Bir Erdoğan kaldı, bir de Putin
- GİRİŞ13.12.2024 08:48
- GÜNCELLEME16.12.2024 09:12
Bir Genç, Eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in “Özgürlük” adlı kitabında kendisinden bahsettiğini hatırlattıktan sonra, “Diplomatik ilişkilerdeki başarınızı neye borçlusunuz?” diye sorunca…
“İfadeler çok önemli, onlarla olan diyalog mekanizmasını devam ettirmek çok önemli.
Biz buna ‘diploması atakları’ diyoruz.” karşılığını verdi Sayın Erdoğan…
Hemen ardından da, “Dünyada liderler arasında zaten iki kişi kaldık. Şu anda, bir ben varım, bir de Putin” dedi.
Evet, öyle oldu.
Diğerlerinin hepsi gitti, iki lider kaldı.
İki farklı dünyanın, iki büyük lideri.
Biri…
Annesi bir fabrika işçisi, Babası ise Sovyet Donanması’nda görevli bir asker olan
Putin, Komünist Doğu Almanya’nın Dresden şehrindeki “sıradan sayılabilecek” bir KGB Ajanı’ydı.
Görevi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği karşıtı faaliyetleri yakından tâkip etmek, elde ettiği bilgileri Teşkilât’ın Doğu Berlin’deki Karargâhına göndermekti.
Doğduğu şehir Leningrad’daki Hukuk Fakültesi’nde okurken, “kâtip” olarak KGB’ye girmiş, büyük azminden dolayı dikkat çekince, Rus İstihbaratı’nın Moskova’daki Andropov Enstitüsü’ne kabul edilmeyi başarmıştı.
Orada, hukuktan kriminolojiye, askeri disiplinden dövüş sanatlarına kadar, çok daha büyük sorumluluklar üstlendiğinde gerekli olabilecek bütün eğitimleri en ince ayrıntılara kadar almıştı.
Putin’in kendisini tarif ederken kullandığı, “Casusluk sanatı, insanlarla temas kurabilme becerisidir. Bizim için yararlı kimseleri seçebilme ve doğru soruları sorabilme becerisidir. Ben bir insan ilişkileri uzmanıyım.” cümleleri, etrafındakiler tarafından da doğrulanıyordu.
Dresten’deki KGB merkezinde görev yaparken meydana gelen 1989 Devrimi, Putin’in üzerine çökmüştü adeta.
Merkez’in etrafı tepkili kitleler tarafından kuşatıldığında, Moskova’dan yardım istemiş, ancak Gorbaçov Yönetimi’nin sessiz kalarak kendilerini yalnızlığa terk etmesi üzerine inisiyatif alarak, bütün raporları yakmıştı.
O kadar çok malzeme yakmıştı ki Putin, “Bu iş için kullandığı ocak dayanamayıp patlamıştı.”
Orada yalnız bırakılmıştı bu azimli, hırslı, Devletine bağlı genç.
Kimseye güvenmemek gerektiğini böylece öğrenmişti.
Bundan sonrası hızla yükseliş yılları…
Doğu Almanya’nın elden çıkmasından sonra, doğduğu şehir Leningrad’a dönen Putin, Akıl Hocası, Belediye Başkanı Anatoly Sobchak’ın en yakın adamı olmuş, onun yanında politikanın inceliklerini öğrenme imkânını bulmuştu.
Sonrasında…
Hocası, Hukuk Bilgini Sobchak’ın “çöküşü”nden etkilenmemiş, geçmişi geçmişte bırakarak yolunu bulmuş ve yükselişini sürdürmüştü.
Kendisini 1997’de başkanlık yönetiminin yardımcısı, 1999’da ise Başbakan yapan Yeltsin, yılın son günü istifa edince yolu iyice açılmıştı Putin’in.
Boris Abramoviç Berezovski ve kilit önemdeki diğer oligarkların desteği ile Başkanlık Koltuğu’na oturmuş, Mart -2000 seçimlerinde elde ettiği zaferle de, konumunu pekiştirmişti.
Yaklaşık çeyrek asırdır Devlet Başkanlığı’nı elinde tutan Putin’in yükselişi ana hatlarıyla böyle.
Devletin başına geçen, daha doğrusu geçirilen bir Devlet Adamı.
Sayın Erdoğan’ın serüveni ise bambaşka.
O, bir Devlet Görevlisi olarak değil, halkın içinden bir “delikanlı” olarak yükselen Lider.
Uzun yıllar gemi kaptanlığı yapan bir Baba ile Ev Hanımefendisi’nin evlâdı…
Bir Anadolu Delikanlısı,
İstanbul’da yetişmiş Karadeniz Delikanlısı.
Emekçi, futbolcu, esnaf…
Kasımpaşa Delikanlısı.
Gayretli, azimli, insan ilişkileri, hitabeti çok iyi…
O yıllarda dışlanan, engellenen, zulmedilen İmam Hatip Gençliği’nden bir Lider Şahsiyet.
Fil dişi kulelerden, kapalı kapıların ardından değil, sokaktaki vatandaşların arasından çıkan bir siyaset adamı.
Tam bir halk adamı.
Genç bir gazeteci iken tanımaya başladığım Milli Görüş Camiası’nın etkinliklerinde iki sloganı işitirdim hep:
“Mücahit Erbakan, Mücahit Erbakan…
Mücahit Erdoğan, Mücahit Erdoğan… ”
Camia’nın büyükleri, küçükleri, sokaklarda siyaset yapanları, taaa o yıllarda “Başbakan Erbakan” derlerdi.
Merhum Necmettin Erbakan Başbakan olacaktı…
Bir müddet sonra da, “Refah Partisi İstanbul İl Başkanı, sonrasında da İstanbul Belediye Başkanı olarak başarılı işlere imza atan Recep Tayyip Erdoğan” Hocası’ndan devralacaktı Başbakanlık Bayrağı’nı.
O vakitler, dışarıdan bakanlar pek ihtimal vermezdi ama…
Zinde güçlerin hedefindeki Milli Görüş Camiası’nın her iki tahmini de gerçek oldu.
Her ikisi de “hayâl” gibiydi, gerçek oldu.
Başbakan Erbakan,
Başbakan Erdoğan.
Dahası, “Muhtar bile olamayacak!” denilen Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanı da oldu, Başkan da.
Sayın Erdoğan, Ak Parti’yi kurduğunda ilk genel seçimi alacağı çok belliydi.
Ya sonrası?
Bugünler…
İlk genel seçimin ardından, birisi çıkıp, “Aradan 22 yıl geçecek ve Devlet’in zirvesinde Recep Tayyip Erdoğan olacak. İktidarı 22 yıl boyunca hiç kesintiye uğramayacak. Girdiği her seçimi alacak!” deseydi, alaycı bakışlara muhatap olurdu herhalde.
Türkiye gibi, siyaset dünyası çok hareketli, yıpratıcı, zemini kaygan bir memlekette gerçek oldu bu.
Allah ömür ve sağlık verirse…
Bir seçim daha kazanabilirse (ki Suriye rüzgârı ile oy oranını iyice arttırdığı görülüyor) “İktidarda 30 yıl”ı bulmuş olacak.
Şimdi, yaklaşık çeyrek asırdayız.
Putin Rusya’da, Erdoğan ise Türkiye’de devam ediyor.
İki Lider.
Putin “Devlet’in Adamı”, “Rejim’in Adamı” olarak yükseldi…
Erdoğan ise, önce “Millet Adamı”, sonra da “Millet ve Devlet Adamı” olarak, bugünlere geldi.
Sizce bu yükselişlerin hangisi daha zorlu olmuştur?
Ben, kesinlikle Türkiye’deki işlerin çok daha zor olduğunu düşünüyorum.
Rusya’daki seçimler, kazananı önceden belli olan seçimlerdir.
Türkiye’dekiler ise gerçek seçimlerdir.
Putin gibi soğuk, tepeden tırnağa güvenlikçi, kasıntı bir tipin Türkiye’de seçim kazanması imkânsız gibidir.
Rusya’da, Putin’e karşı çıktığınızda, hele hele, onunla birlikte yol yürürken başka yollara saptığınızda bedeli çok ağır olur…
Olmuştur!
Türkiye’de ise, sıkıntılarla da olsa işleyen bir sistem vardır.
Eksiğiyle gediğiyle, çalışan “hukuk” mekanizmaları vardır.
Birileri “İfade özgürlüğü yok!” der ama, Sayın Erdoğan’ın mensubu olduğu inanç dünyasına hakaret edip duranlar için neredeyse alabildiğine özgürlük vardır!
Sıkıntıyı çekenler, bu dönemde de Sayın Erdoğan inanç dünyasının insanları olmuştur.
Sayın Erdoğan bugünlere, “statükoyu ” dönüştüre dönüştüre gelmiştir.
Millet’e tepeden bakan “Kamu Otoritesi”ne, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”ı öğrete öğrete gelmiştir.
Takozları aşa aşa gelmiştir.
Putin’in dünyasında “maneviyat yok”tur!
“Hikmet, bereket, merhamet” yoktur!
“Kaba kuvvet” vardır, “Hak” yoktur!
“Zulüm” vardır, “adalet” yoktur!
Erdoğan’ın dünyasında ise mazlumlara el uzatmış olmanın iç huzuru vardır.
Mazlumlara sahip çıkmanın, mükâfatı yalnızca Allah’tan beklemenin güzelliği vardır.
Bu dünya ölümlü dünya.
Herkes gibi biz de bu fâni âlemden göçüp gideceğiz.
Dünyadaki bütün arazilere, en yüksek mevkilere “sahip” olsak da, bizi bekleyen ufacık birer mezar.
Putin öldüğünde, Rusya’nın Devlet Başkanları arasındaki yerini alacaktır.
Erdoğan vefat ettiğinde ise…
Hayırlı işlerinden dolayı mükâfatlandırılması, taksiratının ise affedilmesi için Yüce Allah’a dua edilen “kul”lardan olacaktır.
Putin, uzun yıllar boyunca Rusların başında duran Leonid Brejnev gibi “tarih”te kalacaktır.
Erdoğan ise, Merhum Sultan Abdülhamit Han gibi, asırlar sonra da gündemde kalan bir Lider olacaktır.
Putin makamın,
Erdoğan ise Allah’ın Kulu’dur.
Allah’a kulluk makamı, ne güzel bir makamdır.
Serdar Arseven / Haber7
Yorumlar95