Tavşan kimde kaldı?
- GİRİŞ07.01.2025 08:58
- GÜNCELLEME07.01.2025 08:58
Yağmur Atsız rahmetlinin anılarından önemli gördüğü kısımları seçip yazdığı bir kitabı var: Ömrümün İlk 65 Yılı. Her bölümü etkileyici, özellikle Hüseyin Nihal Atsız hayranları için de ziyadesiyle bilgilendirici… Baskısı kaldı mı bilmiyorum ama meraklısı internetten temin edebilir…
Atsız’ın oğlu Yağmur Bey, gazeteci idi. Bir Alman yayın kuruluşu için çalıştığı dönemde yolu Kasrı Kanco’ya yani Ahmet Türk’ün Mardin Derik’teki meşhur konağına (şatosuna) düşer. (Hatırlayanlar olacaktır, yakın geçmişte İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da gitmişti, kazanlarla yemekler pişirilmişti onuruna.) Yağmur Atsız’a, orada kaldığı sürede, çok neşeli, hoş fıkralar, fıkra tadında gerçek olaylar da anlatılır. O da birini kitabında nakleder, (kitaplığım karışık, hikâyeyi olduğu gibi nakletmek için kitabı aradım ama bulamadım) müsaadenizle ben de hatırımda kaldığı kadarıyla, kendi cümlelerimle aktarayım:
Gençler atlanırlar, ava çıkarlar. Atlar da attır, koşumları da koşumdur. Gençlerden biri tavşan görür, tüfeğini ateşler, vurulan tavşan düşer. Aynı anda bir el silah sesi daha duyulur. Tavşana doğru giden genç ve arkadaşları, biraz sonra bir başka atları da at, koşumları da koşum olan grupla karşılaşırlar. Onlar da aynı tavşana gelmiştir. İki taraf arasında “tavşanı kim vurdu?” tartışması, önce kavgaya sonra silahlı müsademeye dönüşür… İki taraftan da adamlar, iyi koşumlu güzel atlar ölür… Mesele artık aşiretler arası savaş, yıllarca sürecek kan davası noktasına gelmiştir. Ya olaya nokta konacak, kavga ve kayıplar bu kadarla kalacak veya devam edecek… Gecenin karanlığında, bir ateşin aydınlığında taraflardan birinin yüz yaşını aşmış sözü dinlenir, piri fani büyüğünün etrafında bir yandan müsademeye katılan gençler, aileleri, aşiret büyükleri toplanır ve konunun halline ilişkin uzun uzun konuşur, fikrini almak isterler… Herkesi dinler, piri fani ihtiyar. Gecenin karanlığında, bir ateşin aydınlattığı zifiri ortamda, yaşının yüzüne yansıttığı çizgileri hareketsiz bir şekilde, arada sigarasından derin nefesler çekerek dinler… Herkesin sözü biter, piri fani ihtiyar yine sigarasıyla ve derin sessizliğiyledir… Ateşin çıtırtısından başka, uzaklardan gelen köpek seslerinden maada çıt bile yoktur… Kalabalık, büyük bir merak ile bekler, ne diyecek… O sigarasını bitirir, bir daha yakar; ilgi, dikkat piri fani ihtiyar üzerindedir… Yine uzun bir sessizlikten sonra sigarasından bir nefes daha çeker, dumanı gecenin karalığına, ateşin aydınlığına bırakır; nihayet ağır ağır konuşur: “Tooovşaaaan kimde kaldiiiiiii?”
Neredeyse yarım aşra yaklaşan bir süreden beri devam edegelen, on binlerce insanımızın hayatına mal olan, ülkemizi beka problemi ile yüz yüze getiren, milyarlarca dolar kaynağı heba eden bölücü, yıkıcı terör sorununa, bin yıllık kardeşliğimizi muhafaza edecek şekilde çareler aranan bir dönemde, bazılarının tavrını gördükçe aklıma gelen anekdot hep budur…
Karından konuşmakla, kaçak güreşmekle, meseleyi çözümsüzlük içinde bırakmakla ancak ölümleri, kayıpları artırabiliriz.
Oysaki önümüzde tarihi bir dönemeç var. Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefimiz var. Bu hedefe ulaşabilmek için imkân ve kabiliyetlerimiz var. Şartlar her geçen gün lehimize seyrediyor ve biz, ayağımıza takılan prangalardan kurtulmaya odaklanıp çıkarıp attığımızda yürüyüşümüzü yavaşlatacak veya durduracak bir faktör kalmayacak…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘iç cephenin sağlam tutulması’ vurgusu yaptı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu vurgu üzerine siyasal bir sorumluluk üstlendi ve ‘terörsüz Türkiye’ için, MHP’den ve kendisinden beklenmeyen bir şekilde; özünde ülke için, millet için, devlet için çok zaruri olan bir adımı attı. Dedi ki, “İmralı’daki cani, bebek katili, teröristbaşı gelsin, TBMM’deki DEM Grubuna konuşsun; terör örgütünü lağvettiğini söylesin, örgütün tüm mensuplarının silah bırakmasını, Türk devletine ve adaletine teslim olmasını istesin.”
‘Sen misin bunu söyleyen?’ Pek çok yerden pek çok farklı ses yükseldi… Kurdukları masa ittifaklarına açıktan, gizliden DEM ve öncüllerini, Kandil’i, Kandil’in temsilcilerini dahil edenler, DEM ile ittifak ile girdikleri seçimde Parlamento’ya girenler, Kent uzlaşısı adıyla şehirleri terör örgütün temsilcileriyle yönetenler hep birlikte Cumhur İttifakı’na ve özellikle de MHP’ye akla hayale gelmedik tezvirata yöneldiler…
Aslında normal olan, herkesin yapması gereken çağrı bu değil mi?
“Terör ile milleti parçalamaya uğraşmayın. Bu ülke hepimizin. Bin yıllık kardeşliğe zarar vermeyin, bu ülkenin düşmanlarının elinde oyuncak olmayın, insanlarımızı birbirine düşürmeyin. Ülkemizin kaynaklarını heba etmeyin. Silahla başarıya ulaşmanız mümkün değil. Gittiğiniz yol yol değil!” demek, bunun için de “Silahlarınızı bırakın, örgütünüzü lağvedin, adalete teslim olun!” çağrısı tüm siyasi partilerce yapılmak zorunda değil mi?
Hem kendilerine düşen vazifeyi yapmıyor, hem de görevini yerine getiren, millete karşı mesuliyetinin gereğini yapanlara söz söylemek gibi bir densizlik içinde oluyorlar…
Cumhur ittifakı paydaşları AK Parti ve MHP ısrarlı bir şekilde bunun daha önce denenmiş ve çok yönlü suikasta uğramış ‘çözüm süreci’ benzeri bir uygulama olmadığını belirtiyor.
Burada hiçbir müzakere ve pazarlık ortamının bulunmadığını, masanın kurulmadığını, kurulmayacağını, bunun çok net ve yalın bir şekilde otobandan önceki son çıkış gibi, son çağrı olduğunu, muhtevasının ise, “terör örgütünün lağvı, silahlarını bırakıp teslim olması” olduğunu kat’i olarak söylüyor; ama ‘terörden ve kandan beslenen’, “bölücü terör örgütünün varlığını varlık nedenleri “ olarak görenler konuyu şirazesinden çıkarmak için olağanüstü bir çaba sarfediyor…
Birileri de ısrarlı bir şekilde hala dışardan müdahale, üçüncü göz, garantör ülke, masa, pazarlık, müzakere gibi sözcüklerin etrafında misyonlarının gereğini yapmaya çalışıyor…
Oysaki eski çamlar bardak oldu. Köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye, Pençe-Kaplan, Pençe-Kilit harekâtları ile Irak’ta, son gelişmelerle birlikte Suriye’de terör örgütünün artık ülkemize yönelik her türlü alanını daralttı. İçerde kıpırdama şansı kalmadı. İstenilen, beklenen ise tamamıyla yok olmaları…
Bilinmelidir ki, gerçekleri görmeyen, görmek istemeyen, farklı göstermek isteyen sözüm ona siyasetçilere, terör baronlarına, terör örgütlerinin arkasındakilere rağmen Recep Tayyip Erdoğan’ın hedefi olan ‘Türkiye Yüzyılı’ tahakkuk edecek, terörsüz Türkiye Devlet Bahçeli’nin ifadesi ile ‘Kutup başı ülke’ olarak 21. Yüzyılı ve geleceği belirleyecektir…
Yorumlar18