Korsan jüri
- GİRİŞ22.11.2024 09:24
- GÜNCELLEME25.11.2024 10:03
Daha çok Amerikan filmlerinde gördüğümüz jürili yargılama sistemi, kısaca mahkemeye intikal eden vakalarda sanığın suçlu olup olmadığına jürinin karar vermesi anlamında. Genellikle ceza yargılamasında uygulanan bu sistemde jüri, sanığı suçsuz bulursa yargılama sona erer. Sanık suçlu bulunursa, verilecek cezayı Hâkim belirler.
Hukuk nosyonunun olmayışı, önyargılar, ideolojiler, kişilik tipleri, sistemin eleştirilen yönlerinden bazıları. Ancak avantajlarından da söz ediliyor. Bir kere sadece Hâkimi değil jüriyi de ikna etmek zorundasınız vs. Bir Amerikan hukuk draması olarak değerlendirilebilecek 1957 yapımı 12 Kızgın Adam kült filmi, jüri sorununa ilişkin bir ilk adım değerlendirmesi sunuyor.
Film, babasını öldürdüğü iddiasıyla yargılanan bir gencin, idamla hürriyet arasında sıkışan kaderini belirleyecek olan jürinin karar alma sürecine odaklanıyor. Daha doğrusu, bu kadar ciddi bir kararın dahi önyargılardan nasıl etkilenebildiğini, farklı sosyal çevrelerden bireylerin manipülasyona ve sosyal uyma davranışına ne kadar açık olduklarını ve dolayısıyla adaletin ne ölçüde tehdit altında olabileceğini veciz bir biçimde ortaya koyuyor.
Geleneksel medyanın tavrının yargılama süreci için doğurduğu mahzurlara henüz çözüm üretememişken, sosyal medyanın geniş kitleleri oyuna dâhil etmesiyle, bizim de bir (korsan) jürimiz oldu. Yargıda her şeyin yolunda gittiğini söylemek zaten zordu. Fakat sosyal medya tribünlerinden yükselen 'tutukla' veya 'salıver' sesleri, sıkıntılı olan altyapıyı iyice sorunlu hale getirerek mahkemeleri, tribün jürisinin kıskacında bıraktı.
Sesli (bazen de gürültülü) çoğunluk haline gelen geniş kitlelerin, olayların yayılma hızına koşut olarak verdikleri anlık tepkiler; kapsamlı bir değerlendirmeden çok, eksik hukuk bilgisinin, önyargıların, ideolojilerin ve/ya partizanlığın boca edildiği yargısız infazlara dönüşüyor. Masumiyet karinesi gibi temel esaslar, ok gibi yağan tepkilerin arasında kayboluyor. Toplumsal kutuplaşmaya hizmet ederek empatik anlayışı yok ediyor.
İlki devletin zirvesinden, ikincisi ise üst yargı merciinden medyaya yansıyan iki açıklamayla devam edelim:
"Günümüzde sayıları giderek artan sosyal medya mahkemelerini toplumun birliği, dirliği, huzuru, iç barışı açısından büyük tehdit ve tehlike olarak görüyoruz."
***
"Dosyanın içeriğini bilmeden, delilleri görmeden bunları görmeden okumadan bunları anlamadan özellikle bu konuda uzmanlık gerektiren bir konuda bir bakıyorsunuz herkes bir yorum yapıyor.”
Farklı motivasyonların izlerini taşıyan bu tepkisel kaos, adeta mahkemeleri töhmet altında bırakmaya varan sevimsiz kampanyalara dönüştü. Çoğu zaman başarılı oluyor da. Verilen kararların tersine çevrildiği pek çok olay söz konusu. Her hangi bir riski bulunmadığından tribünden rahatça ve konforlu bir biçimde yükselen sesler, adalete yönelik eleştirilere siyasal bir alan açarak birden bire muhalefet arenasında beliriyor. Sonuç: yine bir kısır döngü, adaletin yanlış tecellisini eleştirenler, aynı değirmene su taşıyor! Sorumsuzluğun sorumluluk satışı.
Peki çözüm?
Tecelli etmiyor veya geç tecelli ediyor diye adaletten vazgeçemeyiz. Ancak adil yargılamayı etkileme teşebbüsüne (sosyal) medya aracılığıyla dâhil olmayı, daha kapsamlı bir şekilde değerlendirebiliriz. Bu konudaki hassasiyeti sosyal medya şirketleriyle müzakere masasına getirebiliriz. Hâkim ve savcılarımıza yönelik yargı etiği ilkelerini daha detaylı ele alabiliriz. Korunaklı alanlarında, bilerek veya bilmeyerek adaleti görecelileştiren sosyal medya kullanıcılarını bilinçlendirmeye dönük çarpıcı kamu spotları hazırlayabiliriz.
Sağlıcakla kalın,
Prof. Dr. Hakan Aydın / Haber7
Yorumlar6