‘Sahte diploma’ İmamoğlu’nun kimyasını bozdu
- GİRİŞ16.01.2025 09:20
- GÜNCELLEME16.01.2025 09:20
Gazeteciliğin en esaslı taraflarından birisi hiç şüphe yok ki, ‘fikri takip’tir.
Fikri takibi, ‘bir hadiseyi/gelişmeyi sadece meydana geldiği zaman ve sonraki yakın süreç içerisinde değil uzun zamana yaygın olarak mütemadiyen izlemek ve gözlemek’ şeklinde özetleyebiliriz.
İmamoğlu’nun diploması meselesi işte bu ‘fikri takip’ gerektiren hadiselerden birisidir!
Zira Türkiye’nin en büyük ve en önemli şehrine belediye başkanlığı yapmakla kalmayıp belediyenin tüm imkânlarını cumhurbaşkanlığı adaylığı için gözünü kırpmadan istimal eden bu şahsın, amaca ulaşabilmek maksadıyla neler yapabileceğini görebilmek için süreci en başından en sonuna kadar izleyebilmek gerekir ki, bu da ‘fikri takiple’ mümkündür.
Malumunuz bendeniz, İmamoğlu’nun diplomasına dair şimdiye kadar iki yazı yazdım.
Bu sebeple mülahazamıza geçmeden önce anılan hususa dair önceki yazılarımdan haberdar olmayan okuyucularımız için kısa bir hülasa çıkarmamız gerekiyor.
Hadisenin özeti şöyle.
Ekrem İmamoğlu, liseden sonra sınava giriyor ve herhangi bir üniversitenin “ön lisans” diploması veren bir bölümünü bile kazanacak puan alamıyor.
Yeterince zeki olmayan bütün zengin çocukları gibi bu da parasını bastırıp Kıbrıs’ta özel bir üniversiteye kaydoluyor.
1990 yılında bu okulun ikinci senesinin sonunda “59” not ortalamasıyla İstanbul Üniversitesine yatay geçiş yapıyor.
İşte asıl sorunda burada başlıyor zira hem puanı itibariyle hem de o günkü “denklik” problemi nedeniyle özel okuldan devlet üniversitesine “yatay geçiş” yapması yasal anlamda mümkün olmadığı halde (nasıl oluyorsa) İstanbul Üniversitesine geçiş yapabiliyor…
Yasal açıdan mümkün değil çünkü mezun olunan okuldan İstanbul Üniversitesine yatay geçiş YÖK kararıyla ancak 1993 yılında mümkün hale geliyor.
Yani İmamoğlu’nun geçiş yaptığı yıldan tam 3 sene sonra…
Diğer bir deyişle İmamoğlu, yasalara aykırı olmasına rağmen bir şekilde İstanbul üniversitesine geçiş yapmayı başarıyor ve diplomasını buradan alıyor.
Bu meseleyle ilgili içinde bendenizin de olduğu birçok yazar çeşitli yazılar yazdı ve hepsi de konuya YÖK’ün ve İstanbul Üniversitesinin açıklık getirmesini istedi.
Açıklık getirilmesini istedik istemesine ama şimdiye kadar her iki kurumdan da herhangi bir beyanat gelmedi ne yazık ki…
Bırakın açıklamayı, geçtiğimiz günlerde diplomanın sahteliğine dair çok ilginç bir gelişme yaşandı ki, akıllara zarar…
Yalnız, mezkûr gelişmeye değinmeden önce şu noktaya temas etmeme izin verin lütfen…
Diplomanın, iddia edildiği gibi sahte mi yoksa yasal mı olduğu hususu tartışılmaya başladıktan sonra, İmamoğlu’na bir haller oldu.
Gözle görülür bir şekilde agresifleşen Bay Ekrem, dikkatleri diplomadan uzaklaştırabilmek için “pışık” örneğinde olduğu gibi ergen çocukların bile yapmayacağı hareketlere başvurmakla beraber bilinçli bir şekilde İBB’yi yasal tartışmaların içine çekme gayretine girdi.
Bunlardan birisi, Beşiktaş belediye başkanının ‘yolsuzluk soruşturması’ kapsamında gözaltına alınması hadisesidir…
Bay Ekrem, Beşiktaş belediye başkanı Rıza Akpolat ile aralarının limoni olduğu herkesçe bilindiği halde, Özgür Özel ile birlikte nümayişe koşmakta gecikmedi.
Bunda, sahneyi tek başına Özgür Özel’e bırakmama arzusu kadar soruşturma kapsamındaki yolsuzluk iddialarının İBB’ye ulaşma ihtimalinin rolü de hayli fazla.
Zira Rıza Akpolat ile birlikte 47 kişinin gözaltına alındığı soruşturmada “belediye ihalelerini yöneten suç örgütünün lideri” olarak suçlanan Aziz İhsan Aktaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile de ciddi bir ilişkisinin olduğu tespit edildi.
İBB'nin CHP'ye geçtiği 2019 yılından itibaren ‘Saraçhane’nin milyonluk ihalelerini 9 kez Aziz İhsan Aktaş’ın aldığı belirlendi.
Aziz İhsan Aktaş ile Ekrem İmamoğlu başkanlığındaki İBB’nin ihale ilişkisini gösteren belgelere göre CHP’li İBB’den Aktaş’ın firmasına toplamda 4 milyar 728 milyon 441 bin 156 TL'lik ihale verilmiş.
Yani anlayacağınız akçalı ve hayli tuhaf bir ilişkiler yumağı ile karşı karşıyayız.
İmamoğlu, yolsuzluk iddiası bile olsa yargı üzerinden suçlanmayı ve bu vesile ile siyaset dışı kalmayı sahte diploma meselesine tercih ediyor.
Geçenlerde, “Benimle uğraşacaksanız, istinaf mahkemesindeki (YSK hâkimlerine yaptığı hakaret davasını kastederek) davamı sonuçlandırın ve beni bu yolla engelleyin, Hodri meydan!” diyerek bu düşüncemizi adeta teyit etti.
Neden mi?
Mahkemede, velev ki yolsuzluk gerekçesiyle de olsun, ceza almak kendi açısından, sahte diploma nedeniyle cumhurbaşkanlığına adaya olamamaktan çok daha avantajlıdır da ondan…
Çünkü bu gerekçeyle “beni aday olamamam için mahkûm ettiler” diyerek ortalığı yangın yerine çevirmesi işten bile olmayacak ve bu vesile ile ciddi bir mağduriyet husule getirecektir.
Oysa YÖK’ün yahut üniversitenin, yasal olmadığı kanıtlandığı için diplomasını iptal etmesi nedeniyle aday olamaması, hiçbir şekilde istismar edilemeyecek bir mahiyete sahiptir.
Şimdi gelelim yazının başında bahsini ettiğim diploma ile ilgili son enteresan gelişmeye…
Konuyu yakından takip eden yazarlar, yasal anlamda mümkün olmadığı halde yatay geçişinin nasıl onaylandığını ve hak edilmemiş diplomanın altına nasıl imza atıldığını sordular mütemadiyen.
Başta da dediğimiz gibi ne YÖK, ne İstanbul Üniversitesi yönetimi, bu hususa dair en küçük bir açıklama dahi yapmadı.
Bu suskunluk hiç şüphesiz, yapılan yasa dışı işlemi sessiz kalarak kabul etmek anlamına geliyordu.
Nitekim üniversite, işlenen suçu örtbas edebilmek için akıl almaz bir skandala tevessül etti.
Bu skandal hadise tam olarak şöyle cereyan etti…
İmamoğlu’nun ‘hakkıyla aldım’ dediği diplomanın altındaki imza henüz o tarihte göreve gelmemiş olan dekan Kemal Kurtuluş’a ait.
“Kemal Kurtuluş o tarihte dekan bile değildi, nasıl diplomayı imzaladı?” sorusu üniversite yönetimini hayli bunaltmış olacak ki, akıllara ziyan bir işe kalkıştılar.
Yaptıkları şu…
Kamuoyunu yanıltma ve yasaları ihlal etme pahasına siteme yeni bir giriş yaparak Kemal Kurtuluş’u o tarihte dekanmış gibi göstermek.
Yani Kurtuluş, o tarihte dekan olmadığı halde sanki dekanmış gibi sahte kayıt düşüyorlar.
Allah’ın işine bakın ki, bu sahte işlemi geriye doğru yaparlarken gerçek tarihi silmeyi unutuyorlar.
Sizin anlayacağınız, bir sahtekarlığı örtbas etmeye çalışırlarken başka bir sahtekarlık yapıyorlar iyi mi?!
Bu sahte işlem sonrasında yayın organlarının yaptığı ‘suçüstü’ üzerine insan, ilgililerin ve yetkililerin çıkıp bir açıklama yapmasını bekliyor doğal olarak…
Ama o da ne!
Ne YÖK’ten ve ne de Üniversite yönetiminden çıt çıkmıyor!
İşin kötüsü memlekette, skandal ötesi bu katmerli sahtekârlığı soruşturacak bir savcı da çıkmadı şimdiye kadar…
Netice-i kelam biz, önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi bu meselenin peşini bırakmayacağız elbet…
Fikri takiple, İstanbul’u perişan etmekle kalmayıp ülkeyi batırmaya namzet bu kifayetsiz muhterisin hevesini kursağında bırakmak için elimizden ne geliyorsa yapmayı da millete ve memlekete karşı bir borç ve vazife addediyoruz.
Bu anlayışa sahip herkesin de bir şekilde bu işe dâhil olması şart ama…
Yorumlar99