Artık “şeriat”ın anlamını biliyorlar!
- GİRİŞ02.02.2024 08:24
- GÜNCELLEME05.02.2024 09:25
Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu, yani bilinen adıyla Tanzimat Fermanı; “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kur'an ve şeriata sımsıkı bağlı kaldığı için güçlü olduğu ancak şeriatın bir kenara bırakılmasıyla hem devletin hem de milletin evvelki gücünü kaybettiği” hatırlatması ile başlar.
Bundan dolayıdır ki milli mücadele sırasında Ankara'da kurulan ilk Meclis tarafından 1921'de hazırlanan “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu”da “İslam” ve “şeriat”a özel önem verilmiştir.
Cumhuriyet devrine ait bu ilk anayasanın 2’ci maddesinde, “Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâmdır" ifadesi yer alırken, 7. maddesinde ise Büyük Millet Meclisi'nin vazifeleri arasında "Ahkâm-ı şer'iyenin tenfizi..”
Yani, “şeri hükümlerin uygulanması” maddesine yer verilmiştir. Böylece Meclis’in yapacağı kanun ve nizamlarda zamanın ihtiyaçlarına en uygun “fıkıh hükümlerinin” esas alınacağı açıkça belirtilmiştir.
Yine 29 Ekim 1923'te değişiklik yapılan Anayasa’da bu ifadeler yerini korumuştur.
1928 yılında, İsmet İnönü ile CHP’li 120 milletvekilinin imzasıyla verilen “anayasa değişiklik önergesinin” kabulüne kadar Türk halkı, İslâm’ı “resmi devlet dini" olarak kabul etmiş, “Şeriat hükümlerini” de Anayasal bir zorunluluk olarak uygulamıştır.
“Laikliğin” 1937 yılında Anayasaya girmesiyle de bugüne kadar süregelen “kavga”nın fitili ateşlenmiştir.
*
Sözlükte; “Doğru yol. Kaynak. Allah’ın kulları için koyduğu ilâhî kanun... Dinin, zâhirî ve dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı. İslâmiyet’in kitap halindeki kanunu, Kur’an-ı Kerim. Ayet ve hadislere dayanan İslâm kanunu, İslâm hukuku.” olarak tarif edilen “şeriat” kavramı, Türkiye’de her kullanıcı için farklı anlamlar ifade ediyor.
Katoliklikteki “Tanrısal egemenlik” anlayışını, Protestan Evanjelizmini ve Siyonistlerin Kabalist hedeflerini makul ve mantıklı gören Türkiye’deki geniş bir kitle, sıra İslam’ın özü olan şeriata gelince, “gericilik” ve “yobazlık” iftirası atmaktan çekinmiyorlar.
Şeriat isteyenleri ise “insan azmanı” ve her türlü özgürlüğü gasp eden “anti-medeni” bir zalimler topluluğu olarak algılıyorlar.
Bu yüzden Türkiye’de “şeriat” denildiğinde, ortalık anında harman yerine dönüyor.
Laikçi taban “şeriat tehlikesi” ile korkutulurken, bu kesimin ileri gelenleri ise anından karanlık senaryoları devreye sokarak, her türlü galiz küfürleri ve en yıkıcı sözleri sarf etmekten çekinmiyorlar.
Onun içindir ki tam bir asırdır birileri, Türkiye’nin bir “şeriat ülkesi” olmadığını, bu ülkede “şeriat hükümleri”nin uygulanmadığını…
Şeriat’a küfrederken aslında “İslâm’a küfrettiklerini bildikleri halde…
Yıllardır, “Kahrolsun şeriat”, “Türkiye laiktir, laik kalacak”, “Vur vur inlesin, şeriat dinlesin”, “Türkiye yobazlara mezar olacak” şeklinde sloganlar atarak, resmi bir bağlayıcılığı olmayan şeriat hükümleri üzerinden İslam’ı ve mukaddes değerlerimizi hedef alıyorlar…
“Dinden, imandan, Kur’an’dan, şeriattan, hadisten, sünnetten” bahsedenleri ya “din tüccarı” olarak lanse ediyorlar ya da “dinci, gerici, şeriatçı, yobaz” diye yaftalıyorlar…
Birinci Meclis’te bulunan muhalif mebuslara da…
Cumhuriyet devrimlerini benimsemeyenlere de…
Milliyetçi muhafazakar çizgideki partilere de hep aynı muameleyi yaptılar..
27 Mayıs 1960 askeri darbesine giden ortamın taşları da…
Sadece Müslümanları hedef alan 28 Şubat darbesinin tuğlaları da “şeriat geliyor” yaygarasıyla döşendi.
Rahmetli Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan… Hatta Süleyman Demirel bile “şeriat” bahanesiyle hizaya sokulmak istendi.
1950 seçimlerinde, mütedeyyin insanların oylarıyla iktidara gelen Demokrat Parti’nin Cumhurbaşkanı Celal Bayar bile başına nelerin geleceğini bildiğinden, “Biz şeriatın kökünü kazıyacağız” diyerek yukarılara gereken mesajı göndermek zorunda kaldı.
Siyasi hayatına mal olan “8 yıllık kesintisiz eğitim” uygulamasıyla İmam Hatiplerin köküne kibrit suyu döken Mesut Yılmaz ise sırf “Şeriata karşı yürünmez. Şeriata, sadece saygı duyulur!” dediği için; “Şeriatçılarla işbirliği yapan, abdestsiz namaz kılan” eleştirilerine maruz kaldı.
*
“Kahrolsun şeriat, yaşasın laiklik!” sloganlarını ülkeyi karıştıracak, gerekirse iktidarı alaşağı edecek etkili bir “afrodizyak” olarak gören malum güruh…
“Elhamdülillah şeriatçıyım... Referansımız İslam’dır!” diyen Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a da “siyasi yasaktan” tutun da “zindana atmaya” kadar, etmediğini bırakmadı…
Meclis kürsüsünden, “Şeriat bizim hukukumuzdur” diyen AK Parti Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu ise…
“Laik Türkiye’de şeriat hukuku değil; medeni hukuk geçerlidir” cevabına muhatap oldu.
Düşünün…
Tek vasfı gazetecilik(!) olan sıradan biri kendi kendine; “Bu ülkeye ‘şeriat’ gelirse ben ne yaparım?” diye sorduktan sonra, hiç çekinmeden;
“Hayatımda elime silah almadığım halde, hayat tarzımı korumak için ölümüne bir mücadeleye girerim” diyerek, şeriat ile silahlı mücadele edeceğini söylemekte beis görmedi.
Yıllarca “Anayasa Mahkemesi Başkanlığı” yapmış bir diğeri ise hiç utanmadan; “Şeriat da fuhuş gibi suçtur” diyerek, Müslümanların dinine açıkça küfretti…
*
Ve nihayet dün, tam bir asırdır beklenen o tepki yükseldi.
Diyanet Akademisi Başkanlığı uhdesindeki 8 aylık eğitimlerini tamamlayan 1. Dönem 4 bin 537 aday din görevlisini tebrik eden Başkan Erdoğan, Türk milletinin asırlardır İ’la-yı Kelimetullah’ın sancaktarlığını yaptığını hatırlattıktan sonra…
“İslam’ı Türk’ten, Türk’ü de Din-i Mübin’i İslam’dan koparan, ayrıştıran anlayışın bu topraklarda yeri olmadığını” söyledi.
İslam’a saldırmayı alışkanlık haline getiren ve şeriatı “suç” muş gibi gösteren seküler yobazları kastederek, “Şeriata düşmanlık, dinin kendisine husumettir"” dedi.
Sanırım dün itibariyle artık azgın azınlığın temsilcileri de “şeriat”ın eşittir “İslam” olduğunu öğrenmişlerdir.
Dolayısıyla bu saatten sonra şeriata yapılan saldırının adı “cehalet” değil açık açık “İslam düşmanlığı”dır.
Yorumlar80