Kırık fay hatları üzerinde tehlikeli satranç: Ortadoğu

  • GİRİŞ10.03.2025 08:56
  • GÜNCELLEME11.03.2025 08:37

Sykes- Picot Antlaşmasının cetvel ile çizdiği Ortadoğu’nun kırık fay hatları üzerinde yeni bir güç satrancı oynanmaya başlandı. Ne yazık ki bu satranç oyunun taşları masum insanlar…

Durgun bir deniz gibi mütemadiyen uzayan çölde nasıl aniden bir kum fırtınası çıkarsa öyle Ortadoğu’nun en hassas fay hatları üzerinde seçilmiş bölgelerinde toplumlar üzerinde alışıldık bir yeni fırtına başladı. Fırtınanın özelliği sadece bir yandan değil her taraftan şiddetli kasırgalarla toplumların üzerine felaketler yağdırması. Kimi toplumlar fırtına kumları altında kalırken (Gazze) kimi toplumlar da anaforların hortumların içinde bir coğrafyadan diğerine (Filistin, Irak, Suriye, Lübnan) savrulmaya başladı tekrar. Petrolün vicdanları örttüğü (S. Arabistan, Katar, BAE) müreffeh ülkelerde ise kasırgadan daha beter sessizlik, hatta gelecek  güç hesapları söz konusu. Petrol bugünün savaşlarını, dökülen kanlar ise yarının savaşlarını garanti ediyor kuşkusuz. Bu coğrafyanın tavanını koruyan konstrüksiyon zayıflamış halde kimisi adı bile söylenmeden yürütülmüş bir savaşın mağlubu (İran) bazıları ise dirayeti mümkün kalacak finansmanın zayıflığı, için parçalanmışlığı, vb ile malül.

Bir zamanlar Nabukednazar gibi adamların dolaştığı iki nehir arası bugün dertlerden dert ve belalardan bela beğen diyeceğimiz iki kötülük arasında, yoksul, zayıf ve çaresiz. Cezirenin altında ise yoksul ve öfkeli işsiz delikanlılar dolaşıyor etkisiz (Yemen). Kalabalık aile ise güçlü olmaktan uzak (Mısır) mahalleye nizam vermekten çok ailesini nasıl doğuracağının telaşında. Adeta mezar taşlarına dönen her binanın enkazı yanında ağlayan çocuklar, kadınlar ve çaresiz vicdanlar bulunmakta. Bu ne dehşetli bir beladır ki, her fırtınanın içinde ayrı ayrı anaforlar, kasırgalar, hortumlar çıkmakta ve her bir millet ayrı ayrı topluluklara bölünmüş zamanın dehşetengiz fitne dalgalarıyla boğuşmakta.

Bu giriş paragrafını fazla duygusal bulan dostlarımız olacaktır. Ancak, gözümüzün önünde olan bitenin bize yansıyan ateşi, acısı ve hüznü başka türlü yazmaya izin vermiyor.

Ortadoğu’daki fay hatlarına müdahale eden büyük küresel güçlerin stratejilerini her geçen gün daha iyi anlamak mümkün. 20. Yüzyılın başlarında güçlü Osmanlı Devlet sistematiğinin hala bölgede bileşenlerinin, prestijinin ve en azından bazı bağlarının olması nedeniyle küçük devletler şeklinde yapılandırma öncelikliydi. Bu yapılandırmanın yerel bileşenleri milliyetçilik, mezhepçilik, Osmanlı karşıtlığı gibi farklı ideolojik kılıflar bulsalar da asıl muharrik güçler İngiltere, Fransa ve sonrasında ABD daha sonraki yıllarda SSCB gibi büyük devletlerdi. Bu modern devletler aracılığıyla bölgeyi ve milletleri kontrol etmek, kaynaklarını maksimum küresel metropoller yararına kullanmak mümkündü. Ancak, Soğuk Savaşın (Bu dönem olaylarını yazı bütünlüğünü sağlamakadına kasten ihmal ediyorum) bitmesini müteakiben tek süper güç haline gelen ABD’nin tek başına küresel düzen oluşturamayacağının farkına varması ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemin hamleleri olarak Amerika ve müttefiklerinin Irak müdahalesini, Yugoslavya’nın parçalanmasını görmek mümkündür.

Ancak, bunlarla başlayan süreç süratle de ivme kazanmıştır. 2. Irak müdahalesi, Balkanlar’ın daha “mikro-balkanizme” maruz bırakılması Doğu Avrupa’nın küçük parçalara ayrılması, Ortadoğu’da da şiddetli müdahalelerin ve olayların gerçekleşmesi bu türden bir ivmelenmedir. Daha önceki yazılarımızda da belirtildiği üzere tüm küresel çatışma alanlarında olduğu gibi hatta daha fazlası Ortadoğu’daki seçilmiş çatışma bölgelerindeki istikrarsızlık devam edecektir. Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, vb ülkelerde açılan yaralar daha fazla siyasi ve içtimai cerahat oluşması için açık bırakılacaktır. Bu stratejinin küresel sisteme faydası şudur ki, öncelikle bu bölgelerdeki kaynaklar daha kolayca büyük güçler tarafından gasp edilmektedir; ikinci olarak, bu bölgelerde yaşayan nüfus bir şekilde azaltılmakta, istikrarsız sebebiyle müspet üretim ve düzen  sürecini inşa edememektedir; üçüncü ve son olarak, bu bölgedeki istikrarsızlık ile coğrafi ya da siyasi, ekonomik, kültürel yönlerden bağlantılı orta ölçekli güçler destabilize edilmektedir. Bu son derece istikrarsız ve şiddet içeren coğrafyalar savaşlar ve iç karışıklıklar ile çalkalandıkça nitelikli nüfus kalburun üzerine çıkıp oradan gelişmiş metropollere kaçmakta, kalan biçare nüfus ise birbirini imha etmektedir. Bu bölge ve komşu bölgesel güçlerde en azından bir yüzyıldır aynı proje yürürlüktedir. Gelgit (Med Cezir) dolayısıyla belli zamanlarda suların kapladığı belli zamanlarda da çekildiği bir Afrika ülkesinde karıncaların ve balıkların her gelgit sonrası birbirlerini yemeleri metaforunu hepimiz biliriz. İşte bu sistem Ortadoğu ve komşu coğrafyalarda aynıyla caridir. Med cezir metaforunu rastgele vermiş değilim. Bilindiği üzere Arap Baharında Suriye’de iç karışıklığın başladığı tarihten Esad’ın yurtdışına kaçmak zorunda kaldığı tarihe kadar Baas yönetimi ve ordusu tarafından Suriye nüfusunu. Neredeyse yarısı yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı. Bu nüfus hareketliliğinden Türkiye, Ürdün gibi bölge ülkeleri ve bazı Avrupa ülkeleri değişen oranlarda külfet yüklenmişler, olumsuz etkilenmişlerdi. Suriye içinde de kalan toplumun önemli bir kesimi zulme uğramıştı.. Heyet Tahrir Eş-Şam’ın yönetimi devralmasından sonra ilk başlarda bazı sözler verilmiş olsa da ilerleyen zamanlarda yeni tsunaminin yeni medcezir haraketlenmeyi güçlendirdiği, eski Medcezir canlılarını yemeğe başladığını görmekteyiz. Bu sürecin daha da kötüleşeceği ön görülebilir. Kendi içinde bir sistem kuramayan milletlerin, toplulukların en önemli özelliği dışarıdan müdahalelere açık kendi içinden taleplere ise kapalı oluşlarıdır. Burada mesele sadece bir grubun salt şiddet sergilemeyi amaç edinmesi de değildir. Bir iç anlaşma sağlanamadığı için sıradan bir organizasyon tesisi bile kolay olmamaktadır.

Geçtiğimiz haftadan beri Suriye’de Humus, Lazkiye, Cebleh, Banyas ve Tartus şehirlerinde yönetimi devralan HTŞ güçleri ile eski rejim ordusu mensupları arasında çıkan çatışmalar Suriye’deki ve Ortadoğu’daki fay hatlarını dinamitlemiştir. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi bu çatışmalarda HTŞ Güçlerinden de kayıplar olduğunu ancak bu merkezlerdeki Nusayri vatandaşlardan da çok sayıda infazların yapıldığını açıklamıştır. Sıradan bir adli suçlunun teslimi konusunda çıkan gerilimin çatışmaya dönmesi sonrası yaşanan çatışma ve infazlarda 1.000 civarında insan hayatını kaybetmiştir (Bu sayıların dahada yüksek olduğu yerel kaynaklar tarafından ifade edilmektedir. Buna esir olarak alınıp İdlip’e götürüldüğü iddia edilen kadınları da ilave etmek gerekir.

-09.03.2025 saat 19.00 itibariyle-) Ancak, bu kayıplardan ziyade basına ve sosyal medyaya düşen görüntüler kan dondurucu niteliktedir. İnfaz edilen silahsız siviller, köpek gibi yürütülen ve havlayın denilen grupların süründürülmesi, HTŞ güçlerinin bir apartmanı yakmaları, açık alanlarda bile açık şiddet gösterme, vb olaylar yeni kurulan Şam otoritesinin meşruiyetine gölge düşürmüştür. Ayrıca bu olayların Ortadoğu ve diğer komşu ülkelerde fay hatlarını tetiklemesi muhtemeldir. Uluslararası ajanslara düşen Ahmet eş-Şara’nın “ Devrik rejimin kalıntılarının peşine düşmeye devam edeceğiz” açıklaması her ne kadar yeni kurulan rejimin güvenliği sağlama gayreti olarak görülse de bu çatışmaların devam edeceğinin açık sinyalidir. Bu durumda,Suriye’deki grupların silahlarını teslim etmelerinin pek de mümkün olmayacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca, bölgedeki bu tür operasyonların Suriye’nin diğer bölgelerinde bir teyakkuza geçme durumu yaratacağı aşikardır.

Suriye üzerinden güç politikası devşiren büyük güçler açısından bu olayların beklenmeyen tesadüfi olaylar olmadığı gerçeğinin altını çizmeliyim. Artık böylesi olayların salt kendi iç dinamikleriyle vuku bulduğuna inandırılmayacak kadar bir tecrübeye sahibiz. Muhtemelen ABD, İsrail, İngiltere farklı silahlı gruplardan oluşan yeni yönetimin tam bir devlet gibi davranma kapasitesinin olamayacağını baştan biliyorlardı. Ve yine muhtemelen bu tür karşılıklı çatışmalara, bir grubun diğer grubun üzerine saldırmasına henüz müdahale etmeyeceklerdir. Ta ki, grupların her birinden yüzlerce insan , kadın çocuk öldürülünceye ve toplumlar arası daha aşılmaz bariyerler yükselinceye kadar…. Bölge daha da zayıflatılacak, yerel topluluklar daha çok dışarıdan gelecek yardımlara ve etkilere açık pozisyona geleceklerdir, ki bu grupların en başında HTŞ gelmektedir. Bu durumda kendi planlarını diledikleri gibi uygulayabileceklerdir. Nitekim şu an Suriye’deki ABD üsleri daha da varlıkları arzu edilir haldedir. Keza bazı kesimler Akdeniz kuyusundaki Rus üslerinin kapatılmamasını istemektedirler. İsrail ise en pervasız güç olarak Suriye’nin önemli bir kısmını işgal ettiği gibi “Kadim toprakları üzerindeki Dürziler ve Kürtlere (SDG/ PYD kasdediyor) yardım eli uzatacakları” açıklamasını yapmıştır. Bu açık bir müdahale için irade beyanıdır. Bu tür çatışmaların hele sivil katliam ve baskı görüntülerinin biraz daha yayılmasını sağlayacaklarını, küresel kamuoyunda bir meşruiyet ürettikten sonra bu bölgelere kendi müttefikleriyle bir işgal harekatı düzenleme ihtimallerini büyük oranda gerçekleşebilir görmekteyim. Tartus, Lazkiye, Banyas ve Cebleh’te yaşanan ve görüntülenen olaylar 7 Kasım Hamas Saldırısı sonrası dünya kamuoyuna yayılan videolar ile benzerlik taşımaktadır, hatta daha ağır ihlaller içermektedir.

Diğer yandan Suriye’nin istikrara ve meşru devlet yapısına kavuşamaması bizim gibi komşu ve ilişkili ülkeler açısından risk taşımaktadır. Şu anki Suriye yönetiminin devlet kurumsallaşması için çabalarına rağmen henüz devlet yapısı kazanamadığını tespit yerinde olur. Bu yüzden hükümet güçleri yerine HTŞ güçleri ibaresini kullanıyoruz. Nitekim bu son olaylar müdahale güçlerinin henüz her kesim için devlet güçleri haline gelemediğini göstermektedir. Halen dünyada ağır harp şartları cari ise de (Yani ülkeler bu nedenle hukuku, normal zamanlardaki idari düzenlemeleri, vs askıya alan güçleri görmezden gelseler de) bu şartlarda bile devletler ve dünya kamuoyu egemenlik bölgelerinde meşru ve kurumsallaşmış, taahhütte bulunabilen devlet görmek isterler. Bu egemenlik icra eden hükümet için de iyidir, garantiler ve uluslararası ilişkilerde kabul edilme imkanı sağlar. Nitekim, şu an Suriye’nin meşru kabul edilen bir hükümete, devlet yapısına kavuşmasını istemeyen güçler burada veya burası üzerinden bölgeye askeri müdahale yapmaya hazırlanan devletlerdir. Bu devletlerin başında İsrail gelmektedir. İsrail Suriye yönetimin devlet değil, düzensiz bir yapı olmasını arzulamakta, bunu gerekçe yaparak zamanı geldikçe Suriye içinde işgallerine devam etmek istemektedir. Nitekim “Kadim topraklarımızın üzerindeki Dürziler ve Kürtlere yardım eli uzatacağız” beyanının devamında yarın Lazkiye’de, Tartus’ta baskılara maruz kalan halk için Amerika ve İngiltere’nin ya da Rusya’nın müdahalesini istemek hatta bizzat kendisinin yakın bölgede müdahalelerde bulunma girişiminde bulunmak iradesini gösteceğini tahmin etmek mümkündür. Bunların da ötesinde bölgede oluşacak objektif hasar her kesimden Arap ve Suriyeli nüfusun birbirini kıracağı, yakın gelecekte hepsinin güç kaybedeceği hususudur.Bu durum karşısında devlet olarak dengeli bir tutum geliştirme çabalarımız bulunmaktadır.

Bu tutumun son derece önemli olduğu açıktır. Türkiye olarak bölgedeki tüm kesimleri kucaklayan bir siyasi yaklaşım yararımıza olacaktır. Suriye’nin istikrarı ülkemizin lehinedir. Bu istikrarın gerekli şartları arasında, egemenlik sahasında sorumluluk alan devlet kurumsallaşması, özellikle güvenliğin sağlanması faaliyetlerinde örgüt değil, devlet gücü gibi davranılması önem taşımaktadır. Sivil halkın can güvenliğinin sağlanması merkezi önemdedir. Bu konuda Türkiye’nin kurumsallaşmada katkısı olabilir. Diğer bir husus Suriye’de yönetim kompozisyonunda yerlilik temsilini sağlanmasına katkı sunmaktır. Suriye sahasında yeni dönemde etkin olmak isteyen yeni güçleri hesaba katarsak, işimizin hayli zor olduğunu da ifade etmeliyim.

Ülkemizin siyasi, askeri ve toplumsal güvenliği açısından ise daha dikkatli olmamız gereken bir dönemdeyiz. Dışişleri Bakanlığımızın diplomatik alanda daha aktif olması gerekmektedir. Bölgedeki istikrarsızlığın daha uzun zaman devam edeceği ihtimaline karşı hazırlık yapmalıyız. Çok öz olarak ifade edersem, özellikle ordumuzun, ilgili güvenlik kurumlarımızın silah mühimmat bakımından olduğu kadar beşeri kapasite, askeri disiplin açısından yüksek hazırlık durumunda olması şarttır. Suriye içinde yer alan, çatışan, bekleyen gruplar ve kesimler içindeki farklı devletlerin örtülü yapılanmalarına dikkat sarfetmeliyiz. Daha önce bir çok yaşanan çatışma ve krizlerde edindiğiniz tecrübeyi tekrar etmek istiyorum: Bu tür olaylar, krizler ve istikrarı bozan müdahaleler zincirin son halkası değil, gelecekte uygulanacak stratejilerin ilk halkalarıdır. Stratejik savaş mantığı bunu gerektirir. Biz geleceği de sürece entegre edebilmeliyiz. Suriye'deki gelişmeler özelinde diyebiliriz ki, zarlar atılmıştır ancak yapılacak hamleler tükenmiş değildir. Irak'a askeri Müdahale sonrası yaşanan olayların, yapılan hamlelerin bir stratejik plana ve uygulama manueline uyularak yapıldığını bugün daha net görüyoruz. Aynı netliği gelecek için de sağlamalıyız.

Bu yönlerden, zaman içinde Suriye’deki olayların ülkemiz için ciddi tehdit oluşturacağı unutulmamalıdır. Şu soruyu da ciddiye almalıyız: Hakim güçler ve ileri karakol İsrail, Ortadoğu’daki fay hatlarını Suriye’deki savaşa katacak şekilde dinamitlemektedirler?

Yoksa bu fay hatları üzerinde bulunan devletlere, milletlere mi ulaşmak istemektedirler?

Suriye münferit stratejik nihai hedef midir? Yoksa taktik bir mevzi kazanma mıdır? Bu soru önemlidir. Zira eğer stratejik nihai kazanım olsaydı, ABD ve İsrail ülkenin istikrarını öncelemeleri gerekirdi. Çatışma çözümlerini önemsemeleri beklenirdi, yeni çatışma tohumları ekmeleri değil…

 

Yorumlar4

  • Yavuz Selim44 5 gün önce Şikayet Et
    teşekkürler kıymetli hocam.. Tek çözüm Siyonistler saldırmadan bir şekilde suriye üzerinden de olsa onlara saldırmak ve bitirmek.. Başka çare yok.. ABD onca kıtalardan kalkıp gelip orta doğu da bizimle savaşmayacaktır.. Trump destek almadan savaşabileceğimizin farkındadır.. Yurtta sulh Cihanda Sulh Cumhuriyet döneminde kalmıştır.. Onlar bize vurmadan biz erken davranmalıyız..
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • MURAT 5 gün önce Şikayet Et
    Biz neden her yere geç kalıyoruz. 8 Aralık 10 Mart 3 ay geçmiş. Hala somut adımlar yok. Hep cek-cak sözleri. Yapın anlaşmalarınızı kurun üslerinizi. 10-15 Bin askerimiz Suriye'de görev yapmalı. Tehlike Ankara'nın kapısına geldikten sonra acı biber yemiş gibi sağa sola başımızı sallamayalım. Terör meselesinde de çözüm kasıtlı olarak uzatılıyor.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Kamil 5 gün önce Şikayet Et
    Lübnan ve Suriye'yi satranç karesindeki piyonlar olarak düşünelim , At , L hamlesi yapıyor . O zaman İsrail'in almak istediği piyonlara karşı At koymalıyız . Vezir ve Fil desteği de bulunmalıdır . Arap Birliği Savunma ve Operasyon merkezi inşa etmek doğru bir hamledir .
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Ersever 5 gün önce Şikayet Et
    Amaç belli, bop. Gerisi şöyleydi böyleydi, ben neticeye bakarım, kime ne zararı var kime ne faydası var, israilden başka herkese zararı var.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat