Çin - Amerika mücadelesini anlamak
- GİRİŞ02.12.2024 09:19
- GÜNCELLEME02.12.2024 10:04
Bugün Çin ve Amerika mücadelesini anlamaya, karşılıklı stratejileri analiz etmeye, bazı saha uygulamalarını görmeye çalışacağız. Baştan gelecek bazı alışılmış soruları, “Bunun bizimle ne Alakası vardır? Bizim ne işimize yarayacak?” sorularına hemen cevap verelim. ABD ve Çin gibi büyük güçlerin hakimiyet mücadelesi aslında kendileri dışında dünyanın her yerinde devam eden ve edecek olan bir hakimiyet mücadelesidir. Bu küresel sistemde kritik rolü olan ülkeleri daha fazla etkileyecektir. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir.
Büyük güçlerin mücadelesi sandığımız gibi hemen büyük bir savaşla başlamaz. Büyük güç özellikle de küresel güç dediğimiz olgu dünyanın her yerinde az veya çok, farklı sistematik yapılarda entegre eklentiler oluşturur. Bu entegre eklentiler sistemin sadece yanında olan yapılar olmayabilir, bazen de karşısında konumlanan yapılar da farklı bir şekilde entegre olurlar. Büyük küresel güç genel bir sistemdir. Nüfuz gücü ve keyfiyetine göre farklı devletlerde hakimiyetini icra eder. Elbette ki, nihai kertede konvansiyonel savaş gücünü de seferber eder. Ancak, öncesinde ve sonrasında küresel sistem kurma faaliyetini tanımlar ve tamamlar. Bazı devletleri doğrudan kendi sistemine dahil eder. Bazılarını bir rezerv alanı olarak tutar. Bazılarını meydan okuyan hasmından (Challenger power) uzaklaştırır. Çok nadir olarak da kendini bir mirasa dönüştürüp, içsel bir tepkimeyle ele geçirecek güçleri kendinden uzaklaştırır.
Büyük güç veya büyük güç ilişkileri dediğimizde genel olarak siyasi, diplomatik ve askeri ilişkileri ön planda görürüz. Halbuki sahasının kült kitabı Votka- Kola yazarına göre alt yapı ekonomik ilişkilerdir. C. Levinson’a göre “Detant politikası” geliştirildiği için kutuplar arası ilişkiler gelişmiş değildirler. Aksine ekonomik ilişkiler en katı kutuplar arası savaş döneminde bile ciddi bir entegrasyona sahiptirler. Bu ekonomik ilişkiler ve süreçler üst yapıyı yani siyasi ve diplomatik süreçleri belirlemektedirler. Bu yaklaşımı ile alt yapının üst yapıyı belirlemesini nass kabul eden Marksist ideolojinin çağdaşı kurumsal temsilcilerini bile geride bırakmıştır. Alt yapı üst yapıyı belirler derken, küresel hammadde kaynakları ve ticaret güzergahlarının kontrolü ile küresel ticaret bloklarının kompozisyonu meselesini de bu kategoride değerlendirmek gerekir. Ukrayna Rusya Savaşı (!) sürecinde Avrupa ve bazı ülkelere ihraç edilen ABD sıvılaştırılmış doğal gazın miktarının artışı dikkate değerdir. Keza artan harp riski sebebiyle başta ABD, Rusya ve bazı Avrupa ülkelerindeki savunma sanayii üretimi ve kapasite artırımı olağanüstü ivme kazanmaktadır. Her alanda savunma sanayii üretimini artıran ve bir kısmını da gizleyen Çin’in uzay yapı çalışmaları da geriden gelmesine karşın devam etmektedir. Bazı projelerin ise kritik niteliği dikkat çekicidir.
Süper güç demek, sporcu lisanıyla müsabık güç demektir. Her sahada hasmını yenecek, etkisiz hale getirecek yeni yöntemler, icatlar ve araçlar geliştirir. Yüzyılımızda ise icat geliştirme kadar fark yaratan teknolojileri ve know how’ı korumak önem kazanmıştır. Dolayısıyla elde etme ve buna karşı koruma amansız bir mücadeleye dönüşmüştür.
Bunun dışında her süper güç dünya geneline hitap edecek bir ideoloji geliştirir. Bu ideolojik mimariyi ikiye ayırıyorum. Birincisi süper gücün kendi varlığını yöneten ana ideolojidir. İkincisi ise büyük gücün kendi ideolojisinden bağımsız da görülebilecek desteklenen yerel ideolojilerdir. Şaşırtıcı olarak yüzyılımıza geldiğimizde yüksek düzeyde profan nitelik kazanmış güç sistemleri mistik ve dini eğilimleri kullanmada, araçsallaştırmada ve politik güç satrancında konumlandırmada büyük yetkinlik kazanmışlardır. Louis Althusser’in Devletin İdeolojik Baskı Aygıtları kavramını büyük güç sistematiği içinde düşünebiliriz. Fransız ve İngiliz sömürgeciliğini analiz eden Marc Ferro’nun verdiği örnekler çok çarpıcıdır.
Mesela Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi sürecinde İngilizlerin ilk geldiklerinde hakim otorite olan Müslüman Moğol- Türk güç odağına karşı Hindu milliyetçiliğini kullandığını, Gandhi’nin liderliğinde Hindu merkezli gücün oluşmasının İngiliz sömürgeciliğini tehdit etmesi karşısında da Hint müslümanları kartını oynadığını, Hindistan’ı ikiye böldüğünü (Daha sonra üçe bölünmüştür) anlatır (Sömürgeciliğin T arihi; Marc Ferro). Marc Ferro bu eserinde sömürgeci fetihlerden bağımsızlık hareketlerine kadar (13-20. yüzyıllar arası) İngiliz ve Fransız yönetim ve sömürgecilik araçlarını, yöntemlerini ve örnek olaylarını sunar. İngiltere’nin bu stratejisi öyle bir yüksek derecede etkili bir stratejidir ki, Asya’nın Hint alt kıtasında çok dilli, çok kültürlü devasa bir devlet olmasına rağmen bir imparatorluk değildir. Küresel ve evrensel tasavvur ve iddiası yoktur. İlgili okurlarımızın müracaat etmeleri halinde başka ilginç detaylar da bulacaklarını tahmin ediyorum. Bu konuya ilaveten bizim de parçası olduğumuz bir süreci hatırlatmak istiyorum. Eğer 90’lı yolların sonunda hız kazanan Avrupa Birliği’ne üyelik sürecimizi Avrupalı politika yapıcılar destekleme basireti gösterselerdi, Avrupa Birliği bugün bir küresel güçtü. Ancak korkular, taassuplar, basiretsizlikler sonucu, bugün Avrupa Birliği bir bölgesel güçtür. Diğer yandan Türkiye’de ileriye dönük strateji sahibi liderler olsaydı, Türkiye bugün güç kaybeden Avrupa Birliği ülkelerinin en güçlü varisi olacaktı.
Tekrar günümüzün henüz resmen ilan edilmese de Çin ABD arasındaki rekabet ve örtülü ekonomik savaşa dönmek istiyorum. “Ekonomik savaş” kısıtlamasının bir nedeni Çin'in henüz siyasi ve askeri anlamda bir meydan okumaya, gerilim yaratmaya uzak durmasıdır.
Çok açık ki, Çin oyunu güç kurallarına göre oynamaktadır. Kendi sınırlarını doğru tanımlamaya ve gücünün ötesindeki konularda sessiz kalmaya çalışmaktadır. Ancak, diğer nedene gelince şunu söyleyebilirim ki, Çin 1. Dünya Savaşı öncesindeki ABD'nin izolasyonist politikasına benzer ama kendine özgü bir şekilde siyasi ve askeri müdahalelerden uzak durmaktadır. Ancak, bu uzak durma Çin’in büyük güç olma stratejisinden bırakalım uzaklaşmasını bizatihi büyük güç olma stratejisinin ta kendisidir. Çin “Votka- Kola dönemi” çok uluslu batılı daha da çok Amerikalı şirketlerin stratejilerinin tersine mühendislik ile Çin tarafından uygulanmasıdır. Ağırlıklı olarak Batı teknolojisinin ülkesine taşınması, bizdeki bir zamanların moda tabiriyle teknolojisini alalım kültürümüzü koruyalım düsturuyla hareket edilmesi, küresel nitelikli Batı sermayesinin çekilmesi, vb hususlarda Çin adım adım süper güç araçlarını temine odaklanmış durumdadır. Ancak, kendi öz merkezinden geliştirilemeyen teknoloji, küresel sermayenin ağırlıklı olduğu doğu ve güney bölgeleri, uluslararası alanda sömürgeciliğe tam alternatif olamayan uygulamaları ile Çin hedefinden uzaklaşmaktadır.
Çin'in süpergüçlerin küresel etkilere sahip bazı özelliklerinden mahrum oluşu da ayrı bir handikaptır. Mesela hızlı ve masif üretimin kalite düzeyi kritik teknolojilerde müsabık değildir. Bunlara kısaca örnek vermek gerekirse, küresel çip üretimi ve teknolojisi, kritik silah sistemleri ve platformlarının ABD’nin gerisinde kalması, küresel kültür, sanat ve moda dünyasını domine etmekteki zaafiyeti, özellikle yüksek eğitim sisteminin ve teknolojik şirket kültürünün ele geçirme, kopyalama ve benzerini üretme merkezinde olması, Çinli nüfusun dünyanın her yerinde asimile olamayışı, vb hususlar dikkate alınmalıdır. Ancak, büyük güçlerin kendi içlerindeki sorunları (ABD’nin iç sorunları gibi) ya da Çin’in ABD karşısında henüz siyasi ve askeri yeterliliğe erişmemiş olmasının bizim gibi ülkeler karşısında pozisyonlarını çok değiştirmemektedir. Bu açıdan, gerek ABD gerekse Çin ile yürütülen işbirliği çalışmalarında fevkalade müteyakkız olunmalıdır. Mesela, Çin yatırımlarının yöntemleri, biçimi, tasarımı farklı! Finansman biçimi, hedeflenen konular, uzun vadeli sonuçları üzerinde düşünmemiz lazımdır. Çin'in küresel kapitalistler ile yaptığı anlaşmalardaki titizliğine sahip olmalıyız. Teknoloji transferi hangi oranda yapılacak, Çinli ve yerli mühendis işçi oranı ne olacak, finansman biçimi bağımlılık oluşturacak mı, uzun vadeli teknolojik ve sosyal etkileri neler olacak, vb birçok konuyu düşünmeliyiz.
Mesela son günlerde yayınlanan Manisa’da Çin mahallesinin kurulacağı haberi ilginçtir. (2500 kişilik) Çin mahallesinin üzerinde durmak icap eder.
Özellikle Rusya ve bazı Avrupa ülkelerindeki Çinli nüfus işlemleri üzerinde durulmalıdır. Tam bu noktada, özellikle Batı metropollerinde bilim ve düşünce üretimi, küresel ağlarda yayılması, farklı ve nitelikli zihinsel ve sosyal operasyonların yapıldığı kritik noktalarda Çinli veya başka milletlerden olup da hangi güç için çalıştığını bilemediğimiz uzmanlar var. Bu iyice iç içe geçmiş yapılardaki mücadelenin eski bildiğimiz şekillerden farklı olduğu, olacağı açıktır. Mesela klasik mücadelede belli bir bölgede veya yapıda biriken tehdit unsurlarını tespit, temizleme mümkün iken bugün tespit çok zor, temizlenmesi ise ondan da zordur. Zira Her iki tarafın kritik sosyal, bilimsel, teknoloji ve akademik gruplarının içindeki uzmanların bağlı oldukları gücü teşhis etmek çok zordur. Öyle olunca her güç için hedef küçük ayrışmış gruplar ve bireyler değil geniş kitle olmaktadır. Bu noktada, karşılıklı yapılan mücadelede akıl ve zekanın itici gücüne ihtiyaç vardır. Nüfuz, etkileme, izole etme ve etkisiz kılma faaliyetlerinde dosya silme ile etkin virüs programı çalıştırma arasındaki farkı görmek elzemdir. Eğer ifrat olursa bir güç kendine yararlı unsurları da yok edebilir, düşman kazanabilir; tefrit olursa zararlı unsurları tespit edemeyebilir. Bu açıdan her iki gücün de son derece dikkatli adımlar attığını müşahede ediyoruz.
Resmî devlet sistemi dışında telakki edilen küresel sermaye veya küresel kapitalistlerin geçmişte olduğu gibi bugün de Rusya ve Çin’de gerçekleştirdikleri yatırımların sadece o sermaye grubunun bağımsız kararı olmayabileceğini düşünüyorum. Tıpkı dünyanın dört bir yanında bulunan Çinli göçmen veya iş gruplarının Çin Savunma Bakanlığının kontrolü dışında olmadığı gibi. Bir popüler yorumcu, dünyada erişebilirlik bakımından en güçlü istihbarat teşkilatının Çin istihbaratı olduğunu zira dünyanın herhangi bir yerindeki Çinlinin Çin istihbaratının elemanı olabileceğini vurguluyor. Halbuki yurtdışındaki Amerikalı expat (Vatansız) statüsündedir diyor. Burada, Mossad için dünyadaki yahudilerin birer Sayanim (Yardımcılar) sayılmasına benzer bir durum söz konusudur. Söz konusu yorumcuya göre yahudi nüfusu azdır, Çin nüfusu oldukça fazladır. Ancak, dengeli bir yorum yapmak gerekirse, Yahudi nüfus dünyada bir çok ülkede yerli nüfus ile asimile olma perdesi altında gizliliğini sürdürebilir. Ancak, Çinli nüfusun böyle bir imkanı bulunmamaktadır. Bundan dolayı, lejyoner veya devşirilmiş beşeri unsurları dışında Çinli beşeri istihbarat unsurlarının örtülü kalabilmesi oldukça zordur. Kaldı ki aynı popüler yorumcuya göre dünyada teknik ve güç açısından en iyi istihbarat örgütü Amerika’nın sahip olduklarıdır. Bu yüzden de birçok ülke istihbarat teşkilatı Amerikalılar ile çalışmak istemektedir. Bu durum bize iki farklı güç stilini çatışmasını izleme imkanı sunmaktadır.
Büyük Güçlerin Mücadelesini Analiz Ederken Türkiye
Büyük güçlerin cazibe merkezi oluşturdukları çelik çekirdeklerinden itibaren oluşturdukları küresel sistem içindeki unsurlarıyla topyekun çok yönlü bir rekabet, çatışma, anlaşma ve boyun eğme döngüsü yaşadıklarını başta ifade etmiştim. Büyük güçlerin öncelikle doğrudan çatışmak yerine sistem içinde yerlerini pekiştirdiklerini, bu yolla meydan okuyan rakiplerini boyun eğmeğe icbar ettiklerini ifade etmiştim. Bu karmaşık çatışma döngüsü bazen büyük güçlerin çok uzağında cereyan edebilir. Dolayısıyla dar bir perspektiften herhangi bir yerel küçük diktatörün, saldırgan fetihçinin neden olduğu zannedilen çatışmalar büyük güçlerden birisinin hamlesi olabilir. Bizim gibi dünyanın en sorunlu bölgelerinden birinde yaşayan bir devletin bakış açısıyla bazı sorunlar yerel sorunlar gibi görülebilir. Ancak bu son derece yanıltıcıdır. Özellikle güç ve nüfuz araçlarının son derece geliştiği günümüzde yerel çatışmalar yerel değildir, özellikle sonuçları açısından hiç yerel değildir!
Ancak, yerel dengelerin ve yerel çatışmaların küresel sonuçları üzerine düşünürken gerçekçi ve rasyonel zeminden hiç kopmamak şarttır. Bölgesel ve küresel sorunlarda inisiyatif sahibi olmak isterken bunun şartlarını, yükümlülüklerini asla akıldan çıkarmamak gerekir. Bu kapsamda bazı noktaları vurgulamak istiyorum. Birincisi, içinde bölgesel şartlar nedir?
Bölgeye küresel güçlerin müdahalesi hangi düzeydedir? Yaratılan yeni durumda hangi güç taarruza geçmiştir? Diğer güçlerle anlaşma ihtimalleri ve durumları nedir? Bölgesel güçlerin inisiyatif gücü hangi orandadır? Küresel ve bölgesel satrançta hangi sonuçlar amaçlanmaktadır? Küresel büyük güçlerin sistematik yapılarında nasıl ve neresinde yer almaktadır? Bir bölgesel güç bu sorulara rasyonel, somut ve ikna edici cevaplar vermeden sistemik sonuçlar doğuracak kararlar almamalıdır. İlk başta taraf mıyız hedef miyiz sorusuna açıklık getirilmelidir.
Günümüzde savaş meydanları ile devletlerin güç merkezleri arasındaki mesafe kısalmıştır.
Bu bir başka deyişle konvansiyonel savaş olmadan yürütülen çok yönlü süregiden savaşlar demektir. Satranç hamleleri daha oyun başlamadan tasarlanmaktadır. Bu açıdan, bölgemizde olan olaylara karşı elbette ki bağımsız inisiyatif geliştireceğiz. Ancak, bu olayların hakiki taraflarını teşhis edersek hamlelerin isabet yüzdesi ve başarı oranı artacaktır.
Bu açıdan baktığımızda örneğin Suriye krizi nedeniyle başlayan süreç içinde Ortadoğu büyük bir katliamlar silsilesine şahit olmuş, bölge tarihin en güçlü savaş platformlarının ön siperlerine dönüşmüştür. Kullanılan örgütlerin, milis güçlerinin ve nizami orduların harekat tarzına baktığımızda Suriye’nin bölünmüş bölgelerinin nihai amaç değil, geniş satranç tahtasındaki ara araçlar ve üstün taşlara ulaşmak için atlama kutucukları olduğu görülür.
Basitçe söylersek, Körfezin kıyıdaş ülkelerindeki (İran, Irak, Katar, Kuveyt, Bahreyn, BAE) petrol ve doğalgazın doğrudan Akdeniz’e iletilmesi sadece Rusya’nın mı aleyhinedir? Doğunun büyük hammadde tüketicileri bundan etkilenmezler mi? Keza bölgede tamamıyla
ABD ve İsrail eksenli güçlerin oluşması ne gibi sonuçlar üretir? Ortadoğu konumu itibariyle bel zincirinde omurlara benzemektedir. Büyük askeri stratejik hamleler, nüfus hareketlilikleri bu kritik bölge üzerinden yapılacağa benzemektedir. Bölgenin büyük ölçüde devletsizleştirilmesi sadece İsrail gibi karakolların sağlam tutulması bölgede kolay hareket etmeyi temine matuftur. Türkiye bölgede özgül ağırlığını artırmaya matuf bir güç olmalıdır. Zira, tekil biçim verme kapasitesi yeterli değildir. Savaş en başta olmak üzere biçimlendirici devlet tasarrufları için milli hazırlık seviyemiz (Milli birlik, beşeri unsurlarımızı koruma, elimizde tutma, beşeri ve lojistik organizasyonu, vb), finansman kapasitemiz, dış politik hazırlığımız, sürdürülebilir ve özgün innovatif kapasitemiz, askeri ve istihbari rekabetçi yapımız yeterli düzeyde olmalıdır.
Son olarak, günümüzde özellikle İki Süper Gücün birbirleri içinde tanım ve aidiyet tespit zorluğu olan uzmanlardan, görevlilerden bahsetmiştik. Bu alanın içinde bizim insan havuzu da bulunmaktadır. İnsan zenginliğimizi sadece bu iki süper güce değil, diğer güçlere de kaptırmamak gerekir. Özellikle tanım ve aidiyet için, merkezi ve kuşatıcı bir fikir, perspektif zenginliğimiz ile özel çabamız olmalıdır.
Şunu da ifade edelim ki, güç çatışmaları hem küresel hem de özellikle bizim içinde yer aldığımız bölgede dinamik karakterdedir. Güç mücadelesinin bir nihai aşaması yoktur, uzun vadeli süreçler olarak görmemiz gerekir. Böyle gördüğümüzde nihai mükemmel metotlar, mutlak araçlar ya da mutlak ve ebedi karakterli liderler paradigmasının yanlışlığını da görebilir, idrak edebiliriz. Sürdürülebilir innovatif kapasite yöntemler, sistemler, araçlar ve insan malzemesi için de geçerlidir. Mutlak ve ebedi sona erişmiş olmak hissi gelişim dinamiğinin durdurulması demektir. Diğer yandan, bazı küresel ya da bölgesel sorunlar uzun vadeli kanama ve nüksetme riski içeren sorunlardır. Bu sorunlara yaklaşımlar son derece uzun vadeli ve sürdürülebilir olmalıdır. Bunu bize en iyi anlatacak olan belirli zaman dilimlerinde Ortadoğulu aktörlerin ne kadar sık dönüşüm geçirdikleri veya bağlı bulundukları merkezleri ne kadar kolay değiştirdikleridir. Bölgemize ve bize yönelik büyük güç stratejilerini çözmeye önem affetmek gerekmektedir.
Eğer ne olduğunu anlamadan ilerliyor daha da kötüsü ilerlediğimizi sanıyorsak muhtemelen büyük güçlerden birinin akıntısında sürükleniyoruz demektir.
Mehmet Ali BAL - Haber7
Yorumlar5