Kıbrıs'ta İki Devletli Çözüm - Tarih, Kimlik, Siyaset
Prof. Dr. İsmail Şahin, "Kıbrıs'ta İki Devletli Çözüm - Tarih, Kimlik, Siyaset" adlı kitabında, neden en gerçekçi yolun iki devletli çözüm olduğunu anlatıyor.
Prof. Dr. İsmail Şahin, "Kıbrıs'ta İki Devletli Çözüm - Tarih, Kimlik, Siyaset" adlı kitabında, neden en gerçekçi yolun iki devletli çözüm olduğunu anlatıyor. Kitabın yazarı Şahin, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
15 Temmuz 1974 tarihinde, Kıbrıs'taki Makarios karşıtı güçler EOKA-B, Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) ve Yunan Alayı (ELDİK) Yunan hükümetinin (askeri cunta) desteğiyle Cumhurbaşkanı Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirmişti. Darbenin amacı, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını (Enosis) sağlamak ve adayı tamamen Yunan kontrolüne geçirmekti. 1967 yılında darbeyle Yunanistan'da iktidarı ele geçiren askerler, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını güçlü bir şekilde destekliyordu. Makarios ise daha pragmatik bir yaklaşıma sahipti ve Enosis'in hemen gerçekleştirilmesinden ziyade zamana yayılmasını savunuyordu. Zira Makarios, ani bir Enosis hamlesinin Türkiye'nin askeri müdahalesine yol açacağına inanıyordu. Lefkoşa ile Atina arasındaki Enosis anlaşmazlığından dolayı Yunan hükümeti ile Makarios'un arası gün geçtikçe daha da bozuldu.
1963 yılında Kıbrıs Türklerine yönelik başlatılan saldırılar, Türkiye'nin siyasi ve askeri müdahaleleriyle 1968 yılında durulmuş ve adadaki gergin havanın yumuşamasıyla toplum liderleri arasında diplomatik görüşmeler başlamıştı. Makarios, 1963-1968 arası dönemde, Türkiye'ye rağmen Enosis'in gerçekleşmesinin bir hayal olduğunu çok iyi tecrübe etmişti. Bu yüzden Enosis'i ikinci plana iterek Kıbrıs'ın bağımsızlığını ve egemenliğini koruma konusuna daha fazla önem vermeye başlamıştı. Makarios'un bu bağımsız tutumu, Yunanistan'daki cuntanın hoşuna gitmiyordu. Makarios'u güzellikle yola getiremeyeceğini anlayan Yunanistan, meseleyi şiddet yoluyla çözmeye karar vermişti. Bunun üzerine Yunanistan'daki askeri cunta tarafından 1971 yılında, Kıbrıs'ta EOKA-B adında bir yeraltı örgütü kuruldu. EOKA-B'nin ana hedefi, Makarios'u devirmek ve Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını sağlamaktı. Örgütün başında adaya gizlice gönderilen iflah olmaz Enosis taraftarı, Türk düşmanı ve anti-komünist Grivas bulunuyordu.
İFLAH OLMAZ ENOSİS TUTKUSU
Yakın geçmişte Kıbrıs Türklerini adadan temizlemek konusunda sıkı bir iş birliği yapan Grivas ve Makarios artık karşıt saflarda yer alıyordu. Grivas'a göre Makarios, Yunanlıların milli davası Enosis'e ihanet etmişti. Yunan Alayı ve RMMO'nun da destek verdiği EOKA-B'nin hedefinde sadece Makarios bulunmuyordu; Makarios hükümeti ile yakın ilişkiler içinde olan solcu gruplar ve komünist örgütler de EOKA-B'nin kara listesinde yer alıyordu. Bu dönemde solcu gruplar, sendikalar ve AKEL gibi siyasi partiler Kıbrıs'ta güçlü bir etkiye sahipti ve Makarios hükümetine destek veriyorlardı. EOKA-B, suikastlar, terör saldırıları ve diğer caydırıcı eylemler yoluyla, solcu grupların etkisini kırarak, kendi ideolojik ve siyasi hedeflerine ulaşmayı amaçlıyordu. İşin zor kısmını Makarios oluşturuyordu. O hem kilisenin başpiskoposu hem de devletin başkanıydı. Bu nedenle Makarios'u devirmek, EOKA-B için stratejik bir önem arz ediyordu.
EOKA-B, Enosis'i gerçekleştirmek için Kıbrıs'ta tam bir kontrol sağlamanın gerekli olduğunu düşünüyordu. Makarios ve solcuların etkisi, bu hedefin önünde bir engel olarak görülüyordu. Bu nedenle, EOKA-B, Makarios ve solcu gruplara karşı suikast, şiddet ve terör eylemleri düzenleyerek, adada kendi hakimiyetini kurmayı ve bu sayede Yunanistan'ın Kıbrıs üzerindeki kontrolünü artırmayı planlıyordu. Kıbrıs'ı ele geçirme ya da ada üzerinde hakimiyet kurma düşüncesi, 1967-1974 yılları arasında Yunanistan'da iktidarda olan askeri cuntaya ait değildi. Yunanistan'ın Enosis ısrarının kökeninde, Helenizm ideolojisi ve Megali İdea (Büyük Fikir) yatıyordu. Megali İdea, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde yaşayan Yunan halklarının birleştirilmesini ve Bizans İmparatorluğu'nun eski topraklarının geri alınmasını hedefleyen yayılmacı bir ideolojiydi. Bu bağlamda Kıbrıs'ta yaşayan Rumlar, Yunanistan'ın bir parçası olarak kabul ediliyordu. İktidardaki Yunan askeri cuntası, kendi meşruiyetini ve kamuoyu desteğini artırmak adına Yunan halkı için milli gurur ve prestij kaynağı olan Enosis hedefini kullanıyordu. Yunanistan'da güçlü bir milliyetçi duygunun yaygın olduğu bu dönemde, Enosis'in gerçekleştirilmesi, Yunan halkı için büyük bir zafer ve tarihi bir olay olarak tarihi kayıtlara geçebilirdi.
YANLIŞ HESAPLAMALAR VE İDEOLOJİK KÖRLÜK
Yunan hükümetinin stratejik hesaplarına göre, Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunması imkansıza yakın bir olasılıktı. Özellikle ABD ve NATO'nun Türkiye'nin askeri müdahalesine izin vermeyeceği kanaati, Atina'da özgüven patlamasını da beraberinde getirmişti. Bununla birlikte Atina, Sovyetler Birliği'nin güçlü tepki gösterme ihtimalinden dolayı Türkiye'nin askeri müdahaleye başvuramayacağını düşünüyordu. Bununla birlikte Yunan hükümeti, İngiltere, ABD ve NATO'nun desteğine aşırı derecede güveniyordu. Enosis hedefine olan bağlılıktan dolayı yakalandığı ideolojik körlük, Türkiye'nin vereceği tepkiyi görmeyi engelliyordu. Bir defa Türkiye, Garantörlük Antlaşması gereği, Kıbrıs'a müdahale hakkına sahipti. Yunan hükümeti, herhangi bir darbe durumunda Türkiye'nin garantörlük hakkını kullanacağını ve bu kapsamda uluslararası destek bulacağını öngöremiyordu. Yunan hükümeti, 15 Temmuz'da Kıbrıs'ta yaptığı darbeyle Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasal düzenini bozduğu gibi uluslararası taahhütlerinin de dışına çıkmıştı. Dolayısıyla Türkiye'nin askeri müdahalesi uluslararası hukuk nezdinde yasal ve meşru bir zemine oturmuştu. Bu yüzden İngiltere, ABD ve NATO'nun tüm baskısına rağmen Türkiye'nin müdahalesi engellenememişti.
TÜRKİYE'NİN KARARLILIĞI VE HIZLI HAREKETİ
15 Temmuz darbesiyle Yunanistan Kıbrıs'ı ele geçirmişti. Makarios darbeden sağ kurtulup adadan kaçmayı başarmıştı. Darbeciler Makarios'un yerine EOKA mensubu Enosis taraftarı Nikos Sampson'u getirmişlerdi. Bu defa Rumlar arasında şiddetli çatışmalar patlak vermişti. Türkiye'nin hızlı karar verip ivedi bir şekilde hareket etmesi gerekiyordu. Darbeciler yerini sağlamlaştırmadan iktidardan uzaklaştırılmalıydı. Hukuki ve siyasi şartlar ve konjonktür Türkiye'den yanaydı. Zira darbe, uluslararası düzeyde büyük bir tepkiye yol açmıştı. Başbakan Bülent Ecevit kararlı ama temkinliydi. Önce diplomasi diyordu. Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Türk Silahlı Kuvvetleri önce müdahale, sonra diplomasi görüşünü savunuyordu. Bir takım görüş ayrılıklarına rağmen tüm taraflar, acil müdahale konusunda mutabıktı. Darbe rejimi, meşruiyet kazanmadan devrilmeliydi. Çünkü müdahalenin geciktirilmesi veya sürüncemede kalması, Kıbrıs'taki Yunan hakimiyetini daha güçlü ve yasal hale getirebilirdi. Böyle bir senaryoda, Kıbrıs Türklerinin akıbeti, egemenliği Yunanistan'a geçen adalarda yaşayan Türklerden farklı olmayacaktı. İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan müdahaleye karşıydı. Hatta Türkleri müdahaleden vazgeçirmesi için ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'dan yardım talep ediyordu. Kissinger, Callaghan'a gönderdiği cevabi bir yazıda, "galiba bu defa Osmanlıları durduramayacağız" diyordu. Türk hükümetinin geri adım atması ihtimal dışıydı. Çünkü hiçbir hükümet, gözünü Batı Anadolu'dan bir türlü alamayan Yunanistan'ın Kıbrıs'ı ele geçirmesine sessiz kalamazdı. Bu, Yunanistan'ın Ege'den Doğu Akdeniz'e Türkiye'yi kuşatması demekti. Sadece Kıbrıs Türklerini değil tüm Türkiye'yi büyük bir beka sorunuyla karşı karşıya getiren bu elim hadisenin vakit kaybetmeden def edilmesi gerekiyordu. Bu defa mızrak çuvala sığmıyordu.
Yunanistan'ın Kıbrıs'ı ele geçirmesi, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki stratejik konumunun zayıflamasına ve bölgedeki askeri güç dengesinin Yunanistan lehine değişmesine neden olabilirdi. Böyle bir senaryoda, Türkiye'nin deniz güvenliği, askeri, ekonomik ve ticari faaliyetleri ciddi bir biçimde kısıtlanabilirdi. Türkiye'nin bu riski göze alması, telafisi güç ve imkânsız zararlara yol açabileceğinden Türk hükümeti, Kıbrıs Barış Harekâtı'nın icrasında kararlı bir duruş sergiliyordu. Askeri ve diplomatik raporlar, Kıbrıs'ı Yunan'a teslim etmenin risklerinin harekâtı göze almanın risklerinden daha fazla olduğunu söylüyordu. Son yıllarda ortaya çıkan Doğu Akdeniz Krizi, bu gerçekliği bir kez daha gözler önüne serdi. Bugünden geriye bakıldığında, Türkiye'nin Kıbrıs Barış Harekâtı ile Yunanistan'ın sadece Kıbrıs'ı değil aynı zamanda Doğu Akdeniz'i istila etmesinin önüne geçtiği rahatlıkla görülebiliyor.