Yönetme sürecinin bir parçası olarak savaş
- GİRİŞ10.02.2025 09:16
- GÜNCELLEME10.02.2025 09:29
Tarih boyunca yönetim biçimleri üzerinde çok düşünülmüş, çok durulmuştur. İlk insanlardan beri önemli bir konudur yönetmek. Bu biraz da insanlar ve topluluklar gibi ihtiyaçlarının ve bu ihtiyaçlarının karşılanması için asgari bir koordinasyon ve hakemlik kurumunu gerektirmesinden kaynaklanmaktadır. Konunun karanlık boyutunda ise merhum Mevdudi’nin “İlahlık iksiri” dediği “Güç” ve gücü elinde tutma vardır. Nitekim İngiliz sömürgeciliğinin küresel bir yayılma göstermesini Marc Ferro “İngilizlerin bu kadar geniş topraklara ve kaynaklara ihtiyaçları yoktu. Ama onlar (Bir nevi tanrısal güce benzeyen) yönetme arzularını tatmin için böyle davranıyorlardı” diyerek açıklar. Bu bir anlamda “Tanrıya benzeme ihtirasıdır”
Tarih boyunca gördüğümüz her büyük güçte önce gücü inşa amaçlı rasyonel çabalara şahit oluruz. Bu kadim Mezopotamya’da, Mısır’da olduğu gibi doğa olaylarını çözümleyerek tarım ve ticaret yaparak zenginleşme; artı ürünü belli oranda paylaştırma ve biriktirme; nihayet ticaret gibi bazı zenginleştirici faaliyetleri geliştirme şeklinde karşımıza çıkar. Eski Roma’da ise artık modern dünyaya adım atılmış gibidir; sivil ve askeri mühendisliğin gelişimi, kodifikasyon yeteneğinin gelişmesi gibi farklı yönetim araçlarının müdahalesi görülür.
Ancak bir kere gücün merkezi oluştu mu, yönetenlerin “İlahlık iksirinden” içme zamanları gelmiştir, her coğrafyada farklı şekillerde, farklı tatlarda bu iksirden içilir. Bundan kaçınmak çok zordur, zira bu duygular, ihtiraslar dışarıdan zerk edilemez, bunlar insanda meknuzdur (Gizlidir). Gerek rasyonel ihtiyaçların karşılanması gerekse ilahlık iksirinin farklı şekillerde tezahürü ile ortaya çıkan yönetim olgusu bu yüzden tarih boyunca var olmuştur.
Dünyada var olmuş ve halen devam eden devletlere baktığımızda farklı farklı yönetme şekillerinin önem kazandığını görürüz. Firavunların mesela halklarının karınlarını doyurmak, geçimlerini temin etmek ile bunlardan yoksun bırakmak yoluyla yönetim icra ettiklerini görürüz. Ancak, bunların yetmediği yerlerde de sihirbazlar, tapınak görevlileri, vs devreye girmektedirler. Sulak Mezopotamya havzasında da benzeri pratikler ve araçlar devrededirler. Tabi ki orada da ürünü saklayan ve dağıtan rahipler yönetim işlevinin önemli unsurlarıdırlar. Ancak, Kuzeydeki askeri imparatorluklara gelince onlarda sıkı bir askeri disiplin ve etkin bir askeri bürokrasinin hakim olduğunu görürüz. Fenikeliler gibi sıradışı uygarlıklarda ise deniz ticaretinin yönetim aygıtını besleyenle destekleyen en önemli faaliyet alanı olduğu görülür. Bunların yanı sıra bilim ve düşüncenin gelişmesi ile ivme kazanan teknik ve teknolojik kapasitenin yönetim açısından önemli unsurlar/ araçlar haline geldiği açıktır. Günümüzde gördüğümüz bazı güçlerin şu veya bu şekilde kendilerine uygun imkan ve araçları organize ederek bir yönetim icra ettiklerini görmekteyiz.
Bölgesel ve Küresel Düzlemde Yönetim
Bazı ulaşım araçlarındaki ve lojistik organizasyonundaki gelişmelerle birlikte devletlerin, birden fazla gücün yönetimi olgusunu doğurmuştur. Vakıa Cengiz Han'ın başardığı gibi sınırlı taşıma vasıtalarıyla ve üstün bir organizasyon gücü ile (Çok sayıda at kullanan, farklı lojistik imkanlardan yararlanan ordular gibi) daha erken bir dönemde çok sayıda devletin ve gücün yönetimi başarılmıştır. Burada şunu ifade etmeliyim ki, Cengiz fethettiği ülkeler kadar fethetmediği ancak dolaylı yollardan etkilediği ülkeleri de amaçları doğrultusunda yönetmiştir.
Bu dolaylı yollar arasında yarattığı korku kasırgasını, farklı dinamik milletleri ordusunun önünde dar bölgede sıkıştırarak aralarında gerilim ve savaşlar çıkmasını sağlayarak, vb sayabiliriz. İlgili kısımda biraz daha genişçe açıklayacağımız üzere, Harzemşahlar gibi Cengiz’in orduları önünde sıkıştırılan devasa topluluklar Anadolu Selçukluları ve bölgedeki diğer devletlerle savaşlar doğuran gerilimler yaşamışlardır.
Ortaçağın görece ileri güçlerini izlersek, Venedik ve Ceneviz şehir devletlerinin o dönemin okyanusu diyebileceğimiz Akdeniz ve hatta Karadeniz havzasındaki ticaret kolonileri ve filoları ile icra ettikleri yönetim dikkate değerdir. Bu havzanın aynı zamanda tarihi İpekyolu güzergahı ile entegrasyon sağladığı görülmektedir. Bu bölgede Venedik, Ceneviz ile Osmanlı Gücünün çatışması kaçınılmaz olmuştur.
Zira Osmanlı Devletinin bazı sultanları askeri karakterli imparatorluğu ticari ve sosyal nizam kuran bir yapıya kavuşturmayı hedeflemişlerdir. Bu da ticaret yolları ve stratejik noktaları için savaş demektir. Nitekim Balkanlardaki kara savaşları ve Akdeniz’deki deniz savaşlarının Batı Armadası içinde Venedik ayrıcalıklı bir yer tutmaktadır.
Coğrafi Keşifler Sonrası Küresel Yönetim
Bizatihi küresel keşifler birbiri ardınca yapılırken yeni bir dünyanın da araçları belirlemeye başlamıştır. Bir kere teknoloji baskın karakterini dayatmaya başlamıştır. Mesela Okyanusa her milletin deniz filoları çıkamamaktadır. Ayrıca deniz ve kara savaşlarında kullanılan silahlar geliştirilmeye başlanmıştır. Bu artık önceki dönemlerin imparatorluklarının üstünlüğünü yok edecek bir gelişmedir. Diğer yandan, bölgesel hatta küresel düzlemde yönetim araçları geliştirilmeye başlanmıştır. Mesela 17. Yüzyıl başlarından itibaren Hollanda’da geliştirilen uluslararası ticaret araçları (kambiyo işlemleri, uluslararası ticaret kuralları, uluslararası hukuk, vb) dönemin süper gücü Hollanda için olduğu kadar onu takip eden süper güçler içinde olmazsa olmaz araçlardır. Bu dönem ekonomik kudret ile yönetimin en etkili örneği verilmiştir. Bu dünyanın uzağında olan geleneksel imparatorluklar bölgesel ve küresel savaşlar için finansman güçlüğü çekerler, bundan dolayı da savaşlarda başarı performansları düşerken Hollanda şehir devletleri savaş veya ticaret için toplumlardan kolayca borçlanabilmektedirler, Amsterdam bankaları çok sayıda ülkenin paraları açısından güvenilir bir konvertibilite merkezleridirler.
Aynı tarihlerde malumunuz, Mısır Fethi sonrası iki katına yükselmiş Osmanlı hazinesi Avusturya ve İran savaşları nedeniyle 1600’e geldiğimizde tamamen boşalmıştır. Bu Osmanlı havzasında yüksek vergi, aşırı merkeziyetçi mali disiplin, iç toplumsal karışıklıklar ve mülkiyet güvencesinin zedelenmesi demektir ki, bu yüzyılın sonunda Kara Mustafa Paşanın Viyana Muhasarasına giden yoldaki savaşlarında Tuna Boyu tüccarlarının Devleti Aliyeden yüz çevirmelerini doğurmuştur. Çağdaş Avrupa güçlerinin oluşmasından sonra ise artık küresel yönetim büyük oranda onlar tarafından yapılmaya başlanmıştır. Geleneksel imparatorluklar paylaşılıncaya kadar büyük devlet muamelesi görmüşlerdir. Bunun istisnası Çin’dir, ancak Çin’in de 1840- 1945 arasında yaşadığı ve utanç dönemi olarak adlandırdığı yüzyılı hatırlatmak gerekir. Çok açıkça belirtmek gerekir ki, bu dönemden sonraki savaşlar Avrupalı güçler ve onların ikinci müttefikleri arasında olacaktır. Batı silahları ve teknolojisine kısmen sahip olan Çarlık Rusyası bile birincil güç değildir. Bu dönemde de Acemoğlu’nun ifade ettiği en öldürücü silahlarla uygulanan yönetim biçimi dikkati çekmektedir. Aslında her dönem etkili olan öldürücü ve daha gelişmiş silahlara sahip olma bazı dönemlerde taraflar arasında büyük eşitsizlik olduğunda dikkati çekmektedir. Bu durumu tarihin çeşitli dönemlerinde görmek mümkündür.
Küresel yönetim ve düzenlemeler için en fazla öldürme kapasitesine sahip Avrupalı güçler arasında kurbanlarının onlardan fazla diğer milletlerin olduğu iki büyük savaş yapılmıştır. Şunu ifade edelim ki, bu iki büyük savaşın özellikle ikincisinin diğerlerinden farkı kesin bir küresel düzenleme ve yönetim işlevi görmesidir. Nitekim savaş yapan güçleri birbirinden ayıran en önemli farklılık, savaşı sadece savaş olarak gören, savaşta ayakta kalmaya çalışan güçlerle savaşı politik araç ve daha büyük düzenlemeler için yönetim süreci olarak gören güçler arasında görülür. Savaşın ve ayakta kalmanın ana amaç haline dönüştüğü büyük savaşlarda bile bu ayrım geçerlidir. Her iki büyük savaşta İngiltere’nin diğer devletlerden farkı buradadır. Keza 2. Dünya Savaşında da ABD’nin durumu da diğerlerinden farklıdır. Bunu daha küçük ölçekli savaşlarda da tatbik edebilirsiniz.
Bir Yönetim Aracı Olarak Günümüz Savaşları
Tarih boyunca yapılan büyük savaşlar bugünün güçleri için birer ibret ve ders alma malzemesi olarak değerlendirilmelidir. Özellikle savaşların ana amiral gemisi diyebileceğimiz birinci sınıf güçler açısından tarihte yaşanmış büyük savaşlar tarihi malzemenin çok ötesinde bir değere sahiptirler. Dolayısıyla her tarihi bilgiyi sadece kendilerine hitap eden bir kritik bilgi olarak görüp, eksiklik ve hatalarını düzeltme yoluna gitmektedirler. Elbette ki ana amaç sürekli aynıdır: politik bir egemenlik ve ekonomik sürdürülebilir üstünlük.
Belli bir yaşa kadar Amerikalıları kaba saba, sadece büyüklük budalası, sathi yönetici ve aydın sınıfı olan bir devlet olarak bilirdim. Bunda duygusal olarak karşıtlığımın da büyük payı elbette var. Ancak, rasyonel okumalar yaptığımda gördüm ki, bazı kritik işleri yapan yöneticileri hem geçmişten ders almaktalar hem de bugünün koşullarını objektif değerlendirmektedirler (Bunu ahlaki anlamda değil, uluslararası ilişkiler ve çıkarları açısından ifade ediyorum). Mesela bizim için neredeyse arkaik bir tarihi malzeme olan Peleponnes Savaşları, Pön Savaşları, vb ABD kurmay subayları için ciddi eğitim malzemeleridir. Eisenhower’ın bu savaşlar üzerine yaptığı çalışmalar bilinmektedir. Keza 960’lardan sonra Osmanlı kurumlarına artan ABD tarihçiliği ve istişari devlet mekanizmalarında yer alan yetkililerin ilgisi şâyanı dikkattir. Özce ifade edersek bugünün
modern savaşları, stratejileri ve yönetim araçları sadece güncel bir üretim değildir; tarihin büyük olayları ve ilgili kısımlarından alınan derslerle tekamül ettirilmektedir.
Bu iki paragraf perspektifinden bakarsak küresel yönetim açısından günümüz savaşlarını anlamlandırmaya çalışmak yararlı olacaktır. Düzen kuran iki büyük savaş ve ardından da Start 1 ve Start 2 Antlaşmalarının (1991 ve 1993) imzalanmasına kadar geçen Soğuk Savaş Döneminde küresel yönetim iki kutuplu denge ile sağlanmıştır. Bu dönemde,
Süper Güçlerin beşinci kol faaliyetleri, destekledikleri milis aparatları, bazen de bizatihi kendi Ordu birlikleriyle yaptıkları savaşlar ile küresel politik dengede ağırlık kazanılmaya
çalışılmıştır.
Ancak, her dönem olduğu gibi bu dönemde de dünyadaki devletleri özellikle stratejik gerilim alanlarındaki devletlerde bir kutuptan korunma ve diğer kutba bağlanma psikolojisi etkili olmuştur.
Gerilim ve savaşların yönetilmesinde geçmişten alınan derslerle özellikle diplomatik hazırlık, kamuoyu propagandası, lojistik organizasyon, finansal sürdürülebilirlik, savunma sanayiinde inovatif kapasite, orduların modernizasyonu konularında hassasiyet gösterilmiştir. Bu konularda gösterilen en küçük bir ihmal ve gözden kaçırma büyük güçleri bile zor duruma sokmuştur. Amerika’nın Vietnam ve SSCB’nin Afganistan deneyimleri adeta bir travma oluşturmuştur. 1991 sonrası oluşan tek kutuplu dünya düzeni ise bu saydıklarımızın ne derece önemli olduğunu göstermiştir. Bu kapsamda, Amerika’nın özellikle Afganistan işgali çok öğretici (!) olmuştur. Bunun dışında ABD Irak harekatı ile Irak ve İran petrollerinin çıkışını kontrol altına alarak Avrupalı güçler (Özellikle Almanya) ve Japonya’nın gelişme hızını azaltmıştır. Ancak, bu kez de Uzakdoğu’da yeni bir denge ortaya çıkmaya başlamıştır.
1991’den sonra hızla yükselen Çin Uzakdoğu’da Japonya’nın pozisyonunu etkisizleştirmiştir. Hatta bununla da kalmayacaktır ve 2000’li yolların başından itibaren diğer rakip güçlerin (Geçmişte ve şimdi Almanya, Japonya ve Rusya ‘SSCB’) yapmadığı bir şeyi yapacaktır: Amerikan sistemini kopyalamak.
Bu yeni gerilim ve küresel denge sürecinde büyük güçlerin geçmiş tecrübeler ve modern gelişmelerden oluşturdukları interaktif ve inovatif birikimler ve yöntemlerle çareler ürettiklerini görmekteyiz. Henüz savaşların nihai askeri sonuç doğurucu bir maksat (Rakibi topyekun imha ve iradesini topyekun teslim alma) taşımadıklarını görmekteyiz. Ustalıklı bir şekilde politik bir araç olarak savaşlar yapılmaktadır. Bu savaşlar yapılırken yöntemler, araçlar, destek unsurları, inovatif katkılar, vb sürekli geliştirilmekte, desteklenmektedir. İlk dikkatimizi çeken husus, savaşlar nihai askeri sonuç almaya değil, politik angajmanlar ve yeni dengeler yaratmaya yöneliktir. Mesela Ukrayna Savaşında Rusyayı yıpratmak ve küresel iddialarından vaz geçirmek hedefine matuftur. Rusya’nın egemenlik sahasında var olmaya devam etmesi zorunludur Çin tehlikesinden dolayı. Ukrayna da eski büyük haliyle de kalmayacaktır, küçültülecektir, Almanya ve Fransa’ya daha küçük bir Ukraynaya müttefik kılınacaktır. Ortadoğu coğrafyasına gelince büyük egemenlik sahaları daha da küçültülecektir. Sistem buralarda devletçilik oyunu oynanmasına bile izin vermeyecektir.
Bunu yaparken de bizim tabirimizle fitne sokmasına lüzum yoktur; fitne genetik olarak içimizdedir! Rusların geliştirdiği “Refleksif kontrol tekniğine” uygun olarak zaten Ortadoğu’daki grupların veya devletlerin birbirlerine karşı nasıl bir reaksiyon geliştirecekleri kendi içlerinde sistemik olarak mevcuttur. Buna Türkiye gibi son yüzyılda nispeten kurumsallaşmış devletler de dahildir.
Amerika Osmanlı öncesi Roma geleneğini takip ederek kuralar üzerinde muharip bağımsız ordu yapılanmasını muhafaza etmektedir. Klasik bir Roma yönetim biçimi olan “Divide empire” “Böl yönet” yani Azeri kardeşlerimizin deyişiyle “Ayır buyur” yöntemi ustalıkla uygulanmaktadır. Mesela bugün ülkemizde yaşanan iç yapıdaki ayrışmaların uçlarını ABD içinde bazı platform ve mevzilerde tespit etmiş bulunuyoruz. Geçmiş dönemin askeri lojistik organizasyon sorunlarını büyük ölçüde çözmüş bulunmaktadırlar; yüksek kapasiteli deniz gücü ve diğer nakil platformları, işgal edilen bölgelerdeki yer altı kaynaklarının müsaderesi, bölgesel savaşlarda bölgesel güçlerin mali angajmanının artırılması gibi getirilen yenilikler ile ABD savaş gücünün Çin ve diğer muhtemel rakipleri karşısında daha uzun süre savaşı bir politik araç olarak sürdürmeyi hedeflediğini göstermektedir. Diğer yandan ise bölgesel savaşlar ve yeniden yapılanmalardan pay bekleyen ikinci derecedeki güçlerin pay alma, pozisyon güçlendirme gibi bazı beklentilerden vaz geçmelerinde yarar vardır. En makul olanı, kendilerine kendi öz varlıkları ve imkanlarıyla bağımsız bir siyasi yol haritası belirlemeleridir. Zira bu yeni durumda pay almak yoktur, pay vermek esastır. Küresel güçler arasında savaş ve gerilim devam ettikçe müttefik veya işbirliği halkasındaki devletlere yüklenen yükümlülükler artacaktır.
Bu artan yükümlülükleri günlük haberlerden bile çıkarmak mümkündür. Mesela geçen haftalarda Suudi Arabistan Veliaht Prensi ABD’ye olan yatırımlarını 1 (Bir) trilyon dolara çıkaracaklarını açıklamıştır. Japon çelik devi Nippon Steel ABD çelik devi US Steel’i Biden ve Trump’ın itirazları nedeniyle satın alamamış, ancak US Steel şirketine yatırım yapacağını açıklamıştır. Japonya Başbakanı Işiga Şiberu ABD'ye yatırım hedeflerinin 1 (Bir) trilyon dolar olduğunu açıklamıştır. Büyük balığa büyük yükümlülük! Bu yükümlülükler elbette sadece ABD tarafında olmayacaktır. İttifak ilişkisinden ziyade ticari işbirliği prosedürünün hakim olduğu Çin ile işbirliği ortakları arasında farklı yükümlülükler ortaya çıkmaya başlamıştır. Mesela Afrika’daki hibe veya düşük faizli Çin borçları birçok Afrika ülkesinde yeni yeni ödeme sorunu ile birlikte başka komplikasyonlar yaratmaya başlamıştır. Yine Çin’in farklı ülkelerdeki yatırımları neticesi üretilecek ürün fiyatlarında ucuzluk beklentisinin rasyonel olmadığı görülmektedir. Bu anlamda, Çin de cari fazla vermesine rağmen Uluslararası ticaretten maksimum kar elde etmeyi düşünecektir. Özellikle son dönemde ABD ve Çin arasındaki rekabetin gerilime ve bazı yerlerde savaşa dönüşme riskine dönüşmesi göz önüne alındığında diğer ülkeler için bir savaş bütçesi zorunlu olacaktır. Tıpkı Ukrayna Savaşının Avrupalı güçlerde yarattığı savaş bütçesi gibi. Ve bu sürecin hemen sona ermeyeceği en azından birçok bilinmezlik içerdiği açıktır.
Diğer bir durum ise büyük güçlerin zorlamasıyla daha dar coğrafyalara sıkışan orta büyüklükteki veya bölgedeki güçler arasında gerilim ve savaş riskidir. Bu risk bizde hayati seviyededir.
Bu durumların tamamını dikkate alacak olursak, öncelikle mevcut savaşların bir yönetim sürecinin parçası olduklarının bilincinde olmak şarttır. Dolayısıyla savaşlar kadar savaşların hangi politik , ekonomik ve askeri süreçlerin parçası olduklarına dikkat etmek gerekmektedir.
Bizim alacağımız inisiyatiflerin de siyasi ve ekonomik sonuçları mutlaka net olarak belirlenmelidir. Yeni dönem savaşların eskilerinden farklı olarak bütçe ve kaynak gereksinimleri müttefik ya da işbirliği yapan ülkeler tarafından karşılanmaktadır/ karşılanacaktır. Diğer yandan, kendimizi araçsallaştırılmış bir savaşın içinde bulmak da dikkate alınması gereken bir ihtimaldir. Bu konuyu da dikkate almakta yarar vardır. Karar verme aşamasında ise bireysel, subjektif, duygusal, vb kararlar değil de devlet kurumlarının bağımsız çalışmalarıyla oluşturulmuş itidalli kararların alınmasında hassasiyet gösterilmelidir. Bu açıdan baktığımızda, ne yazık ki, devletimizin bölgesel açılımlarında diplomatik aklın yeterli ölçüde yer almadığı, görev tanımı ve icrasında ciddi karışıklıklar olduğu, bu yüzden de kamuoyunca görülen ve görülmeyen bazı alanlarda sıkıntıların yaşandığı görülmektedir. Ayrıca, savaşın politika aracı olarak daha başat bir rol oynamaya başlaması nedeniyle lojistik, kadro, organizasyon, yüksek kurmay aklı, vb açısından askeri hazırlık durumunun gözden geçirilmesinde zorunluluk vardır. Burada özellikle iç politik nedenlerle sürekli içine kapanan ve ayrışan millet yapımızın gelecek için büyük endojen riskler taşıdığını vurgulamak isterim. Zira bu bizi mevcut risklere, gerçek düşmanlara karşı değil, kurgusal ve içsel durumlara ve sanal düşmanlara karşı hazırlamaktadır. Gerçek bir hazırlık durumunda tam tersi olmalıdır. İçte kuvvetli birlik, düşman ise dışarıda somut ve açık olmalıdır. Riskler tam teşhis edilmeli, karşı önlemler için ortak refleksler geliştirilmeli ve hazırlayıcı çalışmalar yapılmalıdır.
Mehmet Ali BAL
Yorumlar2