Ayasofya'nın tarihiyle ilgili bilinmesi gerekenler
Ayasofya Camii, 86 yıl sonra yeniden ibadete açıldı. Fikriyat yazarı İsmail Güleç, Ayasofya'yla ilgili dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. Güleç yazısında, Ayasoyfa'nın tarihiyle ilgili çok önemli bilgiler verdi.
Ayasofya'nın cami olduğu 1904'lü yıllar...
GALERİNİN DEVAMIAyasofya Camii, 86 yıl sonra yeniden ibadete açıldı. Fikriyat yazarı İsmail Güleç, Ayasofya'yla ilgili dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. Güleç'in, "Ayasofya sıradan bir mabet değildir" başlıklı yazısı şöyle:
Ayasofya'nın yıllar süren esaretinden kurtuluşuna şahit olduk. Allah'a binlerce kez hamd ü senalar olsun. İlk günlerin şaşkınlığı geçtikten sonra alınan kararla ilgili birçok tartışmaya şahit olacağımıza şüphe yok. Ben meselenin bir başka boyutuna dikkat çekmeye çalışacağım.
Meselenin birçok boyutu var şüphesiz. Dini olduğu kadar hukuki, iktisadi, uluslararası ilişkiler, tarih, sosyoloji, turizm taraflarından meseleye bakıp lehte ve aleyhte görüş ileri sürebilirsiniz. Ama ben Ayasofya'nın devlet için sembolik önemi üzerine bir şeyler söyleyeceğim. Yazmadan önce bu yazıda söylenilmek istenen düşüncelerin derli toplu ifade edildiği Bünyamin Bezci'nin Kriter dergisinde yayınlanan yazısını okumanızı tavsiye ediyorum. Bezci söz konusu yazısında benim meseleyi şu cümleler ile çok güzel özetliyor.
"Ayasofya, dinin değil devletin egemenlik sorunudur. Bu nedenle Ayasofya'dan vazgeçiş dinden değil devletten vazgeçiştir… Ayasofya'nın kubbesi Bizans için Osmanlı için anlam taşımaktaydı…"
Bizans imparatorunun taç giydiği, en büyük dini merasimlerini yaptıkları ve bağımsızlıklarının ve egemenliklerinin sembolü olarak kendisiyle övündükleri Ayasofya onlar için bir ibadethaneden çok daha fazlası idi. Fetihten sonra Osmanlılar için de Ayasofya sadece bir mabet değildi, devletin temsil edildiği resmi törenlerin önemli bir parçası idi. Bu haliyle de egemenlik ve bağımsızlık sembolü olduğu kadar ismini muhafaza ederek fethettikleri toprakların da varisi olduğunu haykırmış oluyordu.
Sultanlar ilk cumalarını Ayasofya'da kılarlardı
Bir padişah tahta oturduğunda ilk cuma namazını Ayasofya'da kılması adettendi. III. Murad sultan olduktan sonra ilk cuma namazını büyük merasimle Ayasofya'da kılmıştı.
Kılıç kuşanmadan cuma selamlığına çıkmama geleneğini bir cuma günü tahta oturan III. Selim "Kılıç kuşanma töreni padişahların geleneği, cuma farzı ise Allah'ın emridir" diyerek bozmuş ve kılıç kuşanma merasiminden önce ilk cuma namazını Ayasofya Camii'nde kılmıştı.
Halkla buluşma yeri
Ayasofya Camii sultan ve halkın buluşma noktası idi. Özellikle cülûs zamanı ve cuma namazlarında sonra camiye gelen sultan halk ile bir araya gelir, halkın dilekçelerini ve şikâyetlerini dinlerdi.
Cenaze salaları
Padişahların veya hanedan mensupları ile vezirlerin vefat haberleri ve salaları önce Ayasofya Camii minarelerinden okunurdu. Bazı sultanların cenaze namazları Ayasofya Camii'nde kılınırdı.
Önemli toplantılar Ayasofya'da yapılırdı
Ayasofya devlet erkanının zor kararları almak için toplandıkları mekanlardan biri idi. Belki mekanın verdiği huzur ve güven ile daha doğru karar alacaklarını düşünüyorlardı. Köprülüzade Mustafa Paşa IV. Mehmed'in ülke düşman istilâsına uğrarken avdan başını almaması ve etrafındaki müfsitlerin tesiriyle bu derdin ilâcını görecek kişileri uzaklaştırması üzerine hal edilip yerine bir başkasının geçirilmesi gerektiğini düşünüyordu. IV. Mehmed kendisinden sonra tahta oğlu Mustafa'nın geçmesini arzu ediyordu. Mustafa Paşa başta şeyhülislâm olmak üzere ulemânın önde gelenlerini, vezirleri, yüksek rütbeli ocak ağalarını Ayasofya Camii'nde topladı ve onlara ordunun II. Süleyman'ı istediğini ve gerekçelerini iletti. Toplantıda bulunanların hiçbiri görevini yapmayıp eğlence peşinde koşan bir padişahın hal edilmesine itiraz etmemesi ve sessiz kalması üzerine II. Süleyman'ın tahta çıkarılması kararı Ayasofya Camii'nde alınmıştı.
İsyancılar için çok önemli idi
Patrona Halil isyanı çıktığında isyancılar da saray da Ayasofya Camii vaizlerinden yardım istemişti. Biri halkı saraya karşı kışkırtmasını isterken diğeri isyancıların günah işlediklerini anlatmalarını istiyorlardı. Ayasofya vaizlerinin halk üzerindeki tesiri o kadar önemli idi.
Bakanlar kurulu toplanmadan önce Ayasofya'yı ziyaret ederdi
Bir nevi Bakanlar Kurulu olan Divan-ı Hümayun üyesi olan vezirler, kazaskerler ve erkan-ı devlet sabah namazını
Ayasofya'da kıldıktan sonra saraya geçerler ve padişahı diğer saray görevlileri ile beklerlerdi.
Bayramlarda devlet erkanı sabah namazını Ayasofya'da kılardı
Osmanlılarda bayramlaşma merasimlerinin ritüeli çok teferruatlı idi. Saray ve devlet ricalinin ne yapacağı ve nerede duracağı, padişahın eteğini kimlerin öpebileceği hep önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde olurdu. Bayram günleri merasime iştirak edeceklerin toplantı yerleri Ayasofya camii idi. Hep birlikte kılınan sabah namazından sonra saraya geçilir, Kubbealtı'nda toplanılır, padişahın teşrifi ile Ayasofya, Sultanahmet veya Süleymaniye gibi büyük camilerden birine geçilirek bayram namazı kılınırdı.
Sadece devlet erkanı değil sultanlar da resmi törenler dışında sabah namazına Ayasofya'ya gelirlerdi. III. Mustafa sabah namazlarını tebdilen Ayasofya'da kılmayı alışkanlık haline getiren padişahlardandı.
Elçiler önce Ayasofya'yı ziyaret ederler
İran, Özbek, Fas gibi Müslüman ülkelerin elçileri sultanın huzuruna kabul edilecekleri günün sabahı namaz için Ayasofya'ya götürülür, namazlar kılındıktan sonra Bab-ı Hümayun'a getirilirdi.
Ayasofya okul idi
Sarayın dış hizmetlerini yerine getiren baltacıların bir sınıfı olan Zülüflü Baltacılar Ayasofya Camii'nden ders görürlerdi. Onların saray adabı ve erkanı yanında temel dini bilgileri aldıkları dersleri Ayasofya Camii'nde alırlardı.
Ayasofya kürsü şeyhleri protokolde en önlerde yer alırdı
Ayasofya kürsü şeyhliği diye bir makam vardı. Bu makam Ayasofya'da âlim şeyhlerin cuma namazından sonra vaaz etmeleri için tahsis edilmiş bir görevdi. Şeyh denilmesi hem alim hem de mutasavvıf oldukları içindi. Ama her şeyh seçilmezdi ve bunun bir adabı ve geleneği vardı.
Bu makam "katar şeyhliği" denilen görevler silsilesinin en üstünde yer alırdı. Bu makama gelmeden önce şeyh efendiler şehzade, sultan ve padişahlar tarafından yaptırılan camilerde halka açık vaazlar verirler, halk tarafından hüsnükabul gördükten ve devlet tarafından da sakıncasız bulunduktan sonra bu makama gelebilirlerdi. Halkın beğenmediği ve tasvip etmediği birinin bu makama getirilmesi çok zordu.
XVII. yüzyılda yedi selâtin camiinden oluşan ve katar şeyhliği denilen bu silsilenin en alt kademesinde Eyüp Sultan Camii bulunmaktaydı. Bu camide göreve başlayan cuma vâizi sırasıyla Sultan Selim, Fâtih Sultan Mehmed, Sultan Beyazıt, Süleymaniye ve Sultan Ahmed camilerinde vazife yaptıktan sonra silsilenin en üst mertebesinde bulunan Ayasofya-i Kebîr Camii'ne tayin edilirdi
Sultanlar Kadir gecesini Ayasofya'da ihya ederdi
Kadir gecesini ihya merasimleri düzenleme geleneği İstanbul'un fethinden itibaren Ayasofya'da başlamıştı. Her ne kadar daha sonraları padişahın arzusuna göre diğer selatin camilerde düzenlense de gelenek Ayasofya ile başlamıştı.
Fatih döneminde başlayan Kadir gecelerini Ayasofya'da idrak ve ihya etme geleneği zamanla bir geleneğe ve folklore dönüştü. Kitaplarda, fethinden müzeye çevrildiği tarihe kadar geçen beş asır boyunca dünyada başka hiçbir camiye nasip olmayacak derecede ihtişamlı kutlamalar düzenlendiği anlatılır. Bu gecelerde Ayasofya'da müezzinlik ve imamlık yapmak da büyük bir lütuftu. Evliya Çelebi geceyi ihya için Ayasofya'ya gelen IV. Murad'ın, sesini çok beğendiği bir müezzini saraya aldırmasını tatlı tatlı anlatır ve bunu Kadir gecesini Ayasofya'da ihya etmenin bereketi olarak görür.
Ayasofya'da tertip edilen Kadir gecelerini sadece Müslümanlar değil İstanbul'da bulunan elçilik görevlileri de izlemek isterlerdi ve kendilerine tahsis edilen caminin üst katındaki balkonların birinde izlemelerine izin verilirdi.
Ayasofya, sıradan bir mabet değil, Topkapı Sarayı'nın duvarları yani dışında kalan bir parçası yani devlet işlerinin de görüldüğü bir mekan idi. Bugün Batı dünyasının sesinin bu kadar çok çıkmasının altında sadece camiye çevrilmesinin olmadığını söylemeye hâlâ gerek var mı?
Unutmayalım, Oğuz Türklerinin tarihi kesintisiz devam etmekte. Göktürkler, Oğuzlar, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Beylikleri, Osmanlılar ve zincirin son halkası Türkiye Cumhuriyeti.
Madem Bünyamin Bezci'nin yazısıyla başladık. Ondan ödünç aldığımız şu cümlelerle bitirelim.
"Adını bile değiştirmeye gerek görmeden sahiplendiğimiz Ayasofya, hem yedi düvele karşı hem de içerdeki self-oryantalistlere karşı politik iddiamızın testi olacaktır. Duamız dinimiz ve devletimizin daim olmasınadır."
Binlerce kez amin.