Hristiyan Dünyada Yahudilik Algısının Dönüşümü 2
- GİRİŞ16.11.2023 08:17
- GÜNCELLEME16.11.2023 08:18
Tanrı Katilliğinden Mesih Şahitliğine;
Hristiyanlığı benimseyenlerin yaklaşımına göre Mesih İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürülmesi takip eden asırlar boyunca Hristiyan dünyada Yahudilerin “Tanrı Katili” olarak görülmelerine, aşağılanıp yok sayılmalarına, sürgüne ve soykırıma uğramalarına sebebiyet vermişti. Bu meseleyi yazının ilk bölümünde ana hatlarıyla özetlemiştik.
2. Dünya Savaşı esnasında Hıristiyan Avrupa’nın orta yerinde Musevilere yönelik Holokost (soykırım) hem Hıristiyan hem Yahudi dünyada derin kırılma ve sorgulamalara neden oldu. Nitekim ilerleyen süreçte Hristiyanlar, Yahudi düşmanlığı meselesi üzerine kafa yorup birbiri ardınca adımlar atmaya koyulurken Siyonist Yahudiler de asırlardan beri hayal ettikleri bir devlete kavuşma yolunda önemli mesafeler kat etmeye başladılar.
Bendenize göre geçen yüzyılın küresel oyun kurucuları bu süreçte aktif olarak devredeydi ve dünyanın özellikle de Ortadoğu’nun geleceğine yönelik hazırladıkları sinsi planı uyguluyorlardı. Zira tarihin sıfır noktasında Filistin coğrafyasında yolları kesişen Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkiler tarih boyunca dini, sosyal ve siyasi olarak kapanması mümkün gözükmeyen derin ayrılıkların ve şiddetli çatışmaların gölgesinde ilerlerken, 2. Dünya savaşından sonra hızla yön değiştirerek yepyeni bir yaklaşımın, uzlaşı ve dostluk kavramlarının etrafında yeniden şekillenmeye başladı. Aslında bu durum yeni dünyanın geleceğine müdahil olan gizli bir merkezin tarihin akışına kendi planları istikametinde yön vermesinden başka bir şey değildi.
"HRİSTİYANLIK BÜYÜK DEĞİŞİM VE KIRILMA YAŞAMIŞ BİR DİNDİR"
Hristiyanlık kendi içinde büyük değişim, kırılma ve dönüşümler yaşamış bir dindir ama Yahudilikle ilişkileri açısından onlardan hiçbiri 2. Vatikan Konsili kadar derin ve sarsıcı olmamıştır.
Tarihte Hristiyanlığın yaşadığı en önemli kırılmalardan birisi Batı Kilisesi ile Doğu Kilisesinin ayrılmasıydı. Orta çağ boyunca birbirlerini rakip olarak gören Batı Roma'daki Papalık ile İstanbul'daki Doğu Roma-Bizans Patrikliği dini ve siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle 1054 yılında karşılıklı aforoz süreciyle ayrıldılar. Yeniden örgütlenme süreçleri, aralarındaki görüş ayrılıklarını daha da belirginleştirdi. Nihayet 1204 yılında yapılan 4. Haçlı seferinde Kudüs’e gitmek üzere Avrupa’dan yola çıkan ordu, yön değiştirip İstanbul’a gelince ve şehri yağmalayıp buradaki Hristiyanlara çeşitli zulümlerde bulununca bu ayrılık iyice derinleşti. Hristiyanlığın yaşadığı bir diğer kırılma ise 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesi'ne ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda Protestan Kilisesi’nin Batı Hıristiyanlığı bünyesinden ayrılmasıydı.
XVI. Yüzyıl, Avrupa’yı derinden etkileyen Rönesans ve Reform asrıydı. Bu dönemde yaşanan kültürel ve dini alandaki gelişmelerden Katolik Kilisesinin uzak kalması mümkün değildi.
Nitekim Kilise, 1545-1563 yılları arasında düzenlediği Trento Konsili aracılığıyla bu yeni gelişmelerle yüzleşip birtakım tedbirler aldı. Ne var ki Kilise bu konsilde modern dünyanın gerçekleri ile yüzleşmek yerine merkeziyetçi, baskıcı ve otoriter bir tutum belirleyip geleneksel yapısını güçlendirme ve bu sayede varlığını koruma yolunu seçti. Bu durum ilerleyen süreçte Kiliseyi hem dış tehditlere açık hale getirdi hem de içten içe çökertmeye başladı. Öyle ki 1870’te toplanan I. Vatikan Konsilinde “Papa’nın Yanılmazlığı” dogmatik kararının alınması bile Kiliseyi modern hayatın gerçekleri karşısında zor durumda bırakmaktan ve Hıristiyan dünyasını içinde bulunduğu parçalanmışlıktan kurtaramadı.
KİLİSENİN İKİ HAYATİ ADIMI
1929 yılında İtalya ile Papalık arasında imzalanan Lateran Antlaşması ile Vatikan Devleti kuruldu. 1948’de ise İsrail Devleti ortaya çıktı. Bu iki gelişme Yahudilik ile Hıristiyanlık arasındaki meseleyi dini alandan siyasi boyuta taşıdı. Zira Kilise hala 2. Dünya savaşında Yahudilere uygulanan soykırımın suçluları arasında gösteriliyordu. Bu durum ilerleyen süreçte Kiliseyi hem bu tür yeni gelişmelere ayak uydurma hem de kendi iç bünyesinde yapısal reformlar yapma gibi iki hayati adım atmaya zorladı.
Bunun için 1962 yılı beklenecek ve büyük bir Konsil toplanarak dış dünyada yaşanan gelişmeler karşısında iç bünyedeki köklü sorunlara kalıcı çözümler aranacaktı. Zira 19. Yüzyılda küresel bazda yaşanan dini, siyasi ve sosyal değişimlere ek olarak Dünya savaşlarının ortaya çıkardığı devasa sorunlar; sömürgecilik sonrası yeni devletlerin ortaya çıkması, komünist sistemin başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri, Çin ve Güney-Doğu Asya ülkelerinde yerleşmesi, teknoloji ve tıp alanındaki gelişmeler, milletler arasında baş gösteren ekonomik güç dengesizliği, Fransız İhtilali ve Aydınlanma düşüncesinin getirdiği insan haklarına dair söylemler, demokrasi ve özgürlük talepleri ile manevi değerlerin karşı karşıya olduğu büyük risklerin yanında Hıristiyan dünyadaki fikir ayrılıkları nedeniyle artan çatışmalar, Kiliseyi yeni tavırlar almaya mecbur bıraktı.
Bu anlamda 2. Vatikan Konsili, 18. Yüzyıldan itibaren süregelen modern dünyanın meydan okumalarına karşı Katolik Kilisesi’nin bir cevabı olmanın yanında hem yapısal değişikliklerle kendisini yeniden şekillendirdiği hem de Hristiyanlık-Yahudilik ilişkileri açısından devrim niteliğinde kararların alındığı keskin bir dönüm noktasını işaret eder ki yazımıza konu olan Hristiyan dünyada Yahudi algısının “Tanrı Katilliğinden” “Mesih Şahitliğine” evrilmesi süreci de bu Konsil neticesinde gerçekleşmiştir.
1962 yılında Papa 23. John tarafından toplanan 2. Vatikan Konsili hem Hıristiyan ilâhiyatına dair aldığı kararlar hem de diğer dinler gibi Yahudilerle olan ilişkileri de yeni baştan şekillendirdi. Bu Konsil bir yandan Hristiyanlığın kadim yaklaşımına taban tabana zıt bir tutum sergiledi ve asırlardır süregelen Kilise geleneğini kökten değiştirip yeniden yorumladı. Diğer taraftan da yeni bir dönemin kapılarını ardına kadar aralayarak Hıristiyan dünyada devrime imza attı. Konsil kararları Hıristiyan gelenekte şiddetli kırılmaya neden olmanın yanında Hristiyanların o güne kadar “Tanrı’nın dışlanmış kavmi” olarak gördüğü Yahudilere karşı yaklaşımıyla da Hristiyanlık-Yahudilik ilişkisinde yepyeni bir dönemi resmen başlattı.
NOSTRA AETATE YA DA YAHUDİLER VE HRİSTİYAN OLMAYAN DİNLER ÜZERİNE
1962 ve 1965 yılları arasında dört oturumda gerçekleşen 2. Vatikan Konsili, 4 yasa 9 kararname ve 3 bildiri olmak üzere 16 belge yayınlayarak sona erdi. 3 bildiriden biri olan “kilisenin Yahudiler ve diğer dinlerle olan ilişkisi” pek çok tartışma neticesinde oy çokluğuyla kabul edildi.
Beş bölüme ayrılan bu metnin ilk bölümünde, kilisenin insanlar arasında sevgi, birlik ve kardeşliği teşvik etmek amacıyla görevlendirildiği, insanlığın ortak bir kökene ve amaca sahip olduğu, Tanrı’nın tüm insanlığı cennette kendisiyle bir olmak gibi nihai bir amaç için yarattığından bahsedildi. İkinci bölümde Hinduizm ve Budizm gibi dinlerde eksik olsa da kurtuluşa götüren kutsal şeylerin varlığı kabul edilerek bu dinlerin takipçileriyle diyalog ve iş birliği yapılması vurgulandı. Müslümanlara hasredilen üçüncü bölümde Hıristiyan ve Müslümanlar arasında barışın geliştirilmesi teşvik edildi. Yahudilere ayrılan dördüncü bölümde, Yahudi ve Hıristiyanların ortak manevi mirasa sahip olduklarından bahisle Mesih İsa’nın çarmıha gerilmesinden Yahudilerin hepsinin sorumlu tutulamayacağı, her ne kadar Hristiyanlar Tanrı’nın yeni halkı olsa da Yahudilerin lânetlenmiş ve reddedilmiş olarak sunulamayacağı ifade edilerek Yahudilere yönelik her türlü zulüm ve antisemitik davranışlar kınandı. Beşinci bölümde ise insanlar arasında ayrımcılığa yol açacak uygulamalar kınanarak milletler arası barışın tesisine yönelik yeni adımlar atılması tavsiye edildi.
Böylece Nostra Aetate ile Hıristiyan ve Yahudiler arasında “Tanrı Katilliği” çerçevesinde yüzyıllardır süregelen can düşmanlığı anlayışına son verilip, iş birliği ve uzlaşma temeline dayanan yepyeni bir dönem başlamış oldu.
Nostra Aetate, bütün dünyada Yahudi-Hıristiyan ilişkilerin iyileştirilmesi adına yeni bir bakış ihdas etti. Sonrasında ikili münasebetler ve yayımlanan yeni bildirilerle bu yaklaşım daha da güçlendirildi. Kilise ve Dünya Yahudi temsilcileri arasında ilk resmî toplantı 1970 yılında Roma’da yapıldı ve farklı mezheplerden Yahudileri temsilen “Uluslararası Yahudi Danışma Komitesi” (IJCIC) kuruldu. 1974’te Vatikan, Yahudiler hakkında “Nostra Aetate’nin Uygulanmasına Yönelik Kılavuz İlkeler” (Guideliness) isimli yeni bir bildiri daha yayımladı.
Bu bildiri Nostra Aetate’nin de ötesine geçip İsa’nın Yahudiliğine ve Eski Ahit öğretisini tebliğ etmesine vurgu yaparak Yahudileri onurlandırdı. 1977 yılında Katolik-Yahudi İletişim Komitesi’nin bir toplantısında Vatikan’ın onayıyla sunduğu bir bildiride Prof. Federici, Yahudileri İsa Mesih’in şahitleri olarak niteledi ve böylece Hristiyanlık-Yahudilik ilişkileri “Tanrı Katilliğinden” “Mesih Şahitliği” ne evrilmiş oldu.
İki din arasında derin ayrılıkların yaşandığı tarihi olaylar ve Yahudiliğe yönelik Kutsal Kitaptaki ağır dini metinlere gelince onlar da 1985 yılında Vatikan’ın yayınladığı “Yahudileri ve Yahudiliği Katolik Kilisesi’nin Vaazında ve İlmihalinde Sunmanın Doğru Yolu Üzerine Notlar” (Notes) adlı bir bildiride ele alındı. Burada İsa’nın Yahudiliği ve bütün Yahudilerin aynı kefeye konamayacağından hareketle İsa’nın ölümünden Yahudilerin sorumlu tutulamayacağı ifade edilerek Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki manevî bağa vurgu yapıldı. Buna göre dini ders kitapları, tarih kitapları, ilmihaller ve diğer bilgi kaynaklarının, Yahudiler hakkında uygunsuz ifadeleri ve antisemitik söylemleri içermemesi gerektiği belirtildi. Böylece Yahudi karşıtı dini ifadelerin yeniden yorumlanmasının ve aralarındaki düşmanlığın tamamen sona ermesinin yolu açıldı.
1986 yılında Papa II. John Paul’un Roma’daki sinagog ziyaretinde yaptığı konuşmada Yahudilerden; “Siz bizim sevdiğimiz kardeşlerimiz, bir bakıma ağabeyimizsiniz” şeklinde bahsetmesi Hristiyanlık-Yahudilik ilişkisini olumlu anlamda zirveye taşıyan olaylardan birisidir.
SİYONİST YAHUDİLER
Siyonist Yahudilere gelince; onlar Hristiyan dünyanın bu yoğun çaba ve çağrılarına kayıtsız kalmadıkları gibi asırlardır özlemini çektikleri devletlerini de bu kardeşleri vasıtasıyla kurmayı başardılar. Üstelik bir avuçluk topraklarını onların himayesinde zulümle, kanla, işgalle ve terör yoluyla gün be gün genişlettiler. Üstelik bunu Hristiyan dünyanın kendilerine olan diyet borcunu istismar ederek bütün dünyanın gözü önünde yaptılar. Şimdi de bu kardeşlerin kesintisiz desteğiyle topraklarını işgal ettikleri Masum Filistinlileri terör örgütü ilan ederek onlara soykırım yapıyorlar.
Asırlardır birbirine zulmeden, soykırıma uğratan, yok sayan, düşmanlık besleyen bu kardeşlerin şimdilerde el ele vererek dünyayı şekillendirmesine yönelik süreci biz Müslümanların çok iyi etüt etmesi gerekiyor. Zira bir takım oyun kurucular yeni dünya düzeni adına bu iki zümre arasında cereyan eden binlerce yıllık düşmanlığı bitirmekle kalmadı, bütün Müslümanları terörist ilan ederek kendi dünyalarının eski pisliklerini İslam coğrafyalarına boca ettiler. Bu iş artık akıldan, ilimden, hukuktan, vicdandan ve insanlıktan çıkmış, herkesin gözü önünde düpedüz bir kehanet terörüne evrilmiştir. Üstelik bu kehanetin bir ucu da bizim sınırlarımızın içine kadar uzanıyor.
Şimdi, tek kutuplu dünyanın ve yıllardır ürettiği bütün insani değerlerin iflas ettiği can yakıcı günlere çok acıklı bir sahnede şahitlik ediyoruz. İnsanlık şokta. Dünya sokakları din, dil, ırk ve renk ayrımı yapmadan zulme ve adaletsizliğe dur diyebilmek adına kıyama kalkmış durumda. İnsanlığın son temsilcisi bu asil bayraksızlar, vicdanlarına ve bütün insani değerlere sahip çıkacak samimi ve güçlü bir hami bekliyor. İnsanlığın iflasının sergilendiği dramatik tiyatronun son sahnesinin gösterime girdiği bu sancılı süreçte ülke olarak attığımız; barıştan, hukuktan, adaletten, vicdandan ve ateşkesten yana cesur adımlarımızı daha da hızlandırmalı ve bu yeni dönemde dünya halklarının insanlıktan yana kalan son umutlarını boşa çıkarmamalıyız. Zira binlerce yıllık tarihi birikimimiz bize, hızla çok kutupluluğa evrilen yeni dünyanın gür sesi olabilmenin kapılarını ardına kadar açıyor.
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel GÜNDOĞDU
murselgundogdu@gmail.com
Yorumlar22