Aleviler özelinde Türkiyenin eski yüzü - 14
- GİRİŞ05.05.2024 09:10
- GÜNCELLEME05.05.2024 09:10
Kıran Kırana Geçen Bir Mücadele
Kemalist rejimin ve aynı zamanda kurucu kurmay heyetten rejimi devralan İttihat Terakki takipçisi CHP derin yapının en kalın kırmızı çizgisi 1920’lerden itibaren cumhurbaşkanlığı makamı olmuştur.
Diğer, daha az önemli kırmızı çizgileri aşsanız bile, o noktada ölümüne direnmiştir hep.
Bu kalın kırmızı çizgiyi de, CHP zihniyetinin 1960 darbesinden sonra yeraltına çekilen derin kolu yani; Asker, istihbarat, yüksek yargı, sermaye, dış güçlerden teşekkül eden kolu üstlenmiştir.
Bu çizginin muhafaza edilme görevini de askeri bürokrasiye vermiştir. Askerler ise dışarının, özellikle Amerika’nın bilgisiyle her on yılda bir darbe yapıp cumhurbaşkanı makamına oturmuş ya da istediği birini cumhurbaşkanı olarak oturtmuşlardır.
Askerin istemediği ilk sivil cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır.
Bu kuralı Turgut Özal zorladı ve bozdu, ama bedelini ödettiler.
Daha sonra 12 Nisan 2007 tarihinde yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken Recep Tayyip Erdoğan’a da bu kuralı bozdurmak istemediler.
İstemediler ama eskisi gibi darbe yapmak ne dış konjonktüre, ne de iç siyasi duruma pek uymuyordu.
Yani “ciddi” bir şey yapmak pek ellerinden gelmedi.
Öte yandan Türkiye’nin derin mevkutelerinden biri her gün “farkında mısınız”? Başlıkları ile çıkıyordu.
Çünkü, demin de söylediğimiz gibi cumhurbaşkanlığı seçimleri derin sol yapının kırmızı çizgisiydi.
Bu durumda arka arkaya hem komik hem de rezil oldular.
Önce cumhurbaşkanını, meclisin 267 milletvekili ile değil, 367 kişi ile seçebileceği komedisini çıkardılar, daha sonra Erkan Mumcu’yu korkutup mecliste hükümet tarafına oy verdirmediler.
YÖK başkanını kurşunlatarak bir kargaşa çıkarmaya yeltendiler.
Ankara’da, İstanbul‘da, Manisa’da, Çanakkale’de, İzmir’de Cumhuriyet mitingleri düzenlediler.
Ve nihayet 27 Nisan akşamı internetten bir post modern darbe bildirisi yayımladılar, ama AK- PARTİ bu darbeyi tanımadığını söyleyerek, direniş gösterdi.
AK PARTİ ile rejimin derin yapısı arasında kiran kırana bir kavga yaşanıyordu.
Bir taraf hem iktidarda kalmak ve hem de cumhurbaşkanını seçmek istiyor, diğer taraf her ikisini de istemiyordu.
Bu konu ile alakalı olarak Hürriyet Gazetesinden Abdülkadir Selvi 2021’in 23 Martındaki köşe yazısında aşağıdaki makaleyi kaleme almıştı.
Yazı çok uzun olduğu için bazı bölümlerini çıkararak sunuyorum:
Selvi’nin Yazısından Bir Bölüm
“AK Parti hakkında Abdurrahman Yalçınkaya’nın 14 Mart 2008 tarihinde açtığı kapatma davası bilinir. Ama Sabih Kanadoğlu tarafından 23 Ekim 2002 tarihinde açılan kapatma davası pek bilinmez. Abdurrahman Yalçınkaya tarafından açılan davada 22 Temmuz seçimlerinden yüzde 47 oy alarak tek başına iktidar olarak çıkan AK Parti, bir oy farkıyla kapatılmaktan kıl payı kurtulmuştu. Ama laikliğe aykırı odak oluşturmaktan Hazine yardımının kesilmesi cezasına çarpıtılmıştı. Anayasa Mahkemesi’nde sözlü savunmayı üstlenen Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, AK Parti’nin Türkiye’nin her bölgesinden oy aldığını, Türkiye’nin bütünlüğünü temsil ettiğini hatırlatarak, “AK Parti’yi ortadan kaldırdığınızda yerine ne koyacaksınız?” diye sormuştu.
Aslında AK Parti hakkında bir değil iki kapatma davası açılmıştı. İlk davayı Sabih Kanadoğlu açmıştı. Hukuk rezaleti olan 367 kararı ile tarihe geçen dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, 23 Ekim 2002 tarihinde AK Parti’nin kapatılması için dava açmıştı.
Ama onun bir adım öncesi var. AK Parti 14 Ağustos 2001 tarihinde kuruldu. Sabih Kanadoğlu ise 21 Ağustos’ta Anayasa Mahkemesi’ne müracaat ederek, Erdoğan’ın milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığını, kurucu üye ve genel başkan olamayacağını belirterek AK Parti’ye ihtar verilmesini talep etti. Kanadoğlu, Refah Partisi hakkındaki kapatma davasını örnek göstererek başörtülü üyeler Ayşe Böhürler, Ayşenur Kurtoğlu, Habibe Güner, Sema Ramazanoğlu, Fatma Ünsal Bostan ve Serap Yahşi Yaşar’ın kurucu üyelikten çıkarılmasını talep etti.
Anayasa Mahkemesi 9 Eylül 2002 tarihinde Erdoğan’ın kurucu üyelikten çıkarılması için AK Parti’ye ihtar verdi.
Zamana karşı bir yarış yaşandı. Kapatma davasına muhatap olmamak için Erdoğan kurucu üyelikten istifa etti. Kurucu genel başkan unvanını da kaybetti.
Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin kamu kuruluşu olmadığı, başörtülü kurucular milletvekili ya da belediye başkanı seçilmediği için bu durumda kurucu üyelikten çıkarılmalarına gerek olmadığını kararlaştırıldı.
Türkiye 3 Kasım’da seçimlere gidiyor, iktidara aday partinin liderinin ise kurucu üyelikten çıkarılması isteniyordu
Milletvekili listeleri YSK’ya verilecekti. AK Parti Kurucular Kurulu olağanüstü toplandı, Erdoğan’ı genel başkanlığa seçti. 3 Kasım seçimlerinde AK Parti iktidar oldu ama Erdoğan’ın milletvekili adaylığı YSK tarafından engellendi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da desteğiyle Siirt formülü bulundu.
Anayasa Mahkemesi ihtar kararını yerine getirmesi için AK Parti’ye 6 ay süre vermişti. Ancak Sabih Kanadoğlu’nun beklemeye tahammülü yoktu. AK Parti’nin, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihtar kararını yerine getirmediği iddiasıyla 23 Ekim 2002 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davası açtı. Erdoğan’ın genel başkanlık yetkilerini kullanmasına tedbir getirilmesini istedi.
Bu dava 9 Temmuz 2009 tarihinde sonuçlandı. Siyasi Partiler Kanunu’nun 104. maddesi 9 Ocak 2002 tarihinde değiştirildiği için AK Parti kapatılmaktan kurtuldu.
Anayasa Mahkemesi ilk davayı sonuçlandırmadan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 14 Mart 2008 tarihinde ikinci kapatma davasını açmıştı bile, müesses nizam çift dikiş gidiyordu”.
Selvinin makalesinde bizim yukarıda söz konusu ettiğimiz kıran kırana yaşanan mücadelenin bir bölümü yansıtıldı.
(Devam Edecek)
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar4