Yüzyılın kimsesizler mezarlığı; Ege ve Akdeniz
- GİRİŞ22.06.2023 08:48
- GÜNCELLEME23.06.2023 08:51
Kadınlar ölüyor, analar ve babalar boğuluyor. Çocuk ve bebeklerin cansız bedenleri Ege ve Akdeniz’in turistik sahillerine gelişigüzel savruluyor.
Dünya neden sessiz?
Gün geçmiyor ki bir göçmen teknesinin alabora olma haberi, konuya duyarlı ajanslara düşmesin. Bu sahipsiz göçmenlerin yardım çığlıkları neden hiç kimse tarafından duyulmuyor? Denizin orta yerinde fark edilen dayanıksız tekneler, göz göre göre neden başka sınırlara itiliyor ya da mutlak bir ölümün kucağına atılıyor? Şişme botlar neden bile-isteye delinip mülteciler bütün dünyanın gözleri önünde kurtuluş umudunun mucizelere kaldığı beyhude bir mücadeleye mahkûm ediliyor?
Bunca yaşanan insanlık dramı karşısında vicdanlar neden hareketsiz?
Hiç kimsenin doğduğu yeri seçme şansı olmadığı halde bazı insanların vatansız bırakılması ne büyük bir hüsran. Yaşadığı topraklarda gün yüzü göremediği için ölümü göze alıp kaçmak zorunda kalmak ne kadar acı. Daha mutlu yarınları olsun diye küçük yaşta mülteci yaptığı çocuğunun gözü önünde ölüm yolculuğuna karar vermek, ölümle pençeleşmek, bütün aileyle birlikte ölüme yürümek ve kimsesizler mezarlığı haline gelen Akdeniz’in derin sularında kaybolup gitmek ne hazin bir hikâye.
Yüzyılımızın bu en yaman çelişkisinde adalet neden kimsesiz?
Petrolün, doğalgazın, türlü yeraltı zenginliklerinin, sömürü ve istilanın kokusu alınınca mal bulmuş mağribi gibi batılıların akınına ve gövde gösterisine sahne olan Ege ve Akdeniz’de söz konusu yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan mülteciler olunca gözler neden körleşiyor, kulaklar neden sağırlaşıyor, vicdanlar neden ağırlaşıyor? Okyanusta bir petrol sızıntısında bocalayan balinayı kurtarmak için seferber olan sahte hürriyet kahramanları söz konusu analar, babalar, çocuklar ve günahsız bebeklerin çırpınışları olunca neden son derece duyarsızlaşıyor?
Sözüm ona demokrasi, hak ve hürriyet çağında özgürlük neden sahipsiz?
Bütün bu olup bitenler müflis dünya siyasetinin enkazından başkası değildir. Evet, dünya siyaseti haktan, hukuktan, özgürlükten, insan haklarından ve adaletten yana artık iflas bayrağını çekmiştir. Geriye sadece bu fiili durumun ilanı kalmıştır. Dünyada bu çıplak gerçeği her yer ve ortamda gür bir sesle haykırmaya cesaret edebilen tek lider ise Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’dır. O önce “dünya beşten büyüktür” diyerek bu muasır çarpıklığa isyan etti. Bu, bir nevi dünyada güç ve iktidar sahiplerine meydan okumak anlamına geliyordu. Bu yüzden o süreçte ülkemizin başına gelmeyen kalmadı. Ardından bu söylemini “daha adil bir dünya mümkün” diye manifestolaştırarak dünya müstekbirlerinin suratına çarptı. Hepsi
paniğe kapıldılar. Zira bu manifesto, dünya yönetiminde adalete dayanan yeni bir medeniyetin ayak seslerinin güçlü bir habercisiydi. Bu defa onu yeniden cumhurbaşkanı seçtirmemek üzere ahitleştiler. Lakin ne yaptılarsa başaramadılar. Zira kader, daha adil bir dünyanın oluşumuna dair ağlarını sabırla örmeye devam ediyordu.
Medeniyet farkı; Dünya öldürmeyi, Türkiye yaşatmayı tercih ediyor.
Dünyada her ne olduysa yüzyılın başında kıtalara dek uzanan güçlü kollarımız budanıp kısaltıldıktan sonra oldu. Bizden sonra meydan, Afrika’nın ve Orta Doğu’nun yer altı zenginliklerine çöküp bu kıtanın can suyunu sakırtlak gibi emen ve oradaki insanları yeni bir hayata tutunabilmek için zorunlu göçe mecbur bırakan vicdansız sömürgecilere kaldı.
Bizden sonra koca dünya meydanı; Afrika’yı sömürüp yoksullaştıranlara, Orta Doğu’yu kendi sömürgeci yaklaşımları doğrultusunda şekillendirenlere, özgürlük getirmek amacıyla kendi yağında kavrulan ülkeleri istila edip bölenlere, Afganistan, Irak, İran gibi köklü medeniyetlere annelik eden coğrafyaları ateşe verip kendi yumurtalarını pişirenlere, kurdukları terör örgütleri marifetiyle ülkelerin demografik yapısını dizayn edip yerli halkları ölümle göç arasında hayati tercihe zorlayanlara, daha çok silah satmak amacıyla ülkeleri karıştırıp kendilerine yeni pazar kapısı aralayanlara, kurdukları çelikten çarklara çomak sokma iradesi göstermeye niyetlenenleri ambargo ve türlü baskılarla dizginlemeye çalışanlara ve nihayet insanlık adına bütün bu çarpık uygulamalar neticesinde dünyayı mülteciler yurdu haline getirenlere kaldı. Bunun neticesinde de bugün Ege ve Akdeniz bir mülteciler, sahipsizler, çaresizler ve kimsesizler mezarlığı haline geldi.
Bu hazin süreçte Türkiye, bütün riskleri göze alarak komşularına kucak açtı. Yüzyılın seçimini, ekonomik durumunu ve sosyal barışını riske ederek geçici sığınmacılara nefes olmaya çalıştı. Bu çağ yangınına karşı vicdanını karartmadı, gözünü kapatmadı. Bütün dünyaya eşine az rastlanır bir insanlık dersi verdi ve hala da vermeye devam ediyor. Herkes bu insanları öldürmeyi, kadın, çocuk ve bebek demeden hayatlarını soldurmayı tercih ederken içinde bulunduğu onca zorluğa rağmen Türkiye onlara sabırla can suyu olmaya devam ediyor. İşte bu, batı ve İslam medeniyeti arasındaki temel farktır. Belki de Ege ve Akdeniz’e iki soykırım anıtı dikerek batının bu çirkin yüzünü kalıcı hale getirmenin tam vaktidir.
Batı, insanlığa yaptığı bütün bu haksızlıkların, hukuksuzlukların, zulümlerin, vicdansızlıkların, insanlık dışı muamelelerin ve nihayet bu soykırımın vebalini nasıl ödeyecek? Onları sıgaya çeken bir Molla Kasım gelmeyecek mi? Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “daha adil bir dünya mümkün” çağrısına dünya daha ne kadar kayıtsız kalabilecek? Bekleyip göreceğiz. Biz şimdilik dünyayı mülteciler yurdu haline dönüştürerek kendi halklarını refah içinde yaşattığını zanneden müflis sömürgecilere Üstad Necip Fazıl’ın çarpıcı dizeleriyle soralım bunu;
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel Gündoğdu
murselgundogdu@gmail.com
Yorumlar7