The Economist'in bitmeyen karın ağrısı
- GİRİŞ21.01.2023 09:21
- GÜNCELLEME23.01.2023 08:50
ABD merkezli The Washington Post gazetesi geçtiğimiz günlerde ilk işaret fişeğini fırlatmış, "2023’te dünyanın en önemli seçim Türkiye’de yapılacak" demişti.
Gazete bu fikri öne sürerken, Türkiye’deki seçimlerin sonuçlarının Washington, Moskova, Avrupa, Orta Doğu ve Asya’da jeopolitik ve ekonomik hesapları şekillendireceğini dile getiriyordu.
Tersinden baktığınızda, Tayyip Erdoğan döneminde dış politikada küresel ölçekte ses getiren işler yapan Türkiye’nin bu atılımlarının devam edip etmeyeceğinin bu seçimlere bağlı olacağına değinen bir yazı olarak da bakabilirsiniz buna.
Bu durumda Erdoğan’ın yeniden seçilmesi halinde Dünya’ya Ankara’dan bakan ve Türkiye’nin menfaatlerine odaklı bu atak dış politikanın devam edeceğini, rakibinin seçilmesi halinde ise, bu ataklardan vazgeçip, güven vermeyen bir himaye karşılığında içe kapanan, dış politikadaki iddialarından ve milli/yerli savunma hamlelerinden vazgeçen bir Türkiye görünümünün karşımıza çıkacağını varsaymak mümkün hale gelebiliyor.
BATI’NIN İKİLEMİ: TÜRKİYE’NİN GÜCÜNDEN YARARLANMAKI MI? GÜÇTEN DÜŞMESİNİ SAĞLAMAK MI?
The Washington Post’un Türkiye’deki seçimlerin sonuçlarının ne kadar önemli olduğuna değinirken meseleye daha dürüst bir yerden baktığını söyleyebiliriz.
En azından The Economist gibi ‘bel altı’ vuruşlarla asıl ‘karın ağrısını’ gizlememeleri iyi bir şey.
Küresel vesayet sisteminin göz önündeki sözcülerinden biri olarak (mouthpiece) olarak gösterilen The Economist’in AK Parti yönetimleri ve Erdoğan’a başından beri ‘kıl olduğunu’ daha önceki seçimlerde sergiledikleri, ‘ukalaca’ tutumlarından biliyoruz.
2011 SEÇİMLERİNDEN ÖNCE NE DEMİŞLERDİ?
Mesela ben sizi şimdi 2011 seçimleri öncesine götüreyim ve o dönemde yine seçimlerden önce bu dergide çıkan bir yazıdan bahsedeyim.
Kapak yaptıkları bu son sayıdaki üsluba göre daha ılımlı bir tarzla yazılmış olan yazıda önce AK Parti iktidarı göklere çıkarılıp şunlar dile getiriliyor:
"Ak Parti, 2002 Kasım’ında tek başına iktidara geldikten sonra, ekonomide çok güzel işler yaptı. Avrupa Birliği ile müzakerlerin başlaması için gerekli olan reformları gerçekleştirdi. Komşularla ilişkileri geliştirmek için dış politikada çok aktif davrandı. Ve ordu, politikadan elini çekip, kışlaya keskin bir dönüş yaptı. Bütün bu başarılar sayesinde Türkiye hem bölgesinde hem de Dünya’da büyük bir ekonomik ve siyasi güç haline gelmiştir."
Ama durun bir dakika!
Bu kadar övgüler düzüldükten sonra yazıda asıl meramı yansıtan şöyle bir çağrı yapılıyordu:
"Biz, (Economist olarak) Türklere CHP için oy vermelerini tavsiye ediyoruz.!"
Aradan bunca sene geçtikten sonra, The Economist’in Türkiye’deki seçimlere bu kadar burnunu sokma niyetinde değişen bir şey olmadığını görüyoruz.
Ancak bu defa bu son sayıda görüldüğü gibi, biraz ‘eteklerin tutuşması’ hali kendini belli ediyor.
“Erdoğan yine kazanırsa telaşı” da diyebiliriz buna.
Erdoğan’ın Türkiye’de ilk serbest seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs 1950’nin rüzgarını yeniden yakalama çabası içinde olduğu bir dönemde, “Türkiye diktatörlüğün eşiğinde” başlığıyla kapak yapılması, çok enteresan gerçekten.
BİR GEREKÇE DE EKONOMİNİN ARTIK ŞANTAJ ARACI OLARAK KULLANILAMAMASI MI?
Peki, nedir bu telaşın sebebi?
Birincisi, Erdoğan’ın Türk halkının menfaatini gözeten, ülkenin egemenliğini önceleyen bağımsız dış politikasından duyulan rahatsızlık.
Ama bana kalırsa ikinci bir gerekçe daha var.
Ne mi?
Bir yılı aşkın bir süredir uygulanmakta olan yeni ekonomi politikasıyla ekonominin şantaj aracı olarak kullanılamaz hale gelmesinin getirdiği bir huzursuzluk hali.
Nasılsa başarılı olamayacak, nasılsa gidip duvara toslayacak diye düşünülen Erdoğan’ın yeni ekonomi politikası, gün geçtikçe o türden görüşleri geçersiz kılan bir performans sergilemeye başladı.
Türkiye küresel vesayet sisteminin iradesi dışına çıkan adımlar attığında yahut Kuzey Suriye’de olduğu gibi kendi toprak bütünlüğü için hayati niteliği olan operasyonlara giriştiğinde, ‘sıcak para’ ekonomisi, ‘jeo/politik riskler’ başlığı altında bir şantaj aracı olarak kullanılıyordu.
Trump’ın 2018’de yaptığı “Ekonominizi mahvederim” çıkışı tam da böyle bir zemine oturuyordu.
Bir başka deyişle sıcak para ekonomisi Türkiye’yi zapt-u rapt altında tutmanın elde avuçta kalan son birkaç enstrümanından biri olarak duruyordu.
Ama şimdi bu şantaj enstrümanı işlevsiz hale geldi.
Sıcak para önemli ölçüde ülkeyi terk etmesine rağmen, ihracat ve üretime dayalı yeni model, hem başarılı bir performans ortaya koydu, hem de ekonomiyi dış etkilere/şantajlara karşı daha dirençli hale getirdi.
BATI’DA SAĞDUYULU SESLER DE VAR
Aslında Batı’nın Türkiye’ye karşı sergilediği “Yap hep-ya hiç” politikası, bir başka deyişle “Ya benimsin ya toprağın” yaklaşımına karşı, ‘durumu kabul edip’ Türkiye’nin yeni gücünden pozitif şekilde yararlanmayı öneren sağduyulu görüşler de var.
Türkiye’de adı pek bilinmeyen Washington merkezli The Hill’de yayınlanan makaleden aktaralım:
-Erdoğan, ulusal çıkarları doğrultusunda bağımsız reel bir politika izliyor.
-Erdoğan, Türkiye'nin Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkaslar'da nüfuz sahibi olmasını sağladı.
-Türkiye, önemli bir bölgesel ve küresel aktör.
-Türkiye'yi Saf dışı bırakmak yerine stratejik empati yapmalı ve çadırın içinde tutmalıyız.
-F-16 satışını yasaklamakla Erdoğan politikası değişmez, alternatif kaynaklar bulur.
-Giderek çok kutuplu hale gelen bir dünyada ABD, gücünün sınırlarını kabul etmeli ve bu kapsamda da Türkiye iyi bir örnektir.
Amerikan medyasında böylesi görüşlerin yer bulması, her ne kadar yaygın şekilde benimsendiği ayrı bir tartışma konusu olsa bile, yine de bir şeydir.
Yorumlar23