O’nun Gelişi Ya Da Kutlu Doğum
- GİRİŞ27.09.2023 09:06
- GÜNCELLEME28.09.2023 12:50
Dün akşam idrak ettik, O’nun gelişini.
Diyanet İşleri Başkanlığı da “Peygamberimiz, İman ve İstikamet” başlığı ile “2023 yılı Mevlid-i Nebi ile Camiler ve Din Görevlileri Haftasının tanıtımını bir sinevizyon sunumuyla duyurdu.
Ben de bugün sizlere, belki de Türkiye medyasında ilk kez Efendimizin (sav) bebekliği ile ilgili bir metin sunacağım.
Bu metni, 1960’lı yıllarda basılmış olan “Hz. Peygambere Şiirler Antolojisi” kitabından aldım.
Metni, Necip Fazıl Kısakürek çevirmiş.
Peygamber Efendimizin sütannesi Halime Hatun, O’nun bebekliğini anlatıyor.
İşte Halime annemizin dilinden Efendimizin (sav) bebekliği:
“Zevcim beni aldı ve Âmine Hatun’un evine götürdü.
Âmine Hatun beni güler yüzle karşıladı ve çocuğun odasına götürdü.
Çocuk, altında yeşil ipekten bir şilte, beyaz yünden bir sargıya sarılmış, arka üstü mışıl mışıl uyumakta... Her nefes alışında, etrafa bir benzerini hayal etmek mümkün olmayan nefîs kokular yayılıyordu.
O kadar güzel, o kadar sevimliydi ki, uyandırmaya kıyamadım.
Elimi göğsüne değdirerek, okşamak istedim.
Gülümseyerek gözlerini açtı.
Duyduğum câzibe hissinden sanki büyülenmiştim.
İrâdesizce çocuğu kucağıma aldım.
Gözlerinden öyle bir nur fışkırıyordu ki, gökleri deliyordu. Yavruyu iki gözünün arasından öptüm.
Sağ göğsümü uzattım.
Hemen aldı ve dilediği kadar emdi.
Sonra sol göğsümü verdim.
Almadı.
Ondan sonra da hep böyle oldu.
Hiçbir zaman sol göğsümden süt almadı. Oymağımızın olduğu yere geldik.
Çocuğu, en titiz itinâ ile yeni evindeki yeni köşeye bıraktım. Kocam sevinçler içinde, manzaraya baktı.
Sonra devemizi sağmaya gitti.
Devemiz de kısır ve kuru bir şeydi.
Sütü çok azdı.
Oğlum Abdullah’a bile yetmiyordu.
Biraz sonra yanımıza gelen kocam bana seslendi: «Yâ Halime! Aldığın öksüzün ayağı çok uğurlu... Kısır devenin memelerini dopdolu buldum.
Bak, şu bakracın içindeki süte!.. Îşte şimdi sağdım bunu!.. Haydi içelim!..» Kısır devenin, belki günlerce üst üste eklense bu kadar tutmayacak olan sütünü içtik.
Çocuk evimize gelir gelmez, sanki bereket yağmuru altında kaldık.
Bütün sıkıntılarımız uçup gitti, gecelerimiz sabah ışığıyla doldu.”
Yaratılmışların sebebi olan, iki cihana Efendi olan, vefatının üzerinden bunca asır geçmesine rağmen bugün hala yeryüzünde en çok sevilen ve giderek daha çok sevilecek olan, bütün insanlığın ufku Bir Şahsın bebekliğinin de böylesine bereketli ve uğurlu olması kadar normal ne olabilir ki?
Benim özel dünyamda da, Kutlu Doğum adını duyar duymaz, bir aydınlanma, daha doğrusu, zifiri karanlığın ortasında bir ışık patlaması gelir aklıma.
Kısmî bir karanlığın ışığa dönüşmesi değildir bu patlama.
Bu aydınlanma evrensel bir aydınlanmadır, evrensel bir ışık patlaması; mesela, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, ahlakta, bilgide… bir değişim ve dönüşüm değildir sadece.
Bu aydınlanma insanı, insan dışındaki tüm canlıları ve hatta eşyayı da içine alan her “şeyde”, her “halde” ve her “zamanda” büyük bir başkalaşım, değişim ve dönüşümdür.
Şöyle de diyebiliriz: İnsanı muhatap alan ve insanın muhatap olduğu bozulmuş ve kirletilmiş olan her şeyin kaynağına, yaratıcı iradenin istediği “aslına” dönüştürülmesinin “nasılını” tarif edecek ve hatta bizzat yaşayarak gösterecek bir doğumdur Peygamberimizin doğumu.
İnsanı aslına döndürme, eşyayı kendi hüviyetine kavuşturma, zamanı anlamlandırma ve adeta tüm kâinatı sünnetullah çerçevesinde yeniden bir Elçi eliyle onarmanın adıdır Kutlu Doğum.
Gönüllerimizi aydınlatan,
İnsanı cahiliye karanlığından kurtaran,
Kâinatı bir kutlu aydınlık ile kuşatan,
Hiç görmedikleri halde milyarlarca insanın asırlardır eşinden, dostundan, çocuklarından, ana ve babasından daha fazla sevdiği yüce gönüllü önderimiz safalar getirdin, hoş geldin.
Hakkında nice Na’tlar, şiirler, mevlitler, mersiyeler, gazeller yazılmıştır.
Mesela Fuzuli bir gazelinde:
“Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su,
Habîbüm fasl-ı güldür bu; akarsular bulanmaz mı?
Demiştir.
Şeyh Galip ise:
“… Allah'ın hediyesi olan ruhlar, Peygamberler Şahının yolunda topraktır.
O Şah'ın tahtının mekânı yoktur, melekler O'nun süpürgecisidir.
Ay, O Şah'ın ayağını öpmek için parça parça oldu.
Cebrail O'na verilen ihsanın habercisi, Mikail O'nun kâhyasıdır.
O'nun temiz varlığı “Levlak” ile tavsif edilmiştir.
Kur'an'a göre vasfı ise zarfla mazruftur.
O'nun tâkının kapısı KÂBE KAVSEYN'dir;
ayağının bastığı yer iki âlemin ilmidir.
Payesi, gökler ülkesinin hükümranlığı,
gölgesi yeryüzünün Ay'ıdır.
Vahdeti bilen, vahdet ile peygamberliğin aynı şey olduğunu söyledi.
Madem ki O nur yaratılmışların ilkidir, O'na Hûda'yı takip eden desem mazurum.
Beşerin babası olan Hazret-i Âdem peygamberlik bahçesinde bir ağaçtır.
Nuh gözyaşları dökerek O'nun güzelliklerinin denizinde gemici oldu.
Nil coşunca O'nun feyzi Musa'ya Hızır gibi yetişti.
Şeriatiyle silahlanınca, putları kırmak İbrahim'e düştü.
İdris, O'nun büyük miracını gökyüzü varlıklarına öğretti.
O'nun kıymet biçilmez güzelliği öyle bir derecededir ki Yusuf O'na satılık bir köle olur.
O'nun geldiğini müjdelemek için İsa sanki tâ feleğin minberine çıkmıştır.
O'nun yaratılması, kâinat'ın varlığına sebeptir;
O'nun ümmetleri ilmin sırrına mirasçıdır.
İlahi vahdetin aynasıdır; varlığının aynası da aynen kendisidir.
Gerçek iman'ın ne olduğunu bil; sana bir Peygamber, bir de Allah kâfidir.
Susayanlara su vermesi pek boldur.
Mucizesi parmakla gösterilir.
Miraç gecesinin siyah miski onun Peygamberlik beratının tuğrasıdır.
Söz keramet kaynağı bile olsa elbette Kur'an'a benzemez.
Kur'an, Resul'ün vasıflarını ve büyük ahlakını tarif etmiştir.
Ey Kalem! Sözlerini kâfi gör.
Allah, levh-i mahfuza kalemle yazmıştır…''
Yani büyük aşkın güzel yolcusu Şeyh Galip adeta bize de şunu diyor, “Kalemler üstünde bir kalem vardır.''
Doğru söylemiş, bizim kalemlerimiz eksik ve çekingen çünkü; söz konusu Efendimiz olduğunda, onun karşısında; üzerinden sisi sıyrılan küçük bir kara taş kadar suskunum.
Tuğla tuğla yükselip burçlaşan bir kardeşlik duvarında işe yaramamışım, Filistinli bir çocuğun sapanında olamamışım, Mısır’da kardeşlerimizin üzerine kurşun yağdıran bir zalimin ayağına takılıp onu düşürememişim.
Burma'da, Orta Afrika'da kardeşlerimi diri diri ateşe atan insanlık düşmanı barbarları durduramamışım.
Suriye'de, Çeçenya'da, Afganistan'da, Türkistan'da, Kırım'da, Irak'taki kardeş yaralarına bir dirhem merhem olamamışım, akan kanların durmasında, durulmasında hiçbir işe yaramamışım; küçük, siyah bir taş kadar mahcup ve faydasızım.
O yüzden başımı kaldırıp yüzüne bakacak yüzüm yok, o yüzden kalemim hem çekingen hem de utangaç.
Yürümemizi istediğin Kutlu ve aydınlık yol'u yürüyecek mecali olmayan dizlerimiz, birbirimize olan öfkenin yollarında çokça istekli ve acımasız oldu.
Bizi bize vurdurma ve bizde var olan ne varsa elimizden alma konusunda öylesine ustalaştılar ki artık, sözlerimiz kavi olsa neye yarar, dillerimiz gevşek, halimiz hal değil.
Gönül coğrafyamızın pusulası bozuldu, kardeşler birbirini tanıyamıyor.
Çünkü;
ülkelerimizi küçültüp,
Egolarımızı büyüttüler.
Ama gene de hep umut ettik ve ediyoruz çünkü ümitsizliğe izin yok, şair de öyle demiş zaten:
“Benim iki cihan içre muradım Hudâ'dandır,
Ümidim rüz-ı mahşerde Muhammed Mustafa'dandır'.'
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar23