir gün olmasını diliyor ve sizi bu keyifli söyleşilerden ilk olarak Murat öğretmeninkiyle baş başa bırakıyoruz:

Kendinizi tanıtır mısınız?

Murat Turgut Mardin doğumlu, ama küçüklüğünden beri Mersin'de yaşayan, Çukurova Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği mezunu ve 6 yıldır Mardin'de sınıf öğretmenliği görevi yapan köy öğretmenidir. 

Sosyal medya maceranız nasıl başladı?

Ben yaptığım çalışmaları, çocuklarla çektiğimiz fotoğrafları ufak ufak, olabildiğince paylaşıyordum. Paylaşırken tabii velimizden izin alıp öyle paylaşıyorum. Çünkü bazı veliler izin vermeyebiliyor. Yaptığımız çalışmaları paylaşmaya başlayınca, özellikle halk oyunları alanındaki paylaşımlarımız çok ilgi gördü ve horon çalışmalarını biz Mardin'in bir köyünde gerçekleştirince çok büyük bir yankı uyandırdı. 

Sosyal medya paylaşımlarınız nasıl tepkiler alıyor?

Mardinli, Diyarbakırlı, Karadenizli derken Egeli sayfalar paylaştılar. Biraz Türkiye'ye yayılmaya başladı. 

"HER ŞEY DOĞAL OLDUĞU İÇİN İNSANLARIN HOŞUNA GİDİYOR"

Halk oyunu olarak sadece horonu çocuklara öğretmiyorum. Mardin yöresine ait Reyhani, Diyarbakır halayı, Zeybek, Akdeniz'de Silifke yöresi, İç Anadolu'da Erik Dalı, Edirne'de Roman havası, Doğu Anadolu'da da Atabarı... Bu şekilde ülkemizin her bir parçasını bütün hale getirip çocuklara yansıtıyorum. Bu da çok fazla ilgi gördü. Ben de bundan gayet memnunum. Yaptığım paylaşımlar tamamen doğal, çocuklar siz şöyle böyle gibi yapın gibi direktifler söz konusu değil. Bu da insanların hoşuna gidiyor. Doğal olunca güzel tepkiler alıyorum açıkçası.

"KÜÇÜK ADIMLAR İLKESİ"

Öğrencilerinize halk oyunlarını nasıl sevdirdiniz?

Halayı hemen hemen Güneydoğu'daki bütün çocuklarımız biliyor. Doğuştan değil tabii ama ya düğünlerde görmüştür ya da evde abisi babası filan oynamıştır. 3 adım iler, 3 adım geri şeklinde. Gidip en basit haliyle öğrenmiştir, tabii birçok halay çeşidi var. Ama horon çok farklı. Daha hareketli bir müzik, sadece ayaklar değil omuzlar da oynuyor. Bu çocuklara çok farklı geldi.

Ben en başka videosunu gösterdiğim zaman, biz artık halayı bitirdik horon öğreneceğiz diye, çocuklar, "Bu ne, biz bunu yapamayız" filan demişlerdi. Ama küçük adımlar ilkesiyle, çocuklara yavaş yavaş, sevgiyle, "Hadi başarırsın, aferin, mükemmel" diye tetikleyerek yaklaştım ve çocukların çok hoşuna gitti. Şu an Mardin’in bir köyünde en fazla sevilen oyun, horon diyebilirim. Tabii ki tüm yöreleri seviyorlar ama horonun yeri ayrı onlar için çünkü çok hareketli ve onlar da enerjilerini bu şekilde atıyor. 

Normal şartlarda çocuklar, "Öğretmenim kalemimi açabilir miyim" diye izin alıp çöpün yanına giderler. Tamam dersin ya da izin vermezsin. Bizde o sınırlama yok. Öğrenciler geldiği zaman, "Açabilirsin" diyorum. Normal şartlarda gelir, "Öğretmenim ben kalemimi açmak istiyorum" der ve çöp kutusunun yanına gider. Ama bizde çok farklı. "Öğretmenim açabilir miyim" diyor, "Tamam, açabilirsin" dediğin zaman horon oynaya oynaya gidiyor. 7-8 adımı yapa yapa gidiyor. Bu da ayrı bir keyif tabii benim için. 

"ÇOCUĞU KAPTIĞINIZ ZAMAN AİLEYİ DE KAZANIYORSUNUZ"

Aileler ile iletişiminiz nasıl?

Halk oyunları çalışmasına ilk başladığımız zaman bir ön yargı vardı tabii. Çünkü halay gibi, farklı yörelerin oyunlarında el ele tutuşma gibi bir durum olabiliyor. İster istemez anne babalarda bir ön yargı oluşabiliyor. Biz bu algıyı, "Bu çocuklar kardeş gibi büyüyor" diyerek yavaş yavaş, sistematik bir şekilde, küçük adımlar ilkesiyle o çizgiyi aştık. Sadece halk oyunları değil. Kendi sınıfımdaki velilerle iletişimim çok kuvvetli. Ben sadece veli toplantılarında, "Veliler gelsin, imzalarını atsın, iki cümle konuşalım, dertlerini anlatsınlar" şeklinde değil, her hafta sonu 3-4 veliyi ziyaret ediyorum. Halk oyunlarını öğrettiğim zaman da gönüllü olarak okula gidiyorum ve hafta sonları, okul çıkışı veli ziyaretleri yapıyorum. Çay ve kahvelerini içiyorum, aynı tabaktan yemek yiyoruz. Aynı bardaktan su içiyoruz. Çocuk bunu fark ettiği zaman, "Bu öğretmen de benim tarafımdanmış, aynı benim gibi yemek yiyormuş, aynı kaptan su içiyoruz" diyorsa, siz o çocuğu zaten kazanırsınız. Çocuğu kaptığınız zaman, aileyi de bir şekilde kazanıyorsunuz.

"İYİ ŞEYLER YAPMAYA ÇALIŞTIĞINIZ ZAMAN EKSİKLİKLERİ GÖRMÜYORSUNUZ"

Doğu'da öğretmenlik yapmanın zorlukları var mı?

Bu öğretmenin bakış açısına bağlı. Batıda da doğuda da birçok okulda eksiklik görebilirsiniz. Benim görev yaptığım okulda, bina yeni ama birtakım eksiklikler var. Ama biz bu eksiklikleri görmezden gelerek hem okul idaresi hem de velilerle iş birliği içinde bu eksiklikleri kapatmaya çalıştık ve güzel sonuçlar aldık. İyi bir şeyler yapmaya çalıştığınız zaman, niyetiniz çocukları iyi bir yerlere getirmek ise o eksiklikleri görmüyorsunuz. İşin içinden güzel bir şekilde, sevgiyle çıkabiliyorsunuz. 

Öğrencileriniz ile iletişiminiz nasıl?

İletişim çift taraflıdır. Siz ne kadar dert ve tasanız varsa sınıfa girdikten sonra onu bir şekilde kapının arkasında bırakmak zorundasınız. Sınıfa ilk girdiğiniz zaman, çocukla göz göze geldiğiniz zaman iletişim başlıyor. Yani o anda çocuğun gözüne sevgiyle bakarsanız çocuk onu hissediyor.

Çocukların gözlem gücü yetişkinlerden kay be kat daha güçlü. Çocuklara doğal ve saydam davrandığınız zaman çocuklar bunu gerçekten hissediyor. Biraz sevgiyle yaklaştığınızda, belki yapamayacağı bir şeyi güzellikle söylediğinizde çocuk bunu kavrayıp ona göre hareket ediyor. En azından o davranışa yönelik adımlar atıyor.

"ÇOCUĞUN ÖDEVİNİ YAPMAMASININ NE KADAR DOĞAL OLDUĞUNU GÖRDÜM"

Bizde de böyle oldu. Ben çocuklara öğretimden önce eğitim üzerine odaklandım. Önce sınıf kurallarımızı belirledik. Tabii ki sevgi içerisinde yaptık bunu. Çocuklar gelip dert ve tasalarını anlatıyorlar. Bazıları ödevini hiç yapmıyordu mesela. Ben bunun nedenini bulmaya çalıştım. Bunun altında birçok nedenin olduğunu gördüm. Çocuğun ödevini yapmamasının ne kadar doğal olduğunu gördüm. Çünkü çok kısıtlı imkânlarda yaşayan öğrencilerim var. Tabii ki bunu önlemeye yönelik, eksikliği gidermeye yönelik çalışmalar yaptık. Başını okşayarak, başarabileceği bazı adımları göstererek, sorumluluk vererek özgüvenini arttırıp ondan sonra öğretime geçtik.

Öğretmen olarak unutamadığınız bir anınız var mı?

Çocuklar normal şekilde sıraya girmişti. Kız çocukları, erkek çocukları gelip sarılıyorlardı. Cuma günü de tören var, rahat hazır ol filan dedik. "Kızlar ne kadar tatlı ne kadar güzel olmuşsunuz" dedim. Saçlarını örmüşler, özenmişlerdi. Normalde kız ve erkek çocukları kıyaslayan bir öğretmen değilimdir. Laf olsun, şaka olsun diye erkek öğrencilerime dönüp "Bakın kızlar ne kadar tatlı olmuşlar sizler de saçınızı tarayın" dedim. Onlar da bir şey demedi güldük geçtik. Ben unutmuştum bile. Hafta başı pazartesi günü sıraya girdik. İstiklal Marşımızı okuduk. Erkek öğrenciler sürekli yanıma gidip geliyor, "Öğretmenim günaydın" diye. "Tamam oğlum hadi yerine geç" diyorum. Kız çocukları yerinde, erkekler sürekli kendini gösterme çabası içerisinde. Ardından sınıfa geçtik. Erkek öğrenciler yine geliyor, "Öğretmenim nasılsınız iyi misiniz" diye soruyorlar. En son bir tanesi geldi, "Öğretmenim sen hiç bakmıyor musun bizim tırnaklarımıza saçımıza" dedi. Ben de baktığımı söyledim. Çağırdım üç dört tane erkek öğrenciyi. "Aferin, harika, mükemmel giyinmişsiniz, saçınız başınız düzgün" dedim. Tüm hepsi geldi daha sonra. Meğer çocuklar kendi aralarında sözleşmişler. "Çocuklar bu sizin ödeviniz" desem, 15 tane erkek öğrenci o şekilde yapması mümkün değil. Ben o zaman saçımı üçgen şekilde yapıyordum. Onlar da saçlarını o şekilde yapmışlar. Ben buna çok şaşırmıştım. 

"ÇOCUĞUN EVİNE GİTTİĞİNİZ ZAMAN BAZI ŞEYLERİ ANLAYABİLİYORSUNUZ"

İlk atandığım zaman 1. sınıflardan bir öğretmenimiz müdür yardımcılığı görevine geçti ve 1. sınıftaki öğrencileri ben aldım. Kendisine sordum, "Değerli hocam, bana çocukların durumunu anlatabilir misin, tanıtabilir misin, ön bilgilerini verebilir misin" dedim. Hocamız her öğrenci hakkında bilgiler verdi. En sonda Ahmet diye bir öğrenci gösterdi. "Ahmet biraz yaramaz bir çocuk, ona biraz dikkat et" dedi. Diğer çocukların yaşı 6-7 iken, Ahmet'in yaşı 11. Ahmet en arkada oturan, yaşça büyük olduğu için tatlı sevimli haylaz bir çocuk. Artık sınıf bana ait olduğu için çocuklarla sürekli iç içeyiz. Ahmet'in davranışsal bozuklukları vardı. Sürekli yaramazlık ve haylazlık peşinde. Derslerinde başarılı olmadığı için bazen arkadaşlarına sataşıyor. Bu çocuğu kazanmalıyız dedim. Önce ailesiyle görüştüm. Evine gittiğiniz zaman zaten bazı şeyleri anlayabiliyorsunuz. Sevgi eksikliği olabiliyor ya da çok fazla değer verilmediği zaman bu eksikliği bir aile ferdi gibi tamamlamak gerekiyor. Ahmet'le biz abi kardeş gibi davranmaya başladık. Ahmet'e birtakım sorumluluklar yükledim. Boş kâğıdı veriyordum, "Ahmet bunu al, müdür yardımcısının yanına git, imzalat yanıma getir." Çocuk zaten o özgüveni kazandıktan sonra yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Hiçbir şekilde arkadaşlarına vurmayı bırakın, hafifçe dokunmak bile istemiyordu. Biz böyle sürekli abi kardeş, baba oğul, bir dost gibi hareket ederken bir yıl boyunca Ahmet’i o eksik olan ya da yapmaması gereken bazı davranışları düzelttik. Gel zaman git zaman mezun oldular. Ben de müdür yardımcılığına geçtim.

"ÖĞRETMENİM BEN SANA BENZEMEK İSTİYORUM"

Tatilden sonra okul başladı. Çocuklar hiç bırakmaz beni, müdür yardımcısıyken de odama gelirler, sarılırlar, öğretmenim seni özledik derler. Bir gün biri kapıyı tıklayıp kaçıyor. En son kim diye baktım, oradan bir kişi bakıyor ama kendisi yok. Sadece kafayı uzatmış öyle bakıyor. "Ahmet sen misin" dedim, "Evet" dedi. Ahmet de sarışın, maviş bir çocuk. Çok tatlı ve sevimli bir çocuk. O an Ahmet'le birbirimize gülüyoruz. Ahmet'te bir değişiklik var. Sonra baktım ki saçını simsiyah yapmış. "Ahmet bu ne hal" dedim. İkimiz de gülüyoruz. "Öğretmenim beğenmedin mi" dedi, "Çok beğendim Ahmet ama neden böyle yaptın, ne güzel sapsarı saçların vardı, çok yakışıyordu sana. Çok beğendim ama eski halini de çok beğeniyordum" dedim. Sonra bana, "Öğretmenim ben sana benzemek istiyorum" dedi. O an çok duygulanmıştım. Bir yandan gülüyorum ama bir yandan da farklı duygular hissettirdi.

KÜBRA ŞAHİN

Bu güzel ve anlamlı gün münasebetiyle, okul öncesi öğretmenliği görevinde 5 senelik tecrübeye ve bu alanda yüksek lisans derecesine sahip Kübra öğretmenin sözlerine kulak veriyoruz:

Kendinizi tanıtır mısınız?

Marmara Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği mezunuyum. Mesleğe başladıktan sonra da yüksek lisansımı aynı okul ve bölümden alarak mezun oldum. Mesleğimi severek yapıyorum. Aslında tercih döneminde bu meslek aklımda değildi ama seçtikten ve çocuklarla bir araya geldikten sonra, "Bu meslek benim içinmiş" dedim. 

Öğrencilerinizle aranızdaki ilişki nasıl?

Sınıfa ilk girdiğimde her şey daha zordu, evet. Ama deneyim sayesinde biraz daha iyiyim ama tabii ki daha olmadım, henüz 5. yılımdayım. Her çocuk farklı, her çocuk özel. Her yıl yeni öğrencilerle karşılaşıyorum, aslında yeni şeyler deneyimliyorum. Genellikle senenin başında biraz zorlanıyoruz. Okula uyum sağlamak, anneden ayrılmak çok zor. Ama sene sonuna doğru çocuk sizi annesinin yerine bile koyabiliyor, bazen yanlışlıkla size anne diye seslenebiliyor. Keyifli bir duygu. Sene sonuna doğru iletişimimiz daha da gelişiyor.

Anasınıfı öğretmenliğinin zorlu tarafları neler?

Zorlu tarafları şu: Onları okula alıştırmak ve farklı çocuklarla bir arada olmaları zaman alıyor. Tabii sadece öğretim boyutuyla da ilgilenmiyoruz. Arkadaşlık ilişkileri, saygı, sevgi gibi konulara da girmek durumunda kalıyoruz. Yemekte nasıl oturulur, kıyafet nasıl değiştirilir, bu tarz becerileri kazandırmaya çalışıyoruz. Sanırım en zor kısmı özbakım becerileri kazandırmak bizim için. Ailenin desteği varsa bu kolay ilerliyor. Ailenin desteği yoksa biraz daha zorlanıyoruz. 

"OYUNUN ALTINDA YATAN BİR SÜRÜ KAZANIM VAR"

Eğitimde nasıl bir yol izliyorsunuz?

Bizim anahtar noktamız oyun. Okul öncesinde en kıymetli öge oyun. Oyunla her şeyi verebiliyorsunuz.

Senenin başında toplantı yaptığımda bazen velilere de söylüyorum: Çocuklara soracaksınız, "Ne yaptınız bugün okulda" diyeceksiniz, "Oyun oynadık" diyecek. "E bütün gün oyun mu oynadınız, o zaman ben sizi neden okula götürüyorum" diyebilirsiniz ama işin temeli, ben oyun adı altında onlara sayıları gösterebilirim, üstünü değiştirmeyi öğretebilirim, sınıfı toplamayı öğretebilirim; her şey bizim için sınıfta oyun.

Oyun, ama aslında altında yatan bir sürü kazanım var.

"İLKOKULA BAŞLAYAN ÇOCUK DAHA ÖNCESİNDE ANASINIFI EĞİTİMİ ALDIYSA ÇOK DAHA KOLAY UYUM SAĞLIYOR"

Eğitimde anasınıfının önemi nedir?

Aslında aile çocuklara belli bir yaştan sonra yetemiyor. Çünkü çocuk akranla beraber öğreniyor. Akran ilişkisi çok kıymetli. Aileler de aslında bunun farkına varıyorlar. 2-3 yaştan sonra çocuklar artık kendi akranlarıyla oynamak istiyorlar ve anne ne kadar oynasa da ona yetişemiyor. Okul öncesi kurumları bu anlamda çocuklar için çok önemli.

Bir de anneler yeni dönemle beraber çalışmaya başladılar. Okul öncesine yoğunlaşılmasında bunun da etkisi var. 

Birçok araştırma gösteriyor ki ilkokula başlayan çocuk daha öncesinde anasınıfı eğitim aldıysa çok daha kolay uyum sağlıyor, çok daha hızlı öğreniyor. Bu tarz araştırmalar arttıkça da veliler sanırım bilinçlendiler, okul öncesine gönderim de arttı.

Öğrenci aileleri ile nasıl iletişim kuruyorsunuz?

Aslında mesleğin en zor kısmı aile ile ilgilenmek. Çocuk bir şekilde size uyum sağlıyor, siz de çocuğa uyum sağlayabiliyorsunuz, tüm gün berabersiniz. Ama ailelerin hepsi farklı kültürlerden gelen insanlar.

"HER ŞEYİN BAŞI GÜVEN"

Her ilişkide olduğu gibi en önemli şey güven. Önce güven ortamı sağlıyoruz. Velilerle toplantı yapıyor ve onlarla tanışıyorum. "Önce birbirimize güvenmeliyiz" diyorum. Daha sonra yapacağım işi onlara anlatıyorum çünkü yapacağım işi bilmeden bana güvenemezler. Ne yapacağımı gösteriyor, onlardan ne beklediğimi söylüyorum. Genelde uyumlu bir yıl geçiriyoruz velilerimle. 

Onun dışında, "Çocuğun üzerine düşen, korumacı veli gibi durumları nasıl fark ediyorsunuz" derseniz, aynı yaştaki iki çocuğu kıyasladığınızda biri hiçbir şey yapamaz, eline kaşık bile alamazken diğer çocuk kaşık alıyor, fermuarını çekiyor, düğmesini ilikliyor. Yani, davranışların göstergelerinden ailelerin tutumlarını az çok çıkarabiliyoruz.

Meslek hayatınızda sizi en güldüren olay nedir?

Genelde beni güldüren kısmı, çocukların benim okulda yaşadığımı düşünmeleri. İlk zamanlarda eve gittiğimi görünce şaşırıyorlardı. "Nereye gidiyorsun?" "Evime gidiyorum." "E senin evin var mı, sen burada yaşıyorsun" gibi tepkiler duyabiliyorsunuz. Bunlar komik ve eğlenceli kısmı.

"SENENİN SONUNA DOĞRU O MEYVELERİ TOPLARKEN YAŞADIĞINIZ HAZ MUHTEMELEN HİÇBİR MESLEKTE YOK"

Meslektaşlarınıza ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?

Okul öncesi eğitimde ilk başta verdiğiniz şeyin meyvesini alamıyorsunuz. Ama senenin sonuna doğru o meyveleri toplarken yaşadığınız haz muhtemelen hiçbir meslekte yok. Çünkü gerçekten çocuğa dokunuyorsunuz. O çocuğa dokunduğunuzda o da büyüdüğünde bir başkasına dokunacak. Böyle böyle aslında etkiniz sürüyor. Bu mesleğe böyle bakarsak, yapması çok keyifli bir meslek. Ama tabii ki öncelikle sabırlı olmak ve çocuk sevgisi, bu meslek için anahtar.

Öncelikle beni yetiştiren öğretmenlerimin ve bütün öğretmen arkadaşlarımın Öğretmenler Günü'nü kutluyorum.

AHMET TALHA BOYALIK

Son olarak, mikrofonumuzu Talha öğretmene çeviriyoruz, öğretmenliğin sadece sınıflardaki eğitimle sınırlı kalmadığını vurgulayan Talha öğretmenin sözlerine kulak veriyoruz:

Kendinizi tanıtır mısınız?

Ahmet Talha Boyalık, Edirne'nin Keşan ilçesinde dünyaya geldi, ilkokulu Keşan'da bitirdikten sonra İstanbul'a hafızlık için geldi. 3 yıl İstanbul'da hafızlık yaptıktan sonra Tekirdağ Malkara İmam Hatip Lisesi'nde ortaokul ve liseyi 6 yılda bitirdi. Onun ardından, 97 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni kazanarak İstanbul hayatına başlamış oldu. 6 yıldır da Üsküdar Hakkı Demir Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde öğretmenlik yapıyorum. İlahiyat meslek dersleri öğretmeniyim.

"EĞİTMEK KAVRAMI ÖĞRETMEN İÇİN ÖĞRETMEKTEN DAHA UYGUN"

Öğrencileriniz ile aranızdaki ilişki nasıl?

Öğrencilerimizle genellikle okul haricinde bir çalışma yaptığımda verim aldığımı düşünüyorum. Okulun öğretmenlik boyutundan ziyade, eğitmenlik boyutunun daha ağır bastığını düşünüyorum. Öğretmek dediğiniz şey genelde öğrenciye bir şeyi kavratmak ve onu ezberletmek olabiliyor. Ben meslek dersi öğretmeni olarak öğretmekten ziyade eğitmek kavramının öğretmen için daha uygun olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı öğrencilerimizle daha çok ders haricindeki çalışmalarla bir şeyler yapmaya gayret ediyoruz. Öğrencilerle aramızda güzel bir abi kardeşlik bağı var. Yaş ilerlese de... Mesela dün akşam halı sahadaydık öğrencilerimizle. Senede en az 4-5 tane kamp yapıyorum. 4'er, 5'er günlük. Yani bir ay civarını kamplarda geçiriyoruz. Böyle olunca tabii samimiyet daha fazla ilerliyor.

Okulumuzda, "Sanat okulu" olarak Türkiye'de ilk olan bir çalışma başlatıldı. Musiki, hat ve hafızlık alanlarında okulumuz proje okulu oldu.

"MEHTER TAKIMI, TREKKİNG GRUBU, İNFAK GRUBU, SİNEMA KULÜBÜ, RADYO..."

Bu projelerimizin yanında benim 5-6 yıl kadar önce öğrencilerimizle bir araya gelerek "Bir okulda hangi çalışma yapılmalı" dediğimiz bir projemiz var. "Biz ne yapalım ki öğrencieler hafta sonları bir yerlere dahil olsunlar, bu okulda ne yapalım ki bir şeyler başarmız olalım" diyerek 17 öğrencimizle bir toplantı yaptık. Ardından bir grup kuralım dendi. İsmini "Cevheran" koyduk. Hangi çalışmaları yapabilirizi düşünürken öğrencilerimizden bir sürü fikir çıktı. Mehter takımı kuralım dedik. Şu an 33 kişilik oldukça profesyonel bir mehter takımımız var. İstanbul trekking grubu kurduk. Bir infak grubu kurduk. Bu grupta her yıl bir kuyu açma projemiz var. Hakkı Demir Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri ile birlikte her yıl bir kuyu açıyotuz. 

Bir sinema kulübü kuralım dedik. Çok basit çekimlerle başladık. Şu an 15-16 civarında kısa filmimiz var. Radyomuz var, yakında yayına girecek inşallah.

Öğrenciye imkân verdiğiniz zaman karşılığını kesinlikle aldığınızı fazlasıyla görüyorsunuz.

"TALHA ÖĞRETMEN SAYESİNDE OKULU BIRAKMADIM"

Unutamadığınız bir anını var mı?

Birkaç tane olay var böyle unutamadığım. Hakkı Demir Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde öğretmenliğe başladığımızda başarı seviyesi düşük öğrencilerle çalışıyorduk. Bu öğrencilerden bir tanesi okulumuzdan ayrılmak üzereydi, açık liseden veya başka bir okuldan devam edecekti. Annesiyle beraber gelmiş. Dedim ki, "Emre, seni bırakmak istemiyorum, okulu mutlaka burada bitir" diye ısrar ettim. Annesine de kendisine de ısrar ettim, bir hayli de oturduk, belki bir yarım saat görüşmüşüzdür. Sonra, "Tamam hocam biraz daha deneyeyim" dedi. 

Emre okulu bırakmadı o gün ve devame etmeye karar verdi. 4 yıl boyunca her karşılaştığımızda koridorda, merdivenlerde, arkadaşlarının yanında yarı şaka yarı ciddi mahiyetinde, "Ya şu hocayı biliyor musun, işte ben şu hoca sayesinde okulu bırakmadım" demiştir bana.

Şu anda da nerede karşılaşsak yolda, akrabalarımızın yanında, bir kafede yanınkilere mutlaka, "Talha hoca sayesinde ben okulu bırakmadım" der. Bu da beni çok etkileyen ve hoşuma giden olaylardan bir tanesi. 

Hiç unutamadığım başka bir olay da şu: Bir toplantıda bir iyilik faaliyeti yapalım diye konuşmuştuk. "İyilik yap kapıya bırak" diye bir proje gündeme geldi. Bir küçük poşete öğrencilerimiz alışveriş yapıyor. Mesela ortaokul öğrencileri 5 tane çikolata, 2 tane süt alıyor, bir küçük poşet yapıyor. Onu zengin fakir ayrımı yapmaksızın gidip bir kapıya asıyorlar, bırakıp geliyor. Bunlardan çok güzel dönüşler aldık. 

MİLYONLARCA DENİZ YILDIZINI KURTARMAYA ÇALIŞAN ÇOCUĞUN HİKAYESİ

Öğretmenlik sizce nedir?

Profesörün bir tanesi deniz kenarındaki villasında oturuyormuş. Geceden binlerce deniz yıldızı karaya vurmuş ve ölüyorlarmış. 6-7 yaşlarında küçük bir çocuk deniz yıldızlarını alıp denize fırlatıyormuş. Bir yarım saat geçmiş, bakmış hala devam ediyor. Bir saat geçmiş, çocuk hala deniz yıldızlarını denize fırlatmaya devam ediyor. Sahilde binlerce, belki de milyonlarca deniz yıldızı var. 

Öğlen olmuş, çocuk kan ter içerisinde, hala deniz yıldızlarını hala denize fırlatıyor. Profesör artık dayanamamış, sahile inmiş, çocuğa demiş ki: "Oğlum ne yapıyorsun, sabahtan beri seni izliyorum. Bu kadar deniz yıldızını ne yapmaya çalışıyorsun?" Demiş ki, "Onları kurtarmaya çalışıyorum." Profesör, "Ama sahilde binlerce var, hepsini kurtaramazsın ki" demiş. Çocuk yerden bir tane deniz yıldızı almış ve denize atmış. Demiş ki, "Ama o kurtuldu."

"EN GÜZEL ÖĞRETMEN ZAMANINI VEREN ÖĞRETMENDİR..."

Öğretmenlik böyle bir şeydir. Milyonlarca öğrencimiz var. Türkiye'de 18 milyon civarında öğrenci var. Bunların hepsine öğretmenler olarak dokunamayabiliriz. Ama şu an sanat, düşünce ve edebiyat dünyamızda, mimari açıdan baktığımızda dokunulan binlerce öğrenci var. Öğrenci şunu kesinlikle not ediyor ve bilyor: Derste dersi anlatıp çıkan öğretmen ve ders haricinde bana zaman ayıran öğretmen... En güzel öğretmen, zamanını veren öğretmendir. Öğretmenlik sadece bilgiyi vermek değil, aynı zamanda zamanını, sabrını, öğrendiklerinin karşılığını ve zekatını vermektir.

KAYNAK: HABER7
YORUMLAR 4
  • Bunyamin 4 yıl önce Şikayet Et
    Bu kişileri bilmiyorum ama geniş bir alanda yaptığım analizlerde bir cok öğretmenin boş kafa ve sadece bir seyi bir yerden alip bir yere aktarmaktan başka yaptığı birşey olmadığını görüyorum.
    Cevapla
  • Fatih 4 yıl önce Şikayet Et
    Waaaaay Talha kardeşim.Allah yolunu açık işini kolay etsin.Öğretmenler günün mübarek olsun...
    Cevapla
  • Ahmet 4 yıl önce Şikayet Et
    Kimileri el öpülesi hak ediyor ama kim ileride para için ve öğretmen olaçak akıl bile yok
    Cevapla
  • dinibütünoğlu 4 yıl önce Şikayet Et
    geleceği şekillendiren eli öpülesi insanlar öğretmenler gününüzü en içten dileklerimizle kutluyoruz.
    Cevapla
DİĞER HABERLER
İzmir'de 5 çocuğun öldüğü yangının nasıl başladığı ortaya çıktı!
TV programında kayıp diye aradı, bulunca öldürdü!