Yusuf Tekin’in gelmesini tam 104 yıl bekledik!
- GİRİŞ18.11.2024 08:59
- GÜNCELLEME18.11.2024 09:36
Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk Milli Eğitim Bakanı “sünnetçi” bir doktordu.
Daha en başta önü kesilen maarif sistemimiz bir türlü dikiş tutmadı.
4 Mayıs 1920’den günümüze kadar geçen 104 yıllık süre içerisinde, tamı tamına 67 kez Milli Eğitim Bakanı değişti.
Ortalama her bir buçuk senede yeni bir bakan göreve gelmiş oldu.
Benzer bir değişim kavramlarda yaşandı.
Maarif sistemi, “terbiye” kelimesi yerine, “eğmek”, “bükmek” kökünden türetilen “eğitim” kavramı ile ifade edilmeye başlandı.
Böylece Cumhuriyet’le birlikte eğitim sistemimiz, her gelenin kendine göre eğip büktüğü bir hal aldı.
Mesela eski Milli Eğitim Bakanlarından Reşit Galip, 23 Nisan 1933 tarihinde faşist rejimlerinden esinlenerek kendi çocuklarına yazdığı ve daha sonra “tek-tip insan yetiştirmek” amacıyla 80 yıl boyunca ilkokullarda zorla okutulan “Andımız”ı..
10 Mayıs 1933’te, Talim Terbiye Kurulu’nun 101 sayılı kararı ile uygulamaya koyarak, öğrencilere her gün tekrar etmelerini zorunlu kıldı.
Bir dönem vekâleten Milli Eğitim Bakanlığı yapan İsmet İnönü tarafından imzalanan “Fulbright Antlaşması”yla ise eğitim sistemimiz “dış güçler”in kontrolüne teslim edildi.
Türk milletine “ezberciliği” dayatan bu anlaşma ile sorgulamayan nesiller yetiştirildi.
Hiçbir bilimsel gerçekliği olmayan ve evrimci ön kabulle hazırlanan ders kitaplarıyla, Anadolu insanının Allah’a olan inancı zedelenmeye çalışıldı.
Güya “devrimcilik” esaslarına göre öğretim yapılıyor bahanesiyle, yaratılış gerçeği ötelenerek öğrencilere ateist fikirler empoze edildi.
Aynı zamanda Masonlar locasına üyesi olan ve “komünist yuvaları” olarak anılan “Köy Enstitüleri’ni kuran tek parti diktasının Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Âli Yücel bile…
Her fırsatta “din afyondur” diyen, “geri kalışımıza sebep İslâm'dır, Kur'an'dır” bahanesine sığınan ve "Bu ülkede İslâm diye bir şey kalmaması için bize 30 sene daha lazım" diyerek, dinimizin kökünü kazıma hayali kuran…
Cami, Kur’an- Kerim ve başörtüsü gibi İslami değerlerin yanı sıra üzerinde namaz kılınan seccadelerimizi bile birer “irticai” unsur olarak gören partisi CHP’nin dayatmalarından illallah ederek…
Korkudan, "seccademi çiğnemek zorunda kaldım" itirafında bulundu.
*
Hasan Âli Yücel'den görevi devralan ve “Köy Enstitüleri”nin kapatılmasında önemli bir rol üstlenen Reşat Şemsettin Sirer’in bakan olmasıyla sol zihniyete göre “karşı devrim” başlasa da eğitim sistemimizdeki arızalar bir türlü giderilemedi.
Temel sorunu “ideoloji” olan ve “yaz-boz” tahtasına dönen sistem, sadece palyatif çözümlerle ayakta tutulmaya çalışıldı.
12 Eylül darbesinin ardından kurulan ilk sivil hükümette görev alan dönemin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler, milli eğitimin ideolojik müdahalelerle heba edildiğini itiraf etti.
Dinçerler'den sonra görev yapan ve biyoloji kitaplarına ilk kez “yaratılış gerçeğini” dâhil eden merhum Hasan Celal Güzel’in eğitimi millileştirmeye yönelik girişimi ise vesayet odaklarına takıldı.
AK Parti’nin iktidara gelmesiyle milli eğitimde, özellikle teknik donanım, ders kitabı bilmecesi, branş öğretmeni sıkıntısı, okul servisleri problemi, okulsuz köyler ve kalabalık sınıflar tarih olsa da…
Görevden alındıktan sonra Cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han’a bile dil uzatacak kadar ileri giden bazı bakanlar yüzünden öğrenciler “inkarcı” müfredattan kurtulamadı.
Son 10 yılda ise yaratılış gerçeğini yok sayan ve çocuklarımıza evrimci- ateist fikirleri dayatan Batı’dan devşirme eğitim anlayışına son vermek için ciddi çalışmalar yapıldı.
Bu kötü gidişata “dur” demek için alanında uzman yüzlerce eğitimci ve akademisyenden oluşan bir kurulla, hummalı bir çalışma yürüten Milli Eğitim Bakanlığı, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ismini verdiği ilk milli müfredatı 26 Mayıs’ta tamamlayarak, mevcut eğitim-öğretim döneminde kademeli olarak uygulamaya başladı.
Ne olduysa bu süreçte oldu.
Sadece akademik başarıya odaklanmayan ve şuurlu nesiller yetiştirmeyi önceleyen bu çalışma karşısında deliye dönen “vesayet” artıkları, “Tekkelere mürit yetiştirecek” dedikleri Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e yönelik çok kirli bir propaganda yürütmeye başladı.
CHP yönetimi, bir asırlık sömürge müfredatında ilk gediği açan Tekin’e yönelik “sen kendinde misin?” şeklinde sakil ifadeler kullandı.
Bir dönem “CHP İstanbul 3. Bölgeden Milletvekili Aday Adayı” olan Bülent Sağış adlı vatandaşın Hıristiyanlığa geçmesi bile “Yeni müfredat din değiştirtti” denilerek, çarpıtıldı.
Eğitimi “ideolojik” esaretten kurtaran Bakan Tekin şimdi de camilere kilit vuran, Kur’an-ı Kerim öğrenmesini yasaklayan ve mütedeyyin insanlara yönelik zulüm fırtınası estiren “CHP tipi laikliğe” karşı çıktığı için…
Ve!
“Kendi icat ettiğin bir laikliği bana dayatıyorsun” dediği için malum zihniyetin hedefinde…
Tek meziyeti ıslak saçları olan bir gazeteci müsveddesi, kendi kardeşini uyuşturucu bataklığına saplayan geçmiş müfredatı görmezden gelerek, Bakan Tekin'e “yobaz” ve “uyuz” ifadeleriyle hakaret etti.
Okyanus ötesinden hediye saatlerle dönen bir başkası ise “Türkiye’nin şu an Milli Eğitim Bakanı bu! Seviye hiç ama hiç bu kadar düşmemişti” diyerek, kendince eğitimde “milli” bir devrim gerçekleştiren Bakan Tekin’i aşağıladığını düşündü.
Faşist Ümit Özdağ ile yazdıklarını silmek zorunda kalan bazı şarkıcıların hezeyanlarını ise hatırlatmak bile gereksiz.
Tüm bu saldırılar olurken, bu ülkenin asli unsuru olan mütedeyyin kesim de boş durmadı.
Laikçi azınlıktan gelen iğrenç tepkiler sonrası adeta ağız birliği eden duyarlı insanlar, “Kabul olmuş duamız” dedikleri Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e sahip çıktı.
Çünkü!
Tam 104 yıl sonra gelen ve nihayet halkın beklentilerine cevap veren Sayın Tekin’in bir avuç azınlığa yem edilmesini istemiyorlar!
Zekeriya Say / Haber7
Yorumlar38