Diploma ve ahlak

  • GİRİŞ19.03.2025 08:13
  • GÜNCELLEME19.03.2025 08:13

Öğretmen çocuğuyum. Taşra şehirlerinde, orta halli bir ailede büyüdüm. Babam 80’li yılların üniversitesinde hocaydı. Hem 12 Eylül’e hem paraya mesafe koymayı başarmıştı. Helal-haram kavramları hayatımızın merkezindeydi. Zengin değildik ama, şükür kimseye de muhtaç olmadık.

Anne babamın hayattaki en önemli maksadı beni ve kardeşimi okutmaktı. Çünkü bizim gibi insanlar için okumaktan, iyi tahsil yapmaktan başka çıkar yol yoktu. Bizim tahsilimiz için büyük fedakarlıklar yaptılar.

Ne otomobilimiz ne de evimiz vardı. En büyük lüksümüz ayda bir kez ailece kebap yemekti. Yazları köye gitmek dışında bir tatilimiz olmadı. Üniversite sınavına hazırlandığım odada bir gaz sobası vardı; sürekli yakmamak, idareli kullanmak gerekiyordu. Sabahlara kadar çalıştığımı, uyumadan okula gittiğimi hatırlıyorum. Benden küçük kardeşimin hikayesi de farklı olmadı.

Sonuçta ben de kardeşim de üniversite sınavını kazanıp birer diploma sahibi olduk, “ekmeğimizi elimize aldık”. Anne babamızın yıllar boyunca anlatacağı “gerçek başarı öyküsü” de esasen bu oldu.

Bizim hikayemiz, Türkiye’deki milyonlarca ailenin hikayesinden farklı değil. Özellikle orta sınıf aileler, çocuklarına iyi bir tahsil yaptırmayı yaşamlarının birincil amacı olarak görüyor. Hepsi büyük fedakarlıklar yapıyor. Yaygın deyim ile söyleyecek olursak “yemiyor yediriyor, giymiyor giydiriyor”.

Üniversite sınavının toplum vicdanındaki karşılığı da tam olarak bundan ileri geliyor. Üniversite sınavında hile yapanlar veya sınav sisteminin arkasından dolaşanlar, “emek hırsızı” olarak niteleniyor, tüm toplumca lanetleniyor.

Ben üniversite sınavına 1989 yılında girdim. Sınavı hayli yüksek bir puanla kazandım ve istediğim bölüme yerleştim. Ancak benimle beraber sınava giren ve kazanamayan pek çok arkadaşım vardı. İçlerinde ailesi zengin olanlar, çocuklarını Kıbrıs’taki “sözde üniversitelere” gönderdiler. Bunlar daha çok sosyal bilim bölümleri idi. Daha giderken yatay geçiş yapmayı planladıklarını hatırlıyorum.

1991 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bir dil kursuna gidiyordum. Mahaller arkadaşlarımdan biri Kıbrıs’ta inşaat mühendisliği okuyordu ve Yıldız’a gelmek istiyordu, ama denklik koşulu ve sair sebepler konusunda emin değildi. Yıldız’ın mühendislik fakültesine gidip konuyu sorduğumu hatırlıyorum. Öğrenci işleri yanıt verememiş, dekan sekreterine yönlendirmişti. Dekanlık yatay geçişin mümkün olmadığını, çünkü Kıbrıs’taki üniversitenin YÖK nezdinde denkliğinin olmadığını söylemişti. Arkadaşım okulunu -mecburen- Kıbrıs’ta bitirdi ve inşaat mühendisi oldu.

Şayet İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi de Yıldız Teknik Üniversitesi gibi mevzuata uygun hareket etse idi Ekrem İmamoğlu da tahsiline Kıbrıs’ta devam edecekti. Şimdi anlıyoruz ki sadece İmamoğlu değil, onunla beraber onlarca kişi daha bu yatay geçiş konusunu bir tür arka kapı haline getirmişler. İdare ise -henüz bilmediğimiz bir sebeple- bu geçişlere yol vermiş, hatta ön ayak olmuş.

Dün itibarı ile diplomalar fakülte tarafından iptal edildi. Diploması iptal edilenler arasında kimler yok ki! Holding yöneticileri, iş adamları, beyaz yakalı üst düzey yöneticiler, hatta profesörler! Tüm bu “yüksek rütbeli” adamlar/kadınlar, menfaat söz konusu olunca ilkesiz vahşiler gibi davranmışlar. Başkalarının hakkına girmişler.

O sene İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne usulsüz yatay geçiş yapanların 38 kişi olduğunu biliyoruz. Peki ya diğer sahalar, diğer okullar?

Herkes olayı cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinden değerlendiriyor ama işin en önemli kısmı ahlaki boyutu. Tüm kariyer yaşamını böylesi bir sahtecilik üzerine kuran insanların ahlaki düzeyini nasıl değerlendirmeliyiz?

Avrupa’da yaşansa, öznesi olan siyasetçiyi tarihin çöplüğüne gönderecek bu skandal, Türkiye’de hala tartışma konusu olabiliyor. Diploması iptal edilen insanlar -İmamoğlu başta- olayın adalet ve vicdan boyutunu atlayıp “kazanılmış hak” muhabbeti yapıyor. Oysa en baştan yok hükmünde olan bir kağıt parçasından söz ediyoruz.

Asıl önemlisi ise ahlakımıza dair bir çıkarım yapıp yapamadığımız. Bu işin ahlaki boyutu ne olacak? Kim bilir kaç insan başkalarının hakkına tecavüz ederek arka kapıdan üniversiteye girdi… Başka insanların hakkını gaspetmiş bu kişilere yönelik bir ahlaki yaptırım olmayacak mı? Yüzleri kızarmadan “kaldıkları yerden” devam mı edecekler?

Yorumlar64

  • Osmanlı kürdü 3 saat önce Şikayet Et
    Atacak başka yol kalmadı
    Cevapla
  • Kaan 3 saat önce Şikayet Et
    Ellerinize sağlık yazınız yine çok önemli tespitler içeriyor
    Cevapla
  • sabri 3 saat önce Şikayet Et
    Doğru tespit ne denilebilir , eline sağlık
    Cevapla
  • Sahtekar 3 saat önce Şikayet Et
    Kendisini savunanların sorgulamadığı tek şey neden usulsüz ve sahte işlerle uğraşmış savunuyorsun da neyi savunuyorsun
    Cevapla
  • Misafir 1 3 saat önce Şikayet Et
    Görüşleriniz gayet objektiftir,katılıyorum .
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat