Üç şehitler

  • GİRİŞ16.03.2025 08:54
  • GÜNCELLEME17.03.2025 09:05

16 Mart 1920 sabahıydı...

Gece boyu süren hazırlıklar bitmiş, gün ağarmadan harekât başlamıştı. 
Boğaziçi’ne demirli savaş gemilerine ardı ardına çatanalar yanaşıyor, salkım salkım doldurduğu askerleri karaya taşıyordu.

Sirkeci, Galata, Dolmabahçe gibi şehrin merkezine akan rıhtımlara İngiliz ordusuna ait kamyonlar dizilmişti. 

Gemilerden boşalan askerleri yüklenip birbiri sıra hareket ediyorlardı.
Hedef, başta Harbiye Nezareti olmak üzere imparatorluğun idare merkezleriydi.
Osmanlı payitahtı en kara günlerinden birini yaşamaya hazırlanıyor, koyu bir sisle kaplı Boğaziçi işgale tanıklık ediyordu.

Aslında fiili bir işgal zaten vardı. 13 Kasım 1918’de işgal yönetimi İstanbul’a gelmiş, stratejik noktaları kontrol altına almış, Beyoğlu yakasına İngilizler, Haliç’in güneyine Fransızlar, Anadolu yakasına İtalyanlar yerleşmiş, ancak idareye dokunmamıştı.
Bugün idarenin de işgal günüydü.

Mütareke hükümleri ne kadar sert, uygulaması ne kadar acımasız olursa olsun, İmparatorluk bakiyesi toprakların ne mücadele azmi bitmiş, ne direniş ateşi sönmüştü. Savaş yorgunu ülkenin dört bir yanında Müdafaayı Hukuk, Muhafazayı Hukuk, Reddi İlhak gibi direniş örgütleri kuruluyor, peş peşe kongreler düzenleniyordu. Özellikle Sivas Kongresinin ardından İstanbul Hükümeti, Anadolu hareketi ile elbirliği edip seçimlerin yenilenmesini sağlamış, “Meclis-i Mebusan”, işgalcilerin şaşkın bakışları altında yeniden çalışmaya başlamıştı. Üstelik Meclis’te “Misak-ı Milli” kararlarının alınarak dünyaya ilan edilmesi işgal düzenine vurulan en büyük darbe olmuştu.

Daha fazlasına izin veremezlerdi.

Bu yüzden öfkeli, bu yüzden hınç doluydular.

O sabah, kamyonlara yükledikleri binlerce silahlı askerle payitahtın dört bir yanında terör estirdiler. Başta Harbiye ve Bahriye Nezaretleri olmak üzere bütün devlet binalarını, idare merkezlerini, kışla ve karakolları bastılar.

Beyazıt’ta bulunan Şehzadebaşı 10. Kafkas Tümenine bağlı karakol da baskına uğrayan yerlerden biriydi.
İlk kan burada aktı, ilk şehitler burada verildi.

Sabah 05.45 sularında altmış kişilik İngiliz birliği makinalı tüfeklerle karakolu taradı.

Saldırıya çoğu uykuda yakalanan askerlerimizden dördü oracıkta şehit oldu. Altısı ağır on askerimiz de yaralandı. 

Karakol Kumandanı Teğmen Nail Efendi ile kâtipler tutuklanıp Beyazıt Camiinin karşısında bulunan eski jandarma dairesinde gözaltına alındılar.

Saldırıyı duyup olay mahalline koşan ilk kişi İtalyan bir gazeteciydi.

II Tempo gazetesi muhabiri olarak İstanbul’da bulunan Filippuci Giustinioni, barut kokuları bile henüz dağılmadan karakola varıp faciayı belgelemişti. Ancak yayınlayamadı. (Bu fotoğraflar, Roma Elçimiz Galip Kemali Bey tarafından gazeteciden satın alınarak 1954 yılında yayınlanacaktır.)

Karakol baskını birkaç saat içinde bütün İstanbul’da duyuldu.

Çoğu darülfünun öğrencisi öfkeli bir kalabalık, Beyazıt Meydanında toplanarak nümayişe başladı. Şehrin birçok yerinden tepkiler yükseldi.

Öfkenin bir halk ayaklanmasına dönüşmesinden korkan işgal yönetimi hemen harekete geçerek dört şehidin cenazelerini karakoldan kaçırdı. Büyük bir gizlilik içerisinde Haliç sahilindeki Bahariye’ye getirip İplikhane’nin hemen karşısındaki bir alana gömdü.
Cenazelerin üzerine ne bir taş, ne bir işaret konuldu. 

Ağır sansür altındaki gazetelerde bununla ilgili tek satırlık bir haber bile çıkmadı. Baskın olmuş, katliam yapılmış ancak şehitler adeta buhar olup uçmuştu...

Reşadiyeli Mehmet Onbaşı, Zileli Abdullah Çavuş, mızıka efradından Şarkışlalı Osman ve yine mızıka efradından Balıkesirli Nasuh...

Karanlık işgal sabahının dört şehidi olarak Haliç sahilindeki ulu ağaçların altında sessiz ve derin bir uykuya yattılar.

Aradan aylar, yıllar geçti...

Anadolu’daki direniş kartopu gibi büyüdü. İşgal sonrası dağıtılan Meclis Ankara’da toplandı. Bitip tükendiği zannedilen bir millet yeniden dirilerek işgalcileri bütün yurttan söküp attı.

İstanbul’un esareti 4 Ekim 1923’te son işgal güçlerinin şehri terk etmesiyle son buldu.
Bu gelişmeler arasında işgalin ilk şehitleri uzun süre hiç konuşulmadı.
Ta ki 1924 yılına kadar...

O yıl, dönemin ünlü gazetelerinden İkdam’da, “Şehitlerimiz Nerede?” manşetiyle yayınlanan bir haber sessizliği bozdu.

Gazete, “Şehitlerimize Sahip Çıkalım” başlığıyla bir de kampanya başlattı. Şehitlerin gömüldüğü yeri bilenlerin veyahut bilgisi olanların gazeteye başvurmaları istendi.
Kampanya kısa zamanda etkisini gösterdi.

Gazeteye başvuran bir kişi, şehitlerin gizlice gömülmesinde görev alanların isimlerini bildiğini söyledi. Gömücüler bulundu. Onların gösterdiği alanda kazılar yapıldı. Fakat kazılan yerde dört değil, üç şehidin kemikleri vardı. Sonraları şehitlerden birinin yakınları tarafından gizlice alınarak başka bir yere nakledildiği anlaşıldı.

Şehitlerin yeri belirlendikten sonra onlara yakışır bir mezar yapıldı. 26 Mart 1925 tarihli Servet-i Fünun dergisinin kapağında “Üç Şehitler Anıt Mezarı”nın fotoğrafı yayınlandı. Fotoğrafın altında şöyle yazıyordu:

“Mütareke zamanının zulmünü unutmayalım. Şehitlerimizi hatırlayalım.” 

Aynı yıl Belediye Meclisi aldığı bir kararla, şehitleri yıllarca sinesinde barındıran Eyüp’te bir mahalleye “Üç Şehitler” ismini verdi. Bugün İslambey Mahallesinin sınırları içinde kalan alan, şehrin en bilinen semtlerinden biri olarak şehitlerimizin aziz hatıralarını yaşatmaya devam ediyor.

Anıt mezar, 1950’li yıllarda askeri bir törenle buradan kaldırılarak Edirnekapı’daki Sakızağacı Şehitliğine taşındı.

İstanbul işgalinin sembol şehitleri için çok şey yazılıp söylendi. Bunlardan en bilineni, ünlü şairlerimizden Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı” isimli eserinin beşinci bölümünü oluşturan şiirdir. 

İstanbul’un işgalinin 105’nci yılını yâd ederken, Anadolu’nun bu yiğit çocuklarını unutmak olmazdı.

Ruhları şad olsun... 


Zekeriya Yıldız / Haber7

Yorumlar17

  • Köylü 2 hafta önce Şikayet Et
    Ne zaman birine İstanbul'u gezdirsem mutlaka Vezneciler de şehitlerimizi anar onlara fatiha okuturum. Ruhları şad olsun.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ayşe Sarı Deveci 2 hafta önce Şikayet Et
    Ne güzel bir anlatım şekliniz var. Su gibi okunuyor ve öğretici. Kaleminize sağlık
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Mücahit Çelik 2 hafta önce Şikayet Et
    Bir Eyüpsultan lı olarak Üç şehitler semtini bilirim ama hikayesini şimdi öğrendim. Çok teşekkür ederiz. Şehitlerimize Yüce Allah'tan rahmet dilerim.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Asya 2 hafta önce Şikayet Et
    Yıllardır üçşehitlerde oturuyorum. Adının nerden geldiğini şimdi öğrendim. Kalemine sağlık Zekeriya bey
    Cevapla Toplam 5 beğeni
  • ŞAMİL 2 hafta önce Şikayet Et
    Allah rahmet etsin mekanları nurla dolsun
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat