Yaşadığımız zamanı anlamlandırmak biz olarak var olabilmek açısından çok önemli, bazen gündemin yoğun akışı ve detayları arasında boğulan zihnimizi temizleyip, varoluşsal konulara odaklanmakta yarar görüyorum. Zira, kendi varlığımızı anlamlandıramadığımız takdirde zamanın olaylarına karşı durmamız, irade gösterip kendimizi korumamız mümkün olmayacaktır. Yazının icadında olduğu gibi “Araçlar hep kralların savaşlarını, kralların fikirlerini yazacaktır”.
Bizim ise önce kendimiz olmaya sonra da kendimizi yazmaya yani kendimizi anlamlandırmaya ve bunu paylaşmaya ihtiyacımız vardır. Bugün yaşadığımız günlerin başka bir açıdan röntgenini çekmeye çalışacağım. Ama önce bazı örneklerle kısaca meramımı açıklamak istiyorum. Avrupa’da coğrafi keşifler ve sömürgecilik gelişirken bizim de içinde olduğumuz dünyanın geri kalanı için bu olayı tam kavramak mümkün değildi. Dünyanın farklı bölgelerindeki insanlar ancak kendi adalarına, kıtalarına bir gün ansızın gelen zalim, kıyıcı, işgalci ve biçimlendirici sömürgeci batılılar geldiğinde uyanıyorlardı. Dünyanın geri kalanı üzerine düşünmek gibi bir imkanları yoktu.
Osmanlı gücü Balkanlar’da ilerler ve Balkan milletleri de Haçlı destekli savaşlarla kendilerini savunmaya çalışırken kıtanın öbür ucunda başka gelişmeler oluyordu.
Portekiz’de gemici lakabı verilen bir prens Viseu Dükü Küçük Henrique (1394- 1460) Portekiz’in güneyinde kendisi için küçük bir saray yaptırarak çevresine dünyanın her tarafından gemicileri, coğrafyacıları, deniz aygıtları yapımcılarını, astronomları topluyordu. İslam dünyasından bile uzmanları barındırıyordu merkezi. Amacı Afrika’yı başka bir yoldan keşfetmek ve Hıristiyanlığı yaymaktı. Bartalomeo Dias (1450- 1500) Afrika’nın güney ucu olan Ümit Burnu'nu dolaşırken Akdeniz’in kudretli güçleri olan Osmanlı’nın, hatta tacir Venedik’in yine Kara Avrupa’sının savaşçı gücü Roma - German gücünün hele hele Balkanlardaki küçük milletlerin yeni küresel olaylara dair etkin bir tutumları yoktu. Büyük Osmanlı Gücü Hint Okyanusu'nda Portekiz korsanlarının yağmaları başlayınca tehlikeyi görmüştü. Ancak, neredeyse bir yüzyıl gecikmişti. Sadece Osmanlı Gücü değil, yukarıda saydığım Akdeniz, Balkan ve Kara Avrupa’sının diğer güçleri de bu gelişmeleri ıskalamışlardı. Bizde hezimetle sonuçlanan Viyana kuşatmasına giden Kara Mustafa Paşa’nın 600 bin kişilik ordusuna katılma savaşı veren Kadızade din adamları ile Niyazi Mısri çekişmesi yaşanırken, İngiltere’de Newton meşhur Tabiat Felsefesi'nin Matematiksel İlkelerini yazıyordu. Yeni bir bilim güneşi doğuyordu. Kainatın matematik yasaları yazılıyordu. Gelişme sorunları ve idrak meselesinin sadece bize mahsus olduğunu düşünmeyelim. Yetersiz düşünce de evrenseldir. Avrupa’da büyük kutsal ittifak veya Avrupa uyumu anlaşmaları yapılırken Atlantik Okyanusunun ötesinde bir sömürge gücü olan Amerika’da icatlar yüzyılı başlıyordu. Avrupa'daki bilimsel gelişme üzerine yeni bir teknoloji çağı başlıyordu. Tam bir yüzyıl devam eden bu icatlar ve teknoloji yüzyılı bir dev güç yaratacaktı.
Rus Çarı 1878’de Çatalca’da işgal karargâhı kurmadan iki sene öncesi T. Edison’un buluşu ampul ile New York’un iki mahallesi elektrik ile aydınlatılmaya başlanmıştı. Birinci Dünya Savaşı hele hele 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'ya kurtarıcı olarak gelen Amerikan ordusuna ait birliklerdeki zenci askerler geleneksel Avrupa’nın zihin kalıplarını yıkıyorlardı.
Sadece Avrupalıların mı? Elbette ki hayır, bizatihi kara talihli kıtanın mazlum kara insanlarının da zihinsel kalıpları altüst oluyordu. Bu tabi ki onlar için maddi ve özellikle de zihinsel esaret zincirlerini kırmak için çok olumlu bir şeydi. Irk ayrımcılığına karşı ilk isyanlar ve tepkiler bu dönemden sonra Amerika’da başlayacaktı.
Geçtiğimiz yüzyıl dünyanın gelişmiş metropollerinin başlattığı bir paylaşım savaşlarına sahne olmuştu. Bunlar öyle savaşlardı ki, Stefan Zweig gibi dikkatli bir aydın bile Belle Epoque (1871- 1914) döneminin sonunda Avrupa’da nasıl savaşın çıktığını anlayamamıştı. Ben de Kemal Karpat Hoca'nın (1923- 1919) Osmanlı’da Nüfus Kitabını okurken Osmanlı tebaasının nasıl başka uyruklara geçtiğini, Türk ve Müslüman nüfusun nasıl bir coğrafyadan başka coğrafyaya sürüldüğünü görmüş, dehşete düşmüştüm.
Çizilen Sınırlar Geçtiğimiz yüzyıl yukarıda bazı seçilmiş ve sembolik hatlarıyla anlattığım hususlar ve çok sayıda farklı dinamiklerle tahrik edilen fiziksel sıfırların çizilmesi olaylarına sahne oldu.
Kıtaların içinde, okyanuslarda devasa hatlarla sınırlar çizildi. Nüfus dalga dalga bir coğrafyadan diğerine taşındı. Bu yeni çizilen sınırlar ve oluşturulan yeni devletlerden yerel nüfuslar her şey olup bittikten sonra haberdar oldular. Bağımsızlık Savaşlarının bizatihi başat aktörleri bile çoğunlukla ana politik kararlardan haberdar değillerdi. Her gücün elindeki harita farklıydı çünkü. Bazıları yaşayabilecekleri kadar küçük bir haritanın ölçeklerini büyüterek halklarını bağımsızlığa razı ettiler. Yani bazılarına küçük coğrafi parçalar düştü. Bazılarını ise tarihin girdabı yuttu gitti. Bazı büyük güçlerin ise ellerinde diğerlerinin bilmediği haritalar vardı. 1. Dünya Savaşında İngilizlerin elindeki sömürge imparatorlukları haritaları ve Ortadoğu petrol haritaları vardı. Fransa da savaşta itilaf güçlerinden olmasına rağmen Suriye'ye sahip oldu. Suudi Arabistan ve İran dahil Körfez ülkelerinin petrolleri İngiltere’nin hakimiyetine bırakıldı. Ta ki, büyük bir güç olmaya başlayan ABD’nin Irak’ın bazı bölgelerindeki petrollerin paylaşımına katılmak istemesine kadar. Yedi Kız Kardeş bu paylaşımı ne güzel anlatır. Aynı senaryonun benzeri Afrika’da da vardır. Petrol yataklarının olduğu Nijerya İngiliz nüfuz sahasıdır. Afrika’daki istisna Cezayir’dir. Büyük fedakarlıklar ve kan pahasına Fransa’da kalmıştır.
Haritalar her dönemde başka nedenlerle sürekli değişecektir kuşkusuz. Bunların bazılarını tam olarak anlamak mümkün değildir, hele bu dönemde asıl 1. Dünya Savaşı sonrası Balkan devletleri haritalarının belirlenmesinde çok büyük payı olan ABD’li haritacı ve jeopolitik uzmanı Isaiah Bowman’ın arka plan düşüncelerini ve gizli saiklerini bilmiyoruz. Ancak, ta 1990’ların başına geldiğimizde bölgede ABD ataklarını görüyoruz. Anlayabildiklerimiz elbette var. Mesela Güney sınırımızın ve Ortadoğu haritasının çiziminde bir çizgi ile ayrılan aşiretler, aileler, su kaynakları ve hammadde yatakları yerel devletlerin değil de emperyal devletlerin menfaatlerinin ve politikalarının dışavurumudur. Nitekim yıllar sonra bazı devletlere ilişkin kararların büyük devletlerin siyasetçileri tarafından verildiği açığa çıkmıştır.
Bugün Hangi Sınırlar Çiziliyor Farkında mıyız?
Batının konvansiyonel teknoloji üstünlüğünden sonra gelen bilgi çağı dünyanın geri kalan kısmında bir aşılmaz yenilmişlik duygusu yaratmıştır kuşkusuz. Ancak, moda tabiriyle turpun büyüğünün heybede olduğu iletişim teknolojileri çağında ortaya çıkacaktır. Konvansiyonel teknoloji hatta iletişim teknolojilerinin bir kısmı yetenekli uzak doğu ülkeleri tarafından taklit edilebilmiştir. Böyle olduğunda da 2. Dünya Savaşında Japonya askeri güce başvuran bir büyük güç olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi ise iletişim teknolojilerini kısmen izinli çoğunlukla da teknoloji casusluğu yöntemleriyle elde eden ve nihayetinde kendine özgü bir üretim kapasitesi yaratan Çin yeni Yüzyılımızın hemen başında küresel challenger güç pozisyonuna yükselmiştir. Şaşırtıcı olan şudur ki, tarihte meydan okuyan (Challenger) güçler genelde askeri güç olmalarına karşın, Çin ekonomik kapasitesi yüksek bir güç olarak ortaya çıkmıştır.
Ancak, D. Acemoğlu'nun kuvvetle vurguladığı yüksek silah kapasitesine sahip ABD yani Batı'nın yeni gücü diğer tüm pariteleri sıfırlamaktadır. Ancak, ne kadar silah gücüne sahip olunursa olunsun silah ile yönetmek bugünün şartlarında bile mümkün değildir. Bu durumda her süper güç bir küresel yeni sistem geliştirmektedir. Dolayısıyla geçen yüzyılda gördüğümüz güç rekabetinin ve savaşlarının yeni yüzyılımızda çok farklılaştığını görmekteyiz. Dolayısıyla savaşların sonucu olan sınır çizmenin de mahiyet değiştirdiğini anlayabiliyoruz. Günümüzde ABD’nin resmî temsilcisi olduğu Batı gücü bir elindeki yüksek tahrip gücüne sahip silahlarına rağmen diğer elindeki kaba güç dışı seçenekleri ustalıkla kullanmaktadır.
Geçen yüzyılımızda ABD kapitalizminin güçlü kaleleri olan Üniversite ve enstitülerin yerini yüksek teknoloji şirketleri almış görünmektedir. Bu şirketlerin imkanlarıyla milliyet, etnisite, kültür, inanç dahil her şey yaratılabilmektedir. Artık sınırlar değiştirilmeden ülkelerin içindeki insanlar ve topluluklar değiştirilebilmektedir. Bugünkü Batı toplumları bu başarının en gözde nesneleri haline gelmişlerdir.
Dinlerin, kadim kültürlerin, kadim milletlerin olduğu Ortadoğu’da ise sınırları değiştirmeden ülkelerin içindeki insanları değiştirme modeli biraz farklı uygulanmaktadır. Şöyle ki, bu modelde kesmen konvansiyonel yollara da başvurulmaktadır. Mesela bir nüfus kitlesinin kendi iç dinamikleriyle ve çatışmalarıyla göçe zorlanması, ki Suriye’deki nüfusun Türkiye dahil bazı bölge ülkelerine sevki ev kabul ettirilmesi bu şekilde olmuştur. Benzeri bir örnek Kuzey Irak'taki yerel çatışmalar sonucunda yerinden ayrılan Kürt ve Türkmen nüfustur. Keza Afganistan işgali sonrası Pakistan’a sığınan Peştun nüfus da böyledir. Daha küçük nüfus hareketlilikleri ise kitlesel değil, küçük birimler şeklinde olmaktadır. Hatta bunlardan bir kısmı katı silahlı örgütler tarafından devşirilmektedir. Orta Asya’daki Uygur ve Özbek gibi bazı yapılardan devşirilen unsurlardır. Orta Asya’dan aslında Rus ve SSCB yönetimi etnisite yönetimi ve çatışmalarını manipüle etmeyi geç de olsa bize öğretmiştir. Ancak günümüzdeki başkalaştırma tamamen farklıdır. Bırakalım ülke sınırlarını aile sınırlarını bile aşan sanal güçler ve saldırılar son derece etkindirler. Bazı inanç denemeleri, sosyal statüleri yıkma girişimleri bu sanal dünyanın araçlarıyla yapılmaktadır. Aynı zamanda toplumların ve bireyleri ayrıştırma da aynı kolaylıkla yapılmaktadır. Bu tekniklerin sosyal planda yürüyen projeleri mükemmel sonuçlar alınarak devam ederken, siyasi ve ideolojik planda yürütülenleri de aynı başarıyı yakalamış durumdadırlar. Günümüzde özellikle İslam dünyası içindeki ayrışmalar, fikri ve ideolojik başkalaşımlar büyük oranda başka merkezlerden belirlenmektedir, tıpkı geçen yüzyılda sınırların çiziminde olduğu gibi. Irak’ın en az üçe (3) bölünmesi iki büyük saldırı ve ciddi bir lojistik harcama ile yapılmasına karşın, bugün Suriye daha az maliyetle ve gelişmiş yöntemlerle en az beş (5) parçaya bölünmüştür. Ayrıca buradaki çatışmalar ve kimlik oluşturma gerilimini. Komşu ülke topluluklarına hızla yansıdığı unutulmamalıdır.
Metamorfoz (Başkalaşım) geçiren topluluk ve bireylerle önümüzdeki yıllarda daha çok karşılaşacağız. Yerel devletlerin etkin bir kapsayıcı politika izleme kapasitelerinin olmayışı bu başkalaşım sürecini hızlandırmaktadır. Toplumların birbirlerine, ailelerin diğer ailelere, aile içinde bireylerin kendi kendilerine yabancılaşması süreci çok hızlı ilerlemektedir. Suriye sorunu dolayısıyla çok konuştuğumuz sınırların yeniden çiziliyor oluşu bu anlatmaya çalıştığım bizatihi milletler, topluluklar, gruplar, aileler, vb arasındaki görünmeyen keskin ve ayrıştırıcı sınırların çizilmesi yanında ne kadar da hafif kalmaktadır! Yakın gelecekte Ortadoğu toplumları birbirlerine yabancılaşmayla ile karşı karşıyadırlar. Bu duruma hafıza silici bir işgal pratiğini de eklemek gerekir; malumunuz İsrail işgal güçlerinin ayrılmaz parçası devasa inşaat makineleridir. İsrail bugün girmiş olduğu toprakları önce tahrip etmekte, sonra devasa inşaat makineleri ile yeni yerleşimler, yeni yollar ve yeni bir çevre inşa etmektir. Öyle ki, toprakları gasp edilen halklar topraklarına döndüklerinde kendilerine aşina bir dünya bulamayacaklardır. Ana gövde yani merkez hariç olmak üzere zalim ve mazlum kimlikleri de birbirine karışmaktadır. Bir coğrafyada mazlum statüsündeki topluluklar başak bir coğrafyada devşirilerek profesyonel savaşçılara dönüştürülmektedirler, hatta zalimleşebilmektedirler.
Günümüzde yaşadığımız yerel ve bölgesel olaylara biraz da bu gözle bakıp
değerlendirmekte yarar görmekteyim. Büyük, bağımsız, inşa edici, barış kurucu devlet olmak bunu gerektirir.
Mehmet Ali Bal / Haber7
Hangi sınırlar çiziliyor farkında mıyız?
Yaşadığımız zamanı anlamlandırmak biz olarak var olabilmek açısından çok önemli, bazen gündemin yoğun akışı ve detayları arasında boğulan zihnimizi temizleyip, varoluşsal konulara odaklanmakta yarar görüyorum. Zira, kendi varlığımızı anlamlandıramadığımız takdirde zamanın olaylarına karşı durmamız, irade gösterip kendimizi korumamız mümkün olmayacaktır. Yazının icadında olduğu gibi “Araçlar hep kralların savaşlarını, kralların fikirlerini yazacaktır”.
Bizim ise önce kendimiz olmaya sonra da kendimizi yazmaya yani kendimizi anlamlandırmaya ve bunu paylaşmaya ihtiyacımız vardır. Bugün yaşadığımız günlerin başka bir açıdan röntgenini çekmeye çalışacağım. Ama önce bazı örneklerle kısaca meramımı açıklamak istiyorum. Avrupa’da coğrafi keşifler ve sömürgecilik gelişirken bizim de içinde olduğumuz dünyanın geri kalanı için bu olayı tam kavramak mümkün değildi. Dünyanın farklı bölgelerindeki insanlar ancak kendi adalarına, kıtalarına bir gün ansızın gelen zalim, kıyıcı, işgalci ve biçimlendirici sömürgeci batılılar geldiğinde uyanıyorlardı. Dünyanın geri kalanı üzerine düşünmek gibi bir imkanları yoktu.
Osmanlı gücü Balkanlar’da ilerler ve Balkan milletleri de Haçlı destekli savaşlarla kendilerini savunmaya çalışırken kıtanın öbür ucunda başka gelişmeler oluyordu.
Portekiz’de gemici lakabı verilen bir prens Viseu Dükü Küçük Henrique (1394- 1460) Portekiz’in güneyinde kendisi için küçük bir saray yaptırarak çevresine dünyanın her tarafından gemicileri, coğrafyacıları, deniz aygıtları yapımcılarını, astronomları topluyordu. İslam dünyasından bile uzmanları barındırıyordu merkezi. Amacı Afrika’yı başka bir yoldan keşfetmek ve Hıristiyanlığı yaymaktı. Bartalomeo Dias (1450- 1500) Afrika’nın güney ucu olan Ümit Burnu'nu dolaşırken Akdeniz’in kudretli güçleri olan Osmanlı’nın, hatta tacir Venedik’in yine Kara Avrupa’sının savaşçı gücü Roma - German gücünün hele hele Balkanlardaki küçük milletlerin yeni küresel olaylara dair etkin bir tutumları yoktu. Büyük Osmanlı Gücü Hint Okyanusu'nda Portekiz korsanlarının yağmaları başlayınca tehlikeyi görmüştü. Ancak, neredeyse bir yüzyıl gecikmişti. Sadece Osmanlı Gücü değil, yukarıda saydığım Akdeniz, Balkan ve Kara Avrupa’sının diğer güçleri de bu gelişmeleri ıskalamışlardı. Bizde hezimetle sonuçlanan Viyana kuşatmasına giden Kara Mustafa Paşa’nın 600 bin kişilik ordusuna katılma savaşı veren Kadızade din adamları ile Niyazi Mısri çekişmesi yaşanırken, İngiltere’de Newton meşhur Tabiat Felsefesi'nin Matematiksel İlkelerini yazıyordu. Yeni bir bilim güneşi doğuyordu. Kainatın matematik yasaları yazılıyordu. Gelişme sorunları ve idrak meselesinin sadece bize mahsus olduğunu düşünmeyelim. Yetersiz düşünce de evrenseldir. Avrupa’da büyük kutsal ittifak veya Avrupa uyumu anlaşmaları yapılırken Atlantik Okyanusunun ötesinde bir sömürge gücü olan Amerika’da icatlar yüzyılı başlıyordu. Avrupa'daki bilimsel gelişme üzerine yeni bir teknoloji çağı başlıyordu. Tam bir yüzyıl devam eden bu icatlar ve teknoloji yüzyılı bir dev güç yaratacaktı.
Rus Çarı 1878’de Çatalca’da işgal karargâhı kurmadan iki sene öncesi T. Edison’un buluşu ampul ile New York’un iki mahallesi elektrik ile aydınlatılmaya başlanmıştı. Birinci Dünya Savaşı hele hele 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'ya kurtarıcı olarak gelen Amerikan ordusuna ait birliklerdeki zenci askerler geleneksel Avrupa’nın zihin kalıplarını yıkıyorlardı.
Sadece Avrupalıların mı? Elbette ki hayır, bizatihi kara talihli kıtanın mazlum kara insanlarının da zihinsel kalıpları altüst oluyordu. Bu tabi ki onlar için maddi ve özellikle de zihinsel esaret zincirlerini kırmak için çok olumlu bir şeydi. Irk ayrımcılığına karşı ilk isyanlar ve tepkiler bu dönemden sonra Amerika’da başlayacaktı.
Geçtiğimiz yüzyıl dünyanın gelişmiş metropollerinin başlattığı bir paylaşım savaşlarına sahne olmuştu. Bunlar öyle savaşlardı ki, Stefan Zweig gibi dikkatli bir aydın bile Belle Epoque (1871- 1914) döneminin sonunda Avrupa’da nasıl savaşın çıktığını anlayamamıştı. Ben de Kemal Karpat Hoca'nın (1923- 1919) Osmanlı’da Nüfus Kitabını okurken Osmanlı tebaasının nasıl başka uyruklara geçtiğini, Türk ve Müslüman nüfusun nasıl bir coğrafyadan başka coğrafyaya sürüldüğünü görmüş, dehşete düşmüştüm.
Çizilen Sınırlar Geçtiğimiz yüzyıl yukarıda bazı seçilmiş ve sembolik hatlarıyla anlattığım hususlar ve çok sayıda farklı dinamiklerle tahrik edilen fiziksel sıfırların çizilmesi olaylarına sahne oldu.
Kıtaların içinde, okyanuslarda devasa hatlarla sınırlar çizildi. Nüfus dalga dalga bir coğrafyadan diğerine taşındı. Bu yeni çizilen sınırlar ve oluşturulan yeni devletlerden yerel nüfuslar her şey olup bittikten sonra haberdar oldular. Bağımsızlık Savaşlarının bizatihi başat aktörleri bile çoğunlukla ana politik kararlardan haberdar değillerdi. Her gücün elindeki harita farklıydı çünkü. Bazıları yaşayabilecekleri kadar küçük bir haritanın ölçeklerini büyüterek halklarını bağımsızlığa razı ettiler. Yani bazılarına küçük coğrafi parçalar düştü. Bazılarını ise tarihin girdabı yuttu gitti. Bazı büyük güçlerin ise ellerinde diğerlerinin bilmediği haritalar vardı. 1. Dünya Savaşında İngilizlerin elindeki sömürge imparatorlukları haritaları ve Ortadoğu petrol haritaları vardı. Fransa da savaşta itilaf güçlerinden olmasına rağmen Suriye'ye sahip oldu. Suudi Arabistan ve İran dahil Körfez ülkelerinin petrolleri İngiltere’nin hakimiyetine bırakıldı. Ta ki, büyük bir güç olmaya başlayan ABD’nin Irak’ın bazı bölgelerindeki petrollerin paylaşımına katılmak istemesine kadar. Yedi Kız Kardeş bu paylaşımı ne güzel anlatır. Aynı senaryonun benzeri Afrika’da da vardır. Petrol yataklarının olduğu Nijerya İngiliz nüfuz sahasıdır. Afrika’daki istisna Cezayir’dir. Büyük fedakarlıklar ve kan pahasına Fransa’da kalmıştır.
Haritalar her dönemde başka nedenlerle sürekli değişecektir kuşkusuz. Bunların bazılarını tam olarak anlamak mümkün değildir, hele bu dönemde asıl 1. Dünya Savaşı sonrası Balkan devletleri haritalarının belirlenmesinde çok büyük payı olan ABD’li haritacı ve jeopolitik uzmanı Isaiah Bowman’ın arka plan düşüncelerini ve gizli saiklerini bilmiyoruz. Ancak, ta 1990’ların başına geldiğimizde bölgede ABD ataklarını görüyoruz. Anlayabildiklerimiz elbette var. Mesela Güney sınırımızın ve Ortadoğu haritasının çiziminde bir çizgi ile ayrılan aşiretler, aileler, su kaynakları ve hammadde yatakları yerel devletlerin değil de emperyal devletlerin menfaatlerinin ve politikalarının dışavurumudur. Nitekim yıllar sonra bazı devletlere ilişkin kararların büyük devletlerin siyasetçileri tarafından verildiği açığa çıkmıştır.
Bugün Hangi Sınırlar Çiziliyor Farkında mıyız?
Batının konvansiyonel teknoloji üstünlüğünden sonra gelen bilgi çağı dünyanın geri kalan kısmında bir aşılmaz yenilmişlik duygusu yaratmıştır kuşkusuz. Ancak, moda tabiriyle turpun büyüğünün heybede olduğu iletişim teknolojileri çağında ortaya çıkacaktır. Konvansiyonel teknoloji hatta iletişim teknolojilerinin bir kısmı yetenekli uzak doğu ülkeleri tarafından taklit edilebilmiştir. Böyle olduğunda da 2. Dünya Savaşında Japonya askeri güce başvuran bir büyük güç olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi ise iletişim teknolojilerini kısmen izinli çoğunlukla da teknoloji casusluğu yöntemleriyle elde eden ve nihayetinde kendine özgü bir üretim kapasitesi yaratan Çin yeni Yüzyılımızın hemen başında küresel challenger güç pozisyonuna yükselmiştir. Şaşırtıcı olan şudur ki, tarihte meydan okuyan (Challenger) güçler genelde askeri güç olmalarına karşın, Çin ekonomik kapasitesi yüksek bir güç olarak ortaya çıkmıştır.
Ancak, D. Acemoğlu'nun kuvvetle vurguladığı yüksek silah kapasitesine sahip ABD yani Batı'nın yeni gücü diğer tüm pariteleri sıfırlamaktadır. Ancak, ne kadar silah gücüne sahip olunursa olunsun silah ile yönetmek bugünün şartlarında bile mümkün değildir. Bu durumda her süper güç bir küresel yeni sistem geliştirmektedir. Dolayısıyla geçen yüzyılda gördüğümüz güç rekabetinin ve savaşlarının yeni yüzyılımızda çok farklılaştığını görmekteyiz. Dolayısıyla savaşların sonucu olan sınır çizmenin de mahiyet değiştirdiğini anlayabiliyoruz. Günümüzde ABD’nin resmî temsilcisi olduğu Batı gücü bir elindeki yüksek tahrip gücüne sahip silahlarına rağmen diğer elindeki kaba güç dışı seçenekleri ustalıkla kullanmaktadır.
Geçen yüzyılımızda ABD kapitalizminin güçlü kaleleri olan Üniversite ve enstitülerin yerini yüksek teknoloji şirketleri almış görünmektedir. Bu şirketlerin imkanlarıyla milliyet, etnisite, kültür, inanç dahil her şey yaratılabilmektedir. Artık sınırlar değiştirilmeden ülkelerin içindeki insanlar ve topluluklar değiştirilebilmektedir. Bugünkü Batı toplumları bu başarının en gözde nesneleri haline gelmişlerdir.
Dinlerin, kadim kültürlerin, kadim milletlerin olduğu Ortadoğu’da ise sınırları değiştirmeden ülkelerin içindeki insanları değiştirme modeli biraz farklı uygulanmaktadır. Şöyle ki, bu modelde kesmen konvansiyonel yollara da başvurulmaktadır. Mesela bir nüfus kitlesinin kendi iç dinamikleriyle ve çatışmalarıyla göçe zorlanması, ki Suriye’deki nüfusun Türkiye dahil bazı bölge ülkelerine sevki ev kabul ettirilmesi bu şekilde olmuştur. Benzeri bir örnek Kuzey Irak'taki yerel çatışmalar sonucunda yerinden ayrılan Kürt ve Türkmen nüfustur. Keza Afganistan işgali sonrası Pakistan’a sığınan Peştun nüfus da böyledir. Daha küçük nüfus hareketlilikleri ise kitlesel değil, küçük birimler şeklinde olmaktadır. Hatta bunlardan bir kısmı katı silahlı örgütler tarafından devşirilmektedir. Orta Asya’daki Uygur ve Özbek gibi bazı yapılardan devşirilen unsurlardır. Orta Asya’dan aslında Rus ve SSCB yönetimi etnisite yönetimi ve çatışmalarını manipüle etmeyi geç de olsa bize öğretmiştir. Ancak günümüzdeki başkalaştırma tamamen farklıdır. Bırakalım ülke sınırlarını aile sınırlarını bile aşan sanal güçler ve saldırılar son derece etkindirler. Bazı inanç denemeleri, sosyal statüleri yıkma girişimleri bu sanal dünyanın araçlarıyla yapılmaktadır. Aynı zamanda toplumların ve bireyleri ayrıştırma da aynı kolaylıkla yapılmaktadır. Bu tekniklerin sosyal planda yürüyen projeleri mükemmel sonuçlar alınarak devam ederken, siyasi ve ideolojik planda yürütülenleri de aynı başarıyı yakalamış durumdadırlar. Günümüzde özellikle İslam dünyası içindeki ayrışmalar, fikri ve ideolojik başkalaşımlar büyük oranda başka merkezlerden belirlenmektedir, tıpkı geçen yüzyılda sınırların çiziminde olduğu gibi. Irak’ın en az üçe (3) bölünmesi iki büyük saldırı ve ciddi bir lojistik harcama ile yapılmasına karşın, bugün Suriye daha az maliyetle ve gelişmiş yöntemlerle en az beş (5) parçaya bölünmüştür. Ayrıca buradaki çatışmalar ve kimlik oluşturma gerilimini. Komşu ülke topluluklarına hızla yansıdığı unutulmamalıdır.
Metamorfoz (Başkalaşım) geçiren topluluk ve bireylerle önümüzdeki yıllarda daha çok karşılaşacağız. Yerel devletlerin etkin bir kapsayıcı politika izleme kapasitelerinin olmayışı bu başkalaşım sürecini hızlandırmaktadır. Toplumların birbirlerine, ailelerin diğer ailelere, aile içinde bireylerin kendi kendilerine yabancılaşması süreci çok hızlı ilerlemektedir. Suriye sorunu dolayısıyla çok konuştuğumuz sınırların yeniden çiziliyor oluşu bu anlatmaya çalıştığım bizatihi milletler, topluluklar, gruplar, aileler, vb arasındaki görünmeyen keskin ve ayrıştırıcı sınırların çizilmesi yanında ne kadar da hafif kalmaktadır! Yakın gelecekte Ortadoğu toplumları birbirlerine yabancılaşmayla ile karşı karşıyadırlar. Bu duruma hafıza silici bir işgal pratiğini de eklemek gerekir; malumunuz İsrail işgal güçlerinin ayrılmaz parçası devasa inşaat makineleridir. İsrail bugün girmiş olduğu toprakları önce tahrip etmekte, sonra devasa inşaat makineleri ile yeni yerleşimler, yeni yollar ve yeni bir çevre inşa etmektir. Öyle ki, toprakları gasp edilen halklar topraklarına döndüklerinde kendilerine aşina bir dünya bulamayacaklardır. Ana gövde yani merkez hariç olmak üzere zalim ve mazlum kimlikleri de birbirine karışmaktadır. Bir coğrafyada mazlum statüsündeki topluluklar başak bir coğrafyada devşirilerek profesyonel savaşçılara dönüştürülmektedirler, hatta zalimleşebilmektedirler.
Günümüzde yaşadığımız yerel ve bölgesel olaylara biraz da bu gözle bakıp
değerlendirmekte yarar görmekteyim. Büyük, bağımsız, inşa edici, barış kurucu devlet olmak bunu gerektirir.
Mehmet Ali Bal / Haber7